2005 yılı başından itibaren düzenli toplanan ve mail grubu üzerinden haberleşen feministlerin 2007 yılının ikinci yarısından itibaren öncelikli gündemi “kadın cinayetleri” oldu. 27 Mart 2010 tarihinde yaptığı toplantıda kadın cinayetlerine karşı mücadeleyi güçlendirmek için feministler olarak bir kampanya yapma kararı aldı. Aynı toplantıda kampanyanın adı “Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası” (KCİK) olarak belirlendi. İlk eylem olarak 04.04.2010 tarihinde Taksim Meydanı’nda Hill Otel’in çatısından 60 metrekarelik “Kadın Cinayetlerine İsyandayız – feministler” pankartı sarkıtıldı. Taksim Meydanı’nda basın açıklaması okunduktan sonra İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yapıldı.

Kampanya kararı alınana kadar İstanbul’da farklı gruplardan ve bağımsız feministler birlikte faaliyet sürdürürken kimi zaman “feministler”, çoğunlukla “feminist kolektif” imzasını kullanıyorlardı. Bu kampanya ile birlikte İstanbul Feminist Kolektif (İFK) imzasında karar kılındı.  

“Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası” (KCİK) faaliyetlerinde kampanya adından çok İFK adını öne çıkardı. Kampanyanın adı çoğunlukla metinlerin altında bir slogan olarak kullanılıyor ya da hiç kullanılmıyordu. Kampanya çalışmasına bağımsız feministlerin yanı sıra Amargi, Filmmor, Kadav, Mor Çatı, Sosyalist Feminist Kolektif, Mediz ve Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği’nden feministler katılıyordu.

Kampanya iki yıl çok yoğun bir şekilde sürdürüldü. Sonraki yıllarda durağanlaşarak ama asla gündemden düşmeden devam etti. Kampanya İFK’in kadın cinayetlerine karşı feministlerin de parçası olduğu geniş zeminler oluşturma kararıyla son buldu. İFK, 7 Temmuz 2014’de “kadın cinayetlerine karşı birlikte ne yapabiliriz” temalı açık çağrılı bir toplantı düzenledi. Toplantı sonrası Kadın Cinayetlerine Acil Önlem Grubu kuruldu.

KCİK, feministlerin kampanyası olarak başladı. Feminist kampanyaların gücü sözünü güçlü kurmasından ve bu sözün toplumun her kesiminde yankı bulmasından kaynaklanıyor. Bu bağlamda KCİK oldukça başarılı oldu.

Peki bu kampanya ile ne hedeflenmişti?

Kadın cinayetleri politiktir

KCİK öncelikle kadın cinayetlerinin münferit olmadığını politik cinayetler olduğunu ortaya koymaya ve görünürlüğünü artırmaya çalıştı. Erkek şiddeti, ne öznesi belirsiz, cinsiyetsiz bir olguydu ne de kadınlara karşı şiddete başvuranlar, bunu hasta, sapık, eğitimsiz oldukları için yapıyorlardı. Erkek şiddeti, düpedüz, kadınları baskı altında tutmaya devam etmek için kullanılan, erkek egemenliğini ayakta tutan mekanizmaların başlıcasıydı. Kadın cinayetleri; kadınların bedenleri, cinsellikleri, kimlikleri, emekleri, hayatları erkeklerin tasarrufunda addedildiği için bu kadar yaygındı. Bu nedenle mahkemelerde, karakollarda, yasalarda kendine bu kadar güçlü dayanaklar bulabiliyordu. Erkek şiddeti; dayaktan, tacizden, tecavüzden, intihar ettirmekten geçerek kadın cinayetlerine kadar varıyordu.

Töre ve namus cinayeti değil kadın cinayeti

KCİK kadın cinayetlerinin politikliğini ortaya koyarken de terminolojiden başladı. 2004-2005 yılında feministler her ne kadar Türk Ceza Kanunu’ndan silinmese de “Töre cinayetleri” kullanımının yaygınlaşmasını engellemişlerdi. O dönemde kadın hareketi tarafından “kadın cinayetleri” değil; “namus cinayetleri”, “namus adına işlenen cinayetler”, “namus saikiyle işlenen kadın cinayetleri” tarifleri kullanılıyordu.

Feminist Kolektif/ İstanbul Feminist Kolektif 2007 yılının ikinci yarısından itibaren tek bir kavramsallaştırmayı -kadın cinayetlerini- kullandı.

7-9 Aralık 2007’de yapılan 10. Sığınaklar ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı: Namus adına işlenen cinayetlerle ilgili bir kampanya yürütme kararı ile birlikte terminolojiyi de gündemine almıştı.

“Bu yıl içinde gerçekleştirmeyi öngördüğümüz kampanya, namus kavramının kendisindeki erkek egemen zihniyeti ortaya çıkaracak eylemleri, “namus cinayeti”, “namus adına işlenen cinayet”, “kadın katliamı”, “kadın cinayeti”, “kadına yönelik sistematik cinayet” gibi kavramların sorgulanmasını içerecektir.”

İstanbul Feminist Kolektif 2007 yılında kullanmaya başladığı “kadın cinayeti” kavramını, sonraki yıllarda da yaptığı eylemlerde, dava takiplerinde, basın açıklamalarında kullanarak farklı kesimlerce de kullanılmasına önayak oldu. 2010 yılında bu kavramsallaştırmayı Kampanya’nın adına taşıyarak bir adım daha attı.

Cinayetin suç ortakları

KCİK kadın cinayetlerinin nedeninin patriyarkal sistem olduğunu ve dolayısıyla politik olduğunu her adımda dile getirirken ilk iki yıl boyunca esas olarak hükümete, kamu kurumlarına ve medyaya seslendi:

“Şiddete maruz bırakılan kadınları erkek egemen zihniyete uygun davranarak evine gönderen polise,

Erkeklerden yana yasalara,

Şiddet gören kadınları koruyamayan vali, kaymakam, devlete,

Kadın cinayetlerini, meşrulaştırıcı ve cinsiyetçi bir dille haber yapan medyaya,

HAKSIZ TAHRİK İNDİRİMİ yaparak, kadın öldürme bahanelerini ödüllendiren yargıya,

Kadın SIĞINAKLARI açmayan belediyelere, 

‘Siz, kadın katillerinin SUÇ ORTAKLARISINIZ!’, diyoruz.” (4 Nisan 2010-İFK)

Patriyarkal adalete karşı feminist dava takibi

KCİK kadın cinayetleri dava takiplerini patriyarkal sistemi ve patriyarkal adaleti açığa çıkarmak için bir zemin olarak değerlendirdi. Öldürülen kadını ve yakınlarını “mağdur” kimliğine sıkıştırmadan bir dava takip politikası yürüttü. Davada aranılan adalet sadece öldürülen kadın için değil tüm kadınlar için adaletti.

“Kadın cinayeti davalarında, taraf olmak ve feminist dava takibinin örgütlenmesi; davada hangi politik sözün kurulacağı, medya ile olan ilişkimizin ne boyutta olacağı, kimlere çağrı yapacağımız, avukatların beyanlarında bir davanın ‘kazanılması’ için mi hukuki beyanda bulunulacağı yoksa tahayyül ettiğimiz adalet inancına paralel bir söz mü oluşturulacağı konularına içkin önemli bir politik tartışmayı içerir. Dava takibi salt bir adalet arayışı değildir; münferit bir davanın kazanılması için değildir gösterilen çaba; çünkü kadın cinayetleri münferit olaylar değildir. Cinsiyetçi yargı pratiklerinin teşhir edilmesi, devletin yargı yetkisini kullandığı alan olan adliyede, kamusal alanda, kamu görevini ifa eden hakim ve savcılara karşı, öncelikle bir kadın bir erkek tarafından öldürüldüğü için kadının sesini duyurmayı olanaklı kılan bir politikadır. Öldürülen kadının haklarını da korumak ve adaleti gerçekleştirmek için orada olan mahkeme heyetine ve savcıya karşı; haksız tahrik, pişmanlık ve iyi hâl indirimleri, kadın cinayetinin tasarlanmış suç olarak kabul edilmesinin önündeki engeller gibi çeşitli cinsiyetçi yargı pratikleri nedeni ile duyulan güvensizlik, bu aktörlere olan inançsızlıktır bizi adliyelere taşıyan.” (Bayram, Feminist Politika Sayı 23)

İstanbul Feminist Kolektif dava takiplerinde öldürülen kadınların suçtan zarar gören taraf olarak davaya katılan aileleriyle ilişkiyi de bir mesafeyle kurmaya çalıştı. Feministlerin davaya müdahilliğinin kabul edilmediği koşullarda feminist avukatların aileden vekalet alarak davaya katılma durumları olduğu hâlde bu mesafeyi korumaya özen gösterdi. Çünkü aile bireylerinin çoğunlukla davadaki sözleri acı ve öfke ile yoğruluyor. Katilin daha çok ceza alması öncelikli söz olabiliyor. Ayrıca kimi davalarda ailenin öldürülen kadın ile dayanışmamış olması, koca evine geri göndermesi, erkekle barıştırmaya çalışmış olması, erkek şiddetine sessiz kalması… söz konusu olabiliyor.  

Kadın cinayeti davalarında tarafız.

Haksız tahrik indirimi erkeklik indirimidir.

Patriyarkal adalet ile ilgili ilk sözleri kadınların/kadın örgütlerinin bu davalarda taraf olduğu ve haksız tahrik indiriminin “erkeklik indirimi” demek olduğuydu. Bu sözler çok sayıda kadın örgütünün imzalarıyla yapılan basın duyurularıyla söylendi: 

“Bizler kadın örgütleri olarak Sevim’in davasında tarafız! Sevim’in öldürülmesi sıradan bir cinayet değildir; geçmişte kalmış bile olsa yakamızı bırakmayan ve kadınlara karşı neredeyse her gün işlenen koca vahşetidir, bu politik bir cinayettir. Her birimiz bu türden bir cinayete maruz kalma tehdidi altında olduğumuz için Sevim’in davasında tarafız.” (1 Kasım 2007)

“Bizler kadın cinayetlerinde ve kadınlara yönelik suçlarda ‘bahane’ kabul etmiyoruz! Erkekçe ‘mazeretlere’, ‘haksız tahrik’ indiriminin uygulanmasını kabul etmiyoruz!” (13 Mayıs 2008) 

Kampanya süresince görevini yapmayıp acil önlem almayan TBMM’ye, koruma kararı istediği hâlde vermeyen hakimlere, kadınları evlerine geri gönderen polislere seslenildi. Suç duyurularında bulunuldu. 

Kampanya feminist hareketin kadın hareketine kattığı sloganlarla yürütüldü: “Erkeklerin sevgisi her gün üç kadın öldürüyor”, “Kadın cinayetleri politiktir”, “Tesadüf değil erkek şiddeti”, “Haksız tahrik indirimi erkeklik indirimidir”.

2011-12 yılında sevgililer günü ve anneler günü eylemlerinin teması da kadın cinayetleri oldu.

Kadınlar erkek şiddetine direniyor

2012 yılının ikinci yarısından sonra ise KCİK, kadınların direniş hikayelerine odaklandı. Kampanyanın ikinci aşaması dediğimiz bu dönemde, kadınların öldürülmeden önceki süreçlerine yönelik söz üretilmeye çabalandı. KCİK, kadınların ölümü bile göze alarak patriyarkaya ve erkeklere direnişlerini görmeyi, açığa çıkarmayı, kadınları güçlendirmeyi, güçlenme deneyimlerini yaymayı hedefledi. Bu dönemde daha çok kadınlara ve başta kadınların yakınları olmak üzere topluma seslenildi:

“Azardan cinayete, aşağılamaktan cinayete, dayaktan cinayete! Bir şans daha verme! 

O yapmaz, bana olmaz demeyelim. Bitti diyorsak bitmiştir. 

Köstek olma destek ol! Şiddeti izleme müdahil ol!” bu dönemde öne çıkan sloganlar oldu.

Kampanya politikası tartışılırken en çok üstünde durulan konulardan biri, öldürülmüş kadınların dava takibinin, patriyarkal adaleti teşhir etmenin ve hatta verilen ağır cezaların caydırıcı etkisine odaklanmanın kadın cinayetlerini önlemede çok sınırlı etkisi olduğuydu. Dolayısıyla öldürülmeden önceki süreçlere ilişkin politika yürütmenin yolları üzerinde duruluyordu. Kampanyanın yeni döneminde, kadınların erkeklere mecbur ve şiddete karşı çaresiz olmadıklarını ortaya koyan davaları politikleştirmek, dava takip seçimini bu çerçevede yapmak hedeflendi. Erkek şiddetine direnirken erkek şiddeti canına tak ettiğinde erkeği yaralamak ve öldürmek zorunda kalan kadınların davalarını politikleştirme yoluna girildi.

Bu bağlamda da koca şiddetinden hayatta kalan Fatma Şen ve tecavüzcüyü öldüren Nevin Yıldırım davaları sahiplenildi. 2014 yılında, ölmemek için öldürmek zorunda kalan Yasemin Çakal davası da sahiplenilen davalardan biriydi. Bu dönemde takip edilen bir diğer dava da Hanime Aslan davası oldu. Çağrı üzerine koruma kararı aldıran ve koruma polisiyle birlikte Çağlayan Adliyesi kapısında öldürülen Hanime Aslan davası devletin kadın cinayetlerini önlemedeki beceriksizliğinin aynası idi. Kampanyanın ikinci aşamasında trans cinayetleri de erkeklik bağlantısı kurularak gündemleştirilmeye çalışıldı.

Kampanyanın ikinci aşamasında İFK iki büyük direnişin/mücadelenin parçası oldu. Birincisi kürtajın yasaklanma girişimine karşı İFK çağrısıyla kurulan “Kürtaj Haktır, Karar Kadınların” Platformunun mücadelesi, ikincisi ise Gezi Direnişi.

Kampanyanın kadınlara seslenen ve direnen kadınların öykülerini öne çıkaran ikinci aşamasından “Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor” kampanyası doğdu.

İFK’nın çağrısıyla oluşan Kadın Cinayetlerine Acil Önlem Grubu ile de kampanya sonlandırılmış oldu.

Kısa kısa davalardan, eylemlerden…

  • 14.02.2010 tarihinde, Türkiye’de ilk kez feminist bir bakış açısıyla yapılan Sevgililer Günü Eylemi kampanya kararı sonrası yapılan bir eylem değilse de kampanyanın bir eylemi olarak değerlendirilebilir. 
  • 22 Temmuz 2007’de boşandığı erkek tarafından öldürülen Sevim Zarif, 31 Mart 2008’de kamyonuna bindiği erkeğin tecavüzüne uğradıktan sonra öldürülen Pippa Bacca, 22 Şubat 2008’de ayrıldığı erkek tarafından öldürülen Ayşe Yılbaş, 14 Şubat 2009’da evli olduğu erkek tarafından öldürülen Satı Korkmak, 7 Kasım 2009’da öldürülen Demet Eygü’nün davalarında feministler taraf oldu. Ayşe Yılbaş davasını 40 feminist avukat takip etti. Feministler davanın feminist politikasını birlikte tartıştı. Haksız tahrik indiriminin erkeklik indirimi olduğunu bu davayla bir kez daha açığa çıkardı. Ayşe Yılbaş, Sevim Zarif, Satı Korkmak, Pippa Bacca cinayetlerinde mahkemeler feministlerin mücadeleleri ve oluşturdukları kamuoyu baskısının da etkisiyle haksız tahrik indirimi veremediler. Davaların tamamında Mor Çatı adına müdahillik dilekçesi verildi. Ancak kabul edilmedi.
  • İstanbul Feminist Kolektif üyeleri İstanbul Kongre Merkezi’nde yapılan İstanbul Kadın Araştırmaları Merkezi (İKAM) ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından  düzenlenen Uluslararası İstanbul Kadın Buluşması’nda, Recep Tayyip Erdoğan konuşurken ayağa kalkarak “Eşit değilsiniz dendikçe daha çok öldürülüyoruz”, “Erkeklerin sevgisi her gün üç kadını öldürüyor” yazılı dövizleri açtı. (5.11.2010) Bu eylemle birlikte İFK bir de basın açıklaması dağıttı. 
  • İstanbul Feminist Kolektif – Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası 11 Kasım 2010 tarihinde bir basın toplantısı düzenledi.  
  • Ümraniye’de Arzu Odabaşı ve Arzu Yıldırım bir hafta arayla öldürüldü. Arzu Yıldırım’ın çantasından savcılığa şikayet dilekçesi çıkmıştı. Arzu, şikayet dilekçesini savcılığa götürmüş savcılık karakola havale edip götürmesi için Arzu’nun eline vermişti. İstanbul Feminist Kolektif 17 Şubat 2011’de Arzu Yıldırım’ı “korumayan” Savcılık hakkında suç duyurusunda bulundu ve 23 Şubat 2011’de Arzu Odabaşı’nın öldürüldüğü yerde de basın açıklaması yaptı.
  • İstanbul Feminist Kolektif, 8 Mart 2011’da yine devlete, devletin kurumlarına seslenerek “Kadınlar Her Gün En Yakınındaki Erkekler Tarafından Öldürülüyor! Bu Katliamı Durdurmak İçin Daha Ne Bekliyorsunuz?” pankartıyla Kadıköy Adliyesi önünde bir basın açıklaması yaptı.
  • 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde de “Kadın cinayetlerine isyandayız” pankartı ve öldürülen kadınların fotoğrafları taşındı.
  • Kampanya afişleri, stickerları ve bildirileri İstanbul’un dört bir yanında yaygınlaştırıldı.
  • Ankara’da, 7 Aralık 2011 tarihinde boşandığı koca tarafından öldürülen Ayşe Paşalı davası’nın karar duruşması 12 Mayıs’taydı. Kararı beklemek ve beklerken kadın cinayetlerine dikkat çekmek üzere 11 Mayıs 2011’de İstanbul Taksim Meydanı’nda, Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da, Van’da, Sinop’ta, Urfa’da, Diyarbakır’da, Eskişehir’de, Mersin’de, Nevşehir’de, Adana’da, Trabzon’da, Antep’te, Samsun’da… meydanlarda, kadın örgütlerinden kadınlar 7/24 nöbet tuttular. İsmail Yetkin’in, “kasten öldürme suçunu tasarlayarak işlediğine” karar veren mahkeme heyeti, sanığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırmıştı. 
  • İstanbul Feminist Kolektif, 07.10.2011 tarihinde kocası tarafından sığınma evinden eve getirildikten iki saat sonra öldürülen Şefika Etik’in çıplak cesedini manşet yapması dolayısıyla Habertürk gazetesinin önünde bir protesto eylemi yaptı. Şefika Etik davası takip edildi.
  • Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası’nın en önemli taleplerinden biri 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un değişmesiydi. Aile ve Sosyal Haklar Bakanlığı kadın hareketinin ısrarlı mücadelesinin sonucu ve 2014’de yürürlüğe girecek İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’ye getirdiği yükümlülüklerin de gereği olarak yasayı değiştirme hazırlıklarına başladı. 2011 Eylül ile 2012 Mart arasında 241 kadın grubunu birleştiren ve İFK’in de bileşen olduğu Şiddete Son Platformu temsilcileri yasanın her bir maddesi için adım adım mücadele etti. 
  • İstanbul Feminist Kolektif – Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası konuyla ilgili 11.01.2012 tarihinde “Canımız üzerinden ‘pazarlık’ etmiyoruz” başlıklı bir basın açıklaması yaptı. 8 Mart 2012 tarihinde 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun TBMM’de kabul edildi. Yasa 21 Mart 2012’de yürürlüğe girdi.
  • İFK, karakola şikayet ettiği hâlde, şikayeti ciddiyetle değerlendirilmeyen ve Zülfikar Bakır tarafından öldürülen Mahmure Karakule için 21 Temmuz 2012’de Fatih Şehit Tevfik Fikret Polis Merkezi önünde bir basın açıklaması yaptı.
  • İFK; evli olduğu Çetin Şen tarafından balkondan atılan ve tesadüf eseri hayatta kalan Fatma Şen’in davasını da takip etti. Fatma Şen’e çağrı üzerine koruma sağlanması kararı da vardı. Ancak başvurduğu Esentepe Karakolu görevini yerine getirmediği gibi Fatma’nın şiddete karşı mücadelesini engellemeye çalışmıştı. Dava Çetin Şen hakkında intihara sürükleme suçu ile açılmışken feministlerin davaya müdahilliği ile yargılama “öldürmeye teşebbüs” suçu ile devam etti. Bu davanın ikinci duruşmasında patriyarkal adaletin bir uygulamasına daha tanıklık edildi. Mahkeme Heyeti, İstanbul Feminist Kolektif’ten Filiz Karakuş ile Fatma Şen’e mahkemeye hakaret dolayısıyla suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine açılan davada 24 Aralık 2013’te Filiz Karakuş ve Fatma Şen beraat ettiler. Çetin Şen 8 Mart 2013 tarihinde silahla vurularak öldürüldü.
  • Aslı Baş ve Pınar İkiz cinayeti de İFK tarafından takip edilen davalardan oldu.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.