Kadın Dayanışma Vakfı’nın hazırladığı “Kadınların Sığınak Deneyimleri ve İhtisaslaşmış Sığınaklar Raporu” hakkında İlgi Kahraman’la konuştuk.

Two Seated Women, HEnry Moore, 1986

İlgi bize öncelikle Kadın Dayanışma Vakfı’ndan biraz bahseder misin? Kadın Dayanışma Vakfı nasıl bir yer, hangi faaliyetleri yürütür?

Kadın Dayanışma Vakfı 1993 yılında resmi olarak Ankara’da kurulmuş, seksenlerin sonundaki feminist hareketin kazanımlarından bir tanesi. O dönem Ankara’da olan kadın tartışma grubunun içinde yer alan kadınlar vakfı kurmuşlar. Resmi kuruluşu 1993 yılı, ama 1991’de aslında kadın danışma merkezi ve sığınak çalışmaları yürütmeye başlamışlar. Kadınlar o dönem hem içinde yer aldıkları örgütlenmeler içerisinde yaşadıklarını hem de partnerlik ilişkilerini konuşmaya başlamışlar. Kadına yönelik erkek şiddetinin bireysel bir sorun olmadığını, birçok kadının benzer deneyimler yaşadığını görmüşler. Daha sonrasında bu bilinç yükseltme toplantılarında kendi edindikleri deneyimi kadın danışma merkezi aracılığıyla diğer kadınlarla da paylaşmaya çalışmışlar. Bu sene 31. yılımız. Kadın Danışma Merkezi çalışmaları aralıksız olarak devam etmiş bu yıllar boyunca. Merkezde şiddete maruz kalan, maruz kalma tehlikesi bulunan kadınlara ücretsiz sosyal, psikolojik ve hukuki destek sağlıyoruz. Kadınlarla merkezdeki çalışmalarımız aracılığıyla dayanışma kuruyoruz. Vakıf, feminist ilkelerle işleyen bir yer ve örgütlenme modelimiz de bu ilkelere dayanıyor. Yine benzer bir şekilde kadın danışma merkezindeki bütün çalışmalarımızı da feminist ilkelerle, feminist sosyal çalışma yöntemleriyle sürdürüyoruz.

Kadın Dayanışma Vakfı daha önce de pek çok rapor hazırladı. Bir dönem vakfın sığınak deneyimi de olduğunu biliyorum. Bu son raporunuzda da kadınların sığınaklarda yaşadıklarından bahsettiniz. Raporda ele aldığınız sığınaklar açısından vakfın deneyim nasıldı?

Aslında Vakıf, Türkiye’nin ilk feminist sığınak deneyimine sahip. Daha sonrasında yine belediye iş birliğiyle açılan bir sığınak var. Vakıf tarafından yürütülen son sığınak çalışması da 2016’da sonlanmış. Şu an aktif bir sığınak çalışmamız bulunmuyor. Sığınak çalışmaları zorlu ve çok emek isteyen süreçler. Bir yandan da sivil toplum örgütleri tarafından üstlenilen hem danışma merkezi hem de sığınaklarla ilgili çalışmalar, aslında devletin kamu hizmeti olarak üstlenmesi gereken faaliyetler. Biz daha çok hem bir model oluşturmak hem de bu işleyişin nasıl feminist ilkelerle yürütülebileceğine ilişkin katkı sunmak amacıyla bu çalışmaları yürütüyoruz.

Türkiye’de sığınaklar yeterli mi? Sizin takip ettiğiniz kadarıyla kaç sığınak var? Bir de “ihtisaslaşmış sığınaklar” konusunu biraz açıklar mısın bize?

Vakıf olarak aynı zamanda Sığınakları Kurultayı’nın bileşeniyiz. 1998 yılından bu yana Kurultay, bileşeni olan farklı illerdeki kadın örgütleri ile bir araya gelip sığınakların nasıl yerler olması gerektiğine dair politikalar üretiyor. Sığınaklara, kadın örgütleri niçin konuk evi değil, misafirhane değil de sığınak demiş mesela, bunlar önemli politik ayrımlar bir taraftan.

Tabii ki Türkiye’deki sığınakların sayısı çok yetersiz. Şu an bildiğimiz aktif olarak çalışan 149 sığınak var. Bunların bir kısmı belediyelere, bir kısmı da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı olan sığınaklar. Şu an bağımsız bir kadın örgütünün sığınağı olarak sadece Mor Çatı’nın sığınağı var. Sığınak açmakla ilgili yükümlülüklerini belediyeler yerine getirmiyor. Nüfusu 100 binin üstünde olan yerlerde belediyelerin sığınak açma yükümlülükleri var. Ankara’da bu duruma bakınca yaklaşık 50 adet sığınak olması gerekiyordu. Ama şu an Ankara’da sadece yedi sığınak var. Belediyelerin eylem planlarında yer alan sığınak çalışmaları, bütçe yetersizlikleri gibi gerekçelerle uzun vadeye bırakılmış hedefler. Kadına yönelik şiddetle mücadele hep ikincil olarak görülüyor.

İhtisaslaşma, Ankara’daki sığınak modeline ilişkin bir şey. Bir iş bölümü yapılmış sığınaklar arasında, belediyeye ait bütün sığınaklar kadınların barınma ihtiyacına özgülenmiş. Aile Bakanlığı’na bağlı sığınaklar ise şiddet nedeniyle sığınağa gitmek isteyen kadınlara ayrılmış durumda. Bütün sığınak başvuruları yine ŞÖNİM üzerinden yapılıyor. Başvuran kadınların sığınağa erişme talepleri alınıyor ve ona göre yerleştiriliyorlar.

Aile Bakanlığı’na bağlı sığınaklar; yüksek risk nedenli koruma gerektiren haller, kadınların ruhsal sağlığı ve şiddet göz önünde bulundurularak ayrıştırılmış. Şiddet nedeniyle yapılan bütün başvuruları Aile Bakanlığı’na bağlı sığınaklar karşılıyor. Bu sığınakları da kendi içlerinde yüksek riskli, daha düşük riskli ve ruhsal sağlık sorunlarına yönelik olarak ihtisaslaşma adı altında ayırmışlar.

İhtisaslaşma modeli sadece sığınaklara özgü değil, bir süredir aslında kadına yönelik şiddetle mücadelede kamunun çok ön plana çıkardığı politikalardan bir tanesi. İhtisaslaşmayı hem kolluk birimlerinde hem aile mahkemelerinde görüyoruz. Yine benzer bir politika sığınaklar için de uygulanıyor. Üçüncü Ulusal Eylem Planı’nda ihtisaslaşma modelinin sığınaklara uygulanacağına ilişkin ibareler var. Dördüncü Ulusal Eylem Planı’nda da bütün bu ihtisaslaşma modelinin Türkiye geneline yayılacak bir model haline geleceğiyle ilgili bir politika öngörülmüş. Ama burada ihtisaslaşmadan ne kastedildiği açıklanmıyor. Neye göre bu ihtiyaçlar tespit edilmiş, kadınlar açısından bu uzmanlaşmış birimler ne tür kolaylıklar sağlayacak? Bu sorulara ilişkin açık bir bilgi bulunmuyor. Biz de o nedenle ihtisaslaşmış sığınak modelinin kadınlar açısından ne anlama geldiğini ortaya koymaya çalıştık. Bunu anlamak için hem danışma merkezine başvuru yapan kadınlarla hem de sığınaklarda çalışan görevlilerle görüşmeler yaparak bu raporu hazırlamaya karar verdik.

Raporun içeriğini konuşmaya başlamadan önce bir de konuk evi, sığınak gibi isimlendirmeyle ilgili farklılıkları açıklar mısın?

Sığınakların tabi olduğu yönetmelikte geniş bir isimlendirme çerçevesi çizilmiş: sığınma evi, sığınak, konuk evi gibi farklı isimlerle sığınakların anılabileceği söyleniyor. Kamu kurum ve kuruluşları “konuk evi” ibaresini kullanıyor. Ama yıllardır feminist mücadelenin sığınağa bakışı aslında burada çok farklılaşıyor. Çünkü özellikle ev içi şiddet yakınlarımızdan, kendimizi çok güvenli hissettiğimiz alanlarda, anlarda gördüğümüz bir şiddet. Buradan bir an önce uzaklaşmak, bir an önce o evden o ilişkiden ayrılmak için aslında sığındığımız bir yer sığınaklar. Bir nevi savaştan kaçar gibi kendimizi korumak için ve hayatımıza yönelik plan yapmak için gittiğimiz yerler. Bu yüzden de biz “sığınak” demeyi tercih ediyoruz. Bunu konuk evi, sığınma evi gibi adlandırdığımızda yeniden o aileci bakışa dönüyoruz. Kadınlar açısından sığınakların geçici bir aşama değil de bir ev-hane-misafirlik gibi bir araya geldikleri yerler gibi anlaşılıyor. Kamunun bir süreliğine kadınları “konuk” ettiği geçici haneler gibi. Kadınların güçlenmesine bağımsız yaşama geçmesine ilişkin bir perspektifi yansıtmıyor bu adlandırma. Bu aslında kamuyla kadın örgütlerinin, feminist örgütlerin farkını gösteren politik bir fark.

Raporun araştırması sırasında kadınlar size sığınak deneyimlerini aktarırken neler paylaştılar, hangi konularda yoğunlaştılar?

Bu çalışmayı yaparken şöyle bir yerden yola çıkmıştık: Danışma merkezimize gelen, birden fazla şehirde sığınak deneyimleri olan ve bu deneyimleri bizimle paylaşmak isteyen dayanışma kurduğumuz kadınlarla karşılaşmamız. Özellikle onlar bu deneyimlerinin bilinmesini istiyorlardı. Sığınaklarda yaşadıklarını anlatmak istiyorlardı. Onlarla derinlemesine görüşmeler yaptık. Bizim vakıf olarak katıldığımız kamu kurum ve kuruluşlarının olduğu toplantıda kadınların şiddetle mücadele mekanizmalarını istismar ettiği, aslında gereksiz yere, ihtiyaçları olmadığı halde sığınaklarda kaldıkları, devlet birtakım imkânlar sağlarken, o şiddet içeren ilişkiye sürekli yeniden geri dönmeyi tercih ettiklerine ilişkin bir sürü önyargıyla karşılaşıyoruz. Doğrudan kadınların anlatımı, sığınaklarla ilgili deneyimleri, aslında bu işin iç yüzünün hiç de böyle olmadığını gösteriyor bize. Örneğin evli bir kadın yoğun ve sistematik şiddet gördüğünde, aslında hem sığınak öncesinde yeterli desteğe ulaşamadığı için hem de sığınakta kaldığı sürece yeterli şekilde desteklenmediği için o ilişkiye, o evliliğe geri döndüğünü, sürekli yeniden kurumlara başvuru yapmak zorunda kaldığını görüyoruz. Yani burada kadınların bu kurumları istismar etmesi değil, zaten kurumların işleyişindeki aksaklıklar nedeniyle kadınların hep bu sistem içerisinde kaldığını ve aslında devlet eliyle de erkek şiddetinin sistematikliğinin daha da pekiştirildiğini görüyoruz.

Kadınlar şiddete maruz kaldıklarında sığınaklara gitmeye nasıl karar vermişler? Onları sığınağa yönlendiren veya sığınağa gitmekten alıkoyacak faktörler neler olmuş?

Sığınakta kalmak kadınlar açısından zor bir karar açıkçası. Çünkü sığınakta kalma kararını verdiğiniz anda tekrar o ilişkiye ve eve dönmeniz artık imkânsız bir hale gelebiliyor. Bu nedenle de sığınak öncesinde, kadının sığınak başvurusundan önce alabileceği bütün destekleri alması gerektiğini savunuyoruz.

Kadınların karar vermesini etkileyen, sığınağa erişimlerini zorlaştıran birçok faktör var. Öncelikle sığınaklarla ilgili yanlış bilgilendirmelerden, dezenformasyondan bahsedebiliriz. Özellikle ilk başvuru yaptıkları kolluk birimlerinde polis, jandarma karakollarında sığınaklarla ilgili kadınların korkutulduğu, “sığınak size uygun bir yer değil kalamazsınız”, “sığınakta suçlu kadınlar kalıyor” gibi ifadelerle sığınak başvurusu yapmaktan caydırıldığı çok fazla örnekle karşılaşıyoruz. Kadınlar sığınakların nasıl işlediğini, nasıl yerler olduğunu bilmedikleri için hapishaneye benzetiyorlar. Mesela kadın danışma merkezimize başvurarak sığınakların gündelik koşulları ile ilgili bilgi almak istiyorlar. Halbuki kamunun, Aile Bakanlığı’nın sığınakların nasıl yerler olduğuna, nasıl işlediğine ilişkin düzenli bilgilendirme yapıp bu dezenformasyonla mücadele etmesi gerekirdi. Bunun hiç olmadığını görüyoruz. Diğer yandan çocuklarla ilgili durumlar da kadınlar açısından zorlayıcı oluyor. Eğer evlilik içerisinde bir şiddetten bahsediyorsak, kadınlar açısından çoğunlukla çocuklarla ilgili kararlar o şiddet ilişkisinden çıkıp çıkmama konusunda belirleyici olabiliyor. 12 yaşından büyük erkek çocuklarının sığınağa anneleriyle birlikte kabul edilmemesiyle ilgili uygulama birçok kadını sığınak başvurusundan vazgeçirebiliyor. Yıllar içerisinde kadın danışma merkezimizde yaptığımız görüşmelerde 12 yaşından büyük erkek çocuklarının kendilerinden ayrı bir şekilde devlet koruması altına alınması nedeniyle çok ihtiyaçları olduğu halde, can güvenliği riskleri olduğu halde kadınlar sığınağa gitmek istemediklerini sıkça dile getirdiler.

Yine sığınaklardaki işleyişin olumsuz özelliklerinin, sığınak personellerinin kadınlara kötü davranışlarının, sığınakta kadınların temel ihtiyaçlarının karşılanmamasının, sığınak sonrasındaki hayatın belirsizliğinin, işsizliğin, evsizliğin, barınma sorununun, varsa çocukların okul ve kreş sorunlarının kadınlar açısından sığınağa gidip gitmemekte belirleyici faktörler olduğunu görüyoruz.

Kadınların sığınaktaki hayatla ilgili aktarımları nasıl oldu? Oraya bir aidiyet hissedebiliyorlar mı? Sığınaktaki yaşama aktif katılabiliyorlar mı, temel ihtiyaçları karşılanabiliyor mu?

Yaptığımız görüşmelerde, kadınların bize aktardığı deneyimlerden şunu biliyoruz: Sığınakların asgari müşterek bir işleyiş düzeni yok. Bu durum, her sığınağın oradaki görevlilerin inisiyatifinde işlemesine neden oluyor. Yani kadınlar eğer bir sığınakla ilgili olumlu deneyimler aktarıyorsa, sığınaktaki müdürün; bazen bu lütuf gibi olabilir, bazen anaç bir yerden de olabilir, kadınlara bir şekilde daha iyi davranmasıyla ilgili deneyimler.

Kadınlar gündelik hayatta sığınakta çok fazla sorun yaşıyorlar. Telefon kullanmakla ilgili yasaklar, dışarıya giriş çıkış saatlerinin kısıtlanması, sığınakta kalan diğer kadınlarla iletişim kurmanın yasak olması vs. sığınaktan sığınağa değişen kurallar. Ama bu kurallar, kadınların orada kalıp kalmamasını ya da çok hayati kararları etkileyebiliyor. Yani kadının en basitinden iş bulabilmesi için telefona erişmesi lazım, dışarı çıkması, iş araması lazım. Sığınak sonrasında ev kiralamakla ilgili bir ümidinin olması lazım. Sığınakta psikolojik olarak da destek alması lazım. Bunların pratikte pek olmadığını görüyoruz kadınların anlatımlarından. Mesela kreşle ilgili desteklerin olmaması kadınları çok zorluyor sığınak süreçlerinde.

Çalışanlardan konu açılmışken herhalde çalışanlar çok heterojen değil mi? Sığınak çalışanları kadınlara nasıl bakıyorlar? Genel olarak toplumsal cinsiyetle ilgili bakışları nasıl? Sığınaktaki kadınlar sizinle nasıl deneyimler paylaşıyorlar?

Burada da sabit bir şey yok aslında. Sığınak çalışanlarına yönelik düzenli toplumsal cinsiyetle ilgili eğitimlerin verilmesi gerekiyor. Çalışanların süpervizyon desteği alması gerekiyor, yeterli desteği alamadıkları için üstlerinde çok fazla iş yükü olabiliyor. Çalışanların sığınakta kalan kadınlara ilişkin tavrı geniş bir skalada seyrediyor. “Burada ne işiniz var? Kocanıza, evinize dönsenize” diyen sığınak çalışanları da var; diğer yandan sığınaktan ayrılan kadına “Çıkıyorsun ama emin misin? Tekrar buraya istediğin zaman geri dönebilirsin. Her zaman kapı açık” diyen sığınak çalışanları da var.

Kadınlar için tabii ki iyi örnekler daha münferit şeyler. Daha çok sığınakta yaşadıkları sıkıntıları dile getiriyorlar. Mesela şu cümleyi çok duydum: “Ya dayak yiyordum ama en azından benim evimdi, kurallarını biliyordum, kendi düzenimdi. Burada hiç tanımadığım insanların şiddetine maruz kalacağıma evime döneyim daha iyi”. Aslında kadınlar, sığınak çalışanları ile yaşadıkları sorunları şiddet olarak tarif ediyorlar. Mesela kadın danışma merkezimizde dayanışma kurduğumuz kadınlardan bir tanesi açıkça “Ben zaten şiddete uğradığım için, can güvenliğimle ilgili bir tehlike olduğu için sığınağa geldim. Ama burada bir de üstüne psikolojik şiddet görüyorum. Bunu daha fazla kaldıramayacağım” deyip ciddi can güvenliği tehlikesi olmasına rağmen sığınaktan ayrılmıştı. Görevlilerin çok müdahaleci olduklarını görüyoruz. Tavırları kadınları güçlendirme ve kadınlarla dayanışma kurma odaklı olmuyor. Devletin şiddete maruz kalan kadınlara yönelik; mağdur, kanatları altına aldığı birtakım şeylerden yoksun, yoksul kadınları bir şekilde hani barındırdıklarına ilişkin bakışının sığınak görevlilerine yansıdığını görüyoruz. Bu tutumu gördüğümüzde ne bekleyebiliriz ki? Sığınakta güçlenmedikleri için kadınlar sığınaktan çıktığında yine şiddet içeren ilişkilerine geri dönebiliyorlar. Sığınakta kalma deneyimi olmuş kadınlar ihtiyaçları olduğu halde tekrar sığınağa gitmek istemiyor. Bir kadının kendine ait bir yaşam kurması için çok çabalaması, kurumların kapılarını aşındırması, yıllar boyunca tekrar tekrar bu mücadeleyi sürdürmesi gerekiyor. Devletin desteğini göremediğimiz noktada kadınların mücadelesini görüyoruz.

Peki sığınaklarda ayrımcılığa dair bir deneyim aktarımı oldu mu? Özellikle mülteciler ya da LGBTİ+lar açısından durum nasıl?

Ayrımcılıkla ilgili ifadeler çalışanların dile getirdiği şeylerdi. Mesela mülteci kadınların sığınağa daha zor kabul edildiğini aktardılar. Normalde 6284 sayılı Kanun’a göre sığınakta kalmak için herhangi bir kanıt göstermeniz gerekmiyor. Ama söz konusu mülteci kadınlar olduğu zaman işler biraz daha zorlaşıyor; kanıt beklenebiliyor, mülteci kadınların sığınağa kabulü kişisel inisiyatiflerle çözülmeye çalışılıyor. Çalışanlar açısından kişisel inisiyatiflere dayanan uygulamalar keyfi olduğu için zorlayıcı, rahatsız edici olabiliyor. Yani bu da yine kamu hizmetine ilişkin politikalarla ilgili bir sorun. Çünkü kamu hizmetinden faydalananlar asli olarak sanki vatandaşlarla sınırlı görüldüğü için mültecilere yönelik ayrımcılığın sığınaklar açısından da geçerli olduğunu görüyoruz.

LGBTİ+lar açısından da kamu hizmetleri söz konusu olduğunda karşımıza çıkan ayrımcı politikalar sığınaklar için de geçerliliğini koruyor. Özellikle trans kadınlar çok fazla ayrımcılığa maruz kalıyor, sığınakta kalma hakları engelleniyor. Açık kimliği olan transların, lezbiyenlerin sığınağa kabul edilmekte zorluk yaşadığını görüyoruz. Sığınaklarda ayrımcılığa karşı kapsayıcı politikaların olmadığını görüyoruz.

Sığınak sonrasında kadınların bir hayat kurabilmesi mümkün oluyor mu? Nasıl kurabiliyorlar?

Sığınakta kalma süresi altı ay, ama kadınların ihtiyaçlarına göre bu süre iki yıla kadar çıkabiliyor. Kadınların sığınak sonrasında kendilerine bağımsız hayat kurması için en temelde işe ve eve ihtiyacı oluyor. Bazı sığınaklarda kadınlara günlük cüzi miktarlarda harçlık veriliyor. Şu anki ekonomik koşullarda artık iş ve ev bulmanın daha da zorlaşmış olduğunu görüyoruz. Sığınaktan çıkan kadınlara tek sefere mahsus olmak üzere, ev kiraladıklarında bir kira yardımı yapılıyor. Ama tabii bunun öncesinde kadınların ev kiralayabilmek için kaporayı ödemesi, bütün mali yükü üstelenmesi gerekiyor, ancak evin kontratını sunduktan sonra kira desteği alabiliyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda ev kiralamak gittikçe zorlaşıyor. Çünkü diyelim ki asgari ücretle bir iş buldu, tek başına bir ev kirasını karşılamak, varsa çocuğun bakımıyla ilgili mali yükü karşılamak çok zor görünüyor. O yüzden de kadınların sığınaktan sığınağa gitme halini yaratan şeylerden bir tanesi de aslında bağımsız hayat kurabilmekte yaşadıkları zorluklar.

Sığınak sonrasında kadınların hem barınmayla hem de temel ihtiyaçlar ve istihdamla ilgili sosyal destek almaları gerekiyor. Çalışabilmeleri için kreş çok hayati bir destek. Çok çözümsüz kaldığımız bir alan. Kreş desteği sağlanıyormuş gibi görünüyor ama kontenjanlar çok sınırlı. Hem bakanlığın hem de belediyelerin kreş sayılarını artırması gerekiyor. Çoğunlukla kadınlar, zaten yaşadıkları şiddet sonrasında ayrılma kararı aldıklarında aileleri tarafından da desteklenmedikleri için, kreşe ya da bakıcıya verecek bütçeleri de olmadığında çocukların bakımıyla ilgili endişe yaşıyorlar. Kadınlar bu endişe nedeniyle çocukları büyüyüp bağımsız hayata geçtikten sonra o ilişkiden evden ayrılabildiklerini de söylüyorlar.

Kadınların erkek şiddeti ile mücadelesi kendi inisiyatifleri ve güçleriyle ilerliyor. Kamusal desteklerden yoksun olunsa bile evden çıkış kararının kadınları çok güçlendirdiği deneyimlerle karşılaşıyoruz.

Peki sığınaklar kadınları güçlendiren bir yer mi? Kadınlara şiddet döngüsünden çıkabilmek için destek sağlıyor mu?

Kadınların güçlenmesinden bahsederken hangi sığınaktan bahsettiğimiz önem kazanıyor. Mor Çatı’nın feminist sığınak deneyimi ile belediye ve bakanlığın yürüttüğü sığınak çalışmaları bambaşka perspektifteler. Biraz önce belirttiğim gibi kamuya ait sığınaklarda güçlenmeden çok güvenliğin ön plana çıkarıldığını görüyoruz. Kadınlar sığınakta kalırken katı kurallarla karşılaşıyorlar. Aslında güvenliğin ön plana çıkarıldığı bu uygulamaların kadınların özneliğine alan tanınmadığını, sürekli kadınlar adına oradaki görevlilerin karar verdiğini, giriş çıkış saatleri ile ilgili başkalarının kararlarına tabi olduklarını görüyoruz. Hayatımız boyunca toplumsal cinsiyet nedeniyle hep birilerinin gelip bizim hayatımızla ilgili karar verdiği bir pratik içinde yaşıyoruz. Bizi, şiddetle mücadele süreçlerinde güçlendiren şeyin ise kendi hayatımıza dair karar alabilme kapasitemizi genişleten noktalar olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla kamuya ait sığınak deneyimleri kadınlara bu alanı açmadığı için güçlendirici nosyonları zayıf olabiliyor. Mesela Mor Çatı’nın deneyimine baktığımız zaman, özellikle sığınakların düzeni, işleyişi ile ilgili sığınakta kalan kadınların ortak yaşama katılması, kararların ortak alınmasının kadınları güçlendirdiğini görüyoruz.

Eylem planları, sığınaklarda ihtisaslaşmayla ilgili ihtiyacın ortaya çıkışını güvenlik gerekçesiyle açıklıyor. Halbuki biz, bu raporun hazırlanması sırasında hem sığınak çalışanlarıyla hem de sığınaklarda kalan kadınlarla yaptığımız görüşmelerde aslında ihtisaslaşmanın güvenlikle ilgili sorunları çözmediğini görüyoruz. Dolayısıyla buradaki güvenlik sorununun, kadınların sığınaktaki yaşamlarıyla ilgili daha fazla güvenlik önlemi tedbiriyle çözülmediğini, kadınların kendilerini daha rahat ifade edebilecekleri, karar mekanizmalarına dahil olabildikleri süreçlerle sağlandığını görüyoruz. Güvenlik tedbirleri yerine güçlendirici sosyal çalışma işlevsel olabiliyor. Güvenlikçi bakış, aslında ailelerimizde, toplumda karşılaştığımız cinsiyet eşitsizliğini, hetero patriyarkayı yeniden üreten bir işlev üstleniyor. Dolayısıyla kadınları güçlendirmekten çok uzak bir perspektiften söz ediyoruz.

Sığınaklar tabii feminist politika için çok önemli yerler. Ama biz feminist yapılar ya da feminist kadınlar olarak sığınak politikalarında nasıl müdahil olmalıyız? Neler yapabiliriz genel olarak?

Sığınaklar Kurultayı’nın şiarı gibi feminist politikanın umudu “sığınaksız bir dünya” olması. Feministler olarak kadına yönelik şiddetle mücadele hep gündemimizde olan bir konu. Erkek şiddeti, sığınak politikası öncesinde de, bütüncül politikaların uygulanmasının takipçisi olmayı gerektiriyor. Aslında kamunun üstlenmesi gereken bütün sorumlulukları hatırlatmayı hep politik gündem olarak önümüze koyuyoruz. Sığınaklarla ilgili de benzer bir durum söz konusu.

İstanbul Sözleşmesi kaldırıldığı zaman da feministler, feminist örgütler, kadın örgütleri aslında sözleşmenin hiç uygulanmadığını vurgulamıştı. Şu an 6284 sayılı Kanun için de benzer bir durum söz konusu, sığınakların tabi olduğu yönetmelikler için de. Bu düzenlemelere uygun bir şekilde hareket edilmiyor. Bu uygulamaları takip edip kamuoyu ile paylaşmak önemli bir müdahale haline geliyor. Örneğin bu raporun hazırlanması gibi.

Buna ek olarak bir de kadınların erkek şiddeti karşısında yükselen mücadelelerinin farkında olmaktan bahsedebiliriz. Toplumsal olarak kadınların özgürleşmelerine yönelik artan bir müdahale olarak erkek şiddeti karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla erkek şiddeti ve erkek şiddeti ile mücadelede rol alması gereken mekanizmalar söz konusu olduğunda bize düşen müdahillik perspektiflerinden birinin mağduriyet yerine bu mücadeleyi odağa alan yaklaşımlar olduğunu düşünüyorum.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.