AWID Uluslararası Forumu 2016 sonbaharında ilk kez Brezilya’da gerçekleşti ve Brezilya feminist hareketlerine ve perspektiflerine ışık tuttu.
Ani Phoebe Hao
Feminist hareketler arasında kesişimselliğin ve daha fazla dayanışmanın önemine ilişkin çok şey söylendi, ancak kesişimsellik bizi mutlaka feminist hareketlerin ve çalışmaların sömürgeleştirilmesi üzerine düşünmeye zorlamıyor. Feminizmi sömürgesizleştirmek (decolonize) ne anlama geliyor? Feminist hareketleri ve pratiklerimizi sömürgesizleştirmeden, feministler arasında kesişimselliği ve ulusötesi dayanışmayı gerçekten başarabilir miyiz?
Genç Feminist Aktivizm (GFA) Ağı’ndan Isabela Camargo Soares da Cruz ve Rebecca Tainã dos Santos, Brezilya bağlamında feminizmi sömürgesizleştirmeye yönelik pratikler ve perspektifler sunan iki genç feminist. Feminizmi anlamaya yönelik kişisel yaklaşımları, kolektif çalışmalarının kesişimselliğini de vurguluyor: Isabela ve Rebecca, Brezilya çapında farklı bölgelerde çalışan, Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı ve Hakları’nı (CSÜS) savunan feministlerin öncülüğündeki Coletivo Mangueiras adlı genç bir kolektiften.
Isabela ve Rebecca’nın oturumu, feminizmi anlama ve özellikle küresel Güney’de feminist eylem yapma biçimimizi derinlemesine sorguladı. Brezilya’da, feminizm kavramı ilk olarak, Brezilyalı kadınların çoğunluğunun ihtiyaçları, kaygıları ve gerçeklerine çok az yer veren bir hareketi kurgulayan ve yaratan eğitimli beyaz kadınlar tarafından benimsendi. Avrupa ve ABD’nin feminist kuramlarına dayanan ve beyaz kadınların deneyimlerini evrensel olarak yorumlayan feminist harekette doğası gereği bir eksiklik vardır. Kadın hakları örgütleri kurulurken, bu çalışmayı tanımlayan resmi belgeler, kurumlar ve anlaşmalar küçük bir grup ülkeden, iktidarlardan ve çoğunlukla da Brezilya dışından geldi. Hükümetlerin, hükümetler arası kurumların, üniversitelerin ve STK’ların, kadın hakları gündeminin önceliklerini belirlemesinin anlamı nedir? Bu kurumlara ve iktidar alanlarına erişimi olan kadınlar kimlerdir?
Isabela ve Rebecca bu senaryo ve soruları kimlik, toprak, beden, ırk, etnisite ve topluluk perspektifiyle irdeliyorlar.
Kendisini Roman-Brezilyalı bir kadın olarak tanımlayan Rebecca Tainã dos Santos, “sömürgeleştirilmiş” feminizmin onun temel varlığını ve feminist çalışmalara katılımını nasıl reddettiğini gayet iyi anlıyor. Dünya çapında kötülenmiş, ötekileştirilmiş ve cinselleştirilmiş bir etnisiteden gelen genç bir kadın olarak kimliğinin, etnisitesinin, milliyetinin, topraklarının ve bedeninin küçümsendiğini söylüyor. Feminizmi sömürgesizleştirmeden harekete dahil olması mümkün değil. Feminizmi sömürgesizleştirmediği sürece bir evi yok. Böylece Rebecca, feminizmi anlayabilmek için bedenini evi, toprağı, alanı yapıyor.
“Bedenlerimiz bizim toprağımızdır. Eğer bedenim benim toprağımsa, o halde sınırlar benim için geçerli değil,” diye açıklıyor Rebecca: “A nossa pátria, o nosso território, somo nós mesmas – Anayurdumuz, toprağımız bizleriz.”
Rebecca, ulusötesi feminist diyaloğa ve çalışmaya katılmak için açık bir davet olmaksızın, katılımcılık ve etnik kimliğini masaya getirmek konusunda ısrar ediyor. Sömürgeci perspektiften gelen, kadın haklarını anlamada belirli bir çerçeve ve praksisi olan BM Kadın (UN Women) gibi kurumlarla nasıl başa çıktığı sorulduğunda, “Bu çerçeveleri sorguluyorum. Onlara meydan okuyorum. Belgelerini başka bir dilde göndermelerini istiyorum. ‘Etnik köken’ kelimesinin dahil edilmesi için kavga ediyorum,” diyor. Rebecca ve diğer kadınların çabaları sayesinde yakın geçmişte Roman kadınlar için ilk ulusötesi buluşma Brüksel’de gerçekleşti.
Isabela Da Cruz, Invernada Pail de Telha adlı bir quilombo’dan geliyor. Quilombolar, çoğu eskiden köle veya kölelerin torunları olan Afro-Brezilyalılar tarafından kurulan bölgeler.
Quilombolalar veya quilombo sakinleri, toprak haklarının tanınması için yüzyıllardır savaştılar ancak yine de birçok quilombo Brezilya hükümeti tarafından tanınmıyor ve sürekli tahliye tehlikesi altında. Bazen bilinçsiz olsa ve doğrudan feminizm olarak anlaşılmasa da Isabela’nın feminizm deneyim ve anlayışı, bir topluluk pratiği.
Isabela, Quilombola topluluklarının esasen anaerkil olduğunu ve komünal bir feminizm perspektifine sahip olduğunu düşünüyor. Öyle ki kadınların karar alma ve topluluk yapısına katılımı çok önemli olup bu şekilde kabul edilmiştir. Isabela, özellikle feminist önceliklerin ve topluluk bölgelerinin kesişimselliğinden ve bunların birbirlerinden ayrılamaz olduğundan bahsediyor.
“Kesişimsellik için farklı kimliklerimizi savunmalıyız,” diyor. “Topluluklarımızı, bölgelerimizi korumak için savaşıyoruz, ancak bu bizim kontrolümüz dışında ve tam anlamıyla elimizde değil. Bedenlerimiz gerçekten sahip olduğumuz tek şey ve bedenlerimizi korumalıyız. Ve bedenlerimizi korumak ilişkiseldir -kendimize bakmalı, kendimizi yenilemeli ve birbirimize iyi bakmalıyız. Biz kadınlar, herkese ait olan topraklar için, topluluklarımız için, ailelerimiz için savaşıyoruz- ve bu feminizm diye adlandırılmasa bile feminizmdir. Feminizm topluluktur.”
Isabela ve Rebecca, Brezilya’daki topluluk temelli feminist pratikler ve alanlardan örnekler de sundular. Brezilya’daki topluluklarda, çoğu anne olan kadınların elemeği ürünler yaratmak ve bunları kolektif olarak satmak için yaptıkları gayri-resmi bir araya gelişler, clube de mães gibi kadınların öncülüğündeki ve kadınların yönettiği girişimler aslında feminist pratikler olabilir. Daha dirençli olmak ve hayatta kalmak için girişilen öz-örgütlenme, çeperdeki kadınların kendi toplulukları ve aileleri için fon oluşturdu. Isabela, “Bunlar feminizmin çok erken, öncü biçimleri. Feminizm sadece okulda öğrendiklerimiz değil, yaptığımız şeydir,” diyor ve ekliyor “Eylem olmalı, kadınlar için atölye çalışmaları yapmalı, topluluk oluşturmalı ve topluluğunuz için kaynaklar yaratmalı.” Topluluğa özgü uygulamaların da genellikle kendi ifade ve iletişim biçimleri vardır ve bunun bir örneği Brezilya’daki funk müziktir. Funk müziği favelalarda ve Brezilya’nın kenar mahallelerinde başladı ve genellikle kadın düşmanı ve aşağılayıcı sözlerle erkek funkeirolar tarafından üretiliyordu. Bununla birlikte, feminist funkeiralar öne çıkarak hakları, kadınlara saygı hakkında şarkılar söylediler ve favelalarda ve kenar mahallelerdeki maço kültürün statükosuna meydan okudular.
Rebecca ve Isabela’nın mesajları çok katmanlıydı ve kendi başlarına feminizmi sömürgesizleştirmeye yönelik bir yaklaşımdı.
Odadaki katılımcılar, özellikle de diğer marjinalleştirilmiş topluluklardan kadınlar onları ve kişisel feminist çalışma hikayelerini dinleyerek öz-düşünümsel bir sürece girdiler. Yalnızca belirli feminizm ve kadın hakları çerçevelerinin tartışıldığı diğer uluslararası konferanslarla karşılaştırıldığında AWID Forumu, Rebecca ve Isabela’nın oturumundan sonra, kendilerini tanımlanmış ve tanınmış hissettiğini söylemek için söz alan, favelalardan, quilombolardan ve çeşitli etnik gruplardan gelen kadınlar için güvenli bir alandı. Bu düşünümsel an, feminizme ve feminist hareketlere erişme ve bunları anlamanın önündeki engeller olan ırk ve etnisitenin tanınmasının önemini fark eden kolektif bir anlayışa yol açtı. Aynı zamanda, Brezilya’da 1980’lerde ve 1990’larda dile getirmeye, yazmaya ve harekete geçmeye başlayan siyah feministler gibi diğer madun ve marjinalleştirilmiş feminist bilgi üretenler göz ardı edilirken, bu durum, feminist bilginin ne olarak algılandığını ve feminist bilgiyi kimin ürettiğini fark etmemize de yardımcı oldu. Bu, farklı ülkelerdeki farklı topluluklardan kadınların farklı gerçeklikleri, toplumsal eşitsizliklere ve egemen güçlere meydan okuyan feminist çalışmalarının farklı olacağı ve bunun kabul edilmesi ve buna değer verilmesi gerektiği anlamına geliyor.
Feminist teorilerimizi, bilgimizi ve pratiklerimizi sömürgesizleştirme sürecinden geçirmeye çalışırken aynı zamanda ulusötesi feminist hareketler ve dayanışma inşa etmek kesinlikle kolay değil. Ama gerçekten farklı bir gelecek inşa etmek istiyorsak bu çok önemli görünüyor. Kültürleri, gelenekleri ve toplulukları korumaya ve bunlara saygı duymaya çalışırken aynı zamanda bu alanlara hâkim olan ataerkil yapıları ve cinsiyetçiliği sorgulamanın hassas bir dengesi var gibi görünüyor.
Yine de bu, birçok kadının uğraşmaya istekli olduğu bir meydan okumadır çünkü kültür, kimlik ve topluluk, hükümetlerden veya neoliberal ekonomik yapıların inanmamızı istediğinden çok daha önemlidir. Belki de feminist hareketlerimizi sömürgesizleştirmenin ilk adımlarından biri, kitaplarda veya konferanslarda tanıdığımız feminist çalışmalara benzemese bile topluluğa özgü, otonom ve öz-örgütlenmiş feminist çalışmalara saygı duymak ve değer vermektir.
Çeviren: Hanife Aliefendioğlu
Bu yazının orijinali 15 Aralık 2016 tarihinde AWID sitesinde yayınlanmıştır.