İran Şahı’nın devrilmesinin ardından, 1 Şubat 1979’da Humeyni Paris’ten Tahran’a geldi. Kısa bir süre içinde de otokratik dincilerin devrimi ele geçireceği kendini belli etmeye başladı. Humeyni, devlet bakanlıklarında, kadınların örtünmesi gerektiğini ilan etti.[1] Bugün de hâlâ devam eden, kadınların bedeninin kontrol edilmesi ve ayar verilmesi siyasal İslamcılar için birincil meseleydi.
Humeyni’nin açıklaması üzerine, yüz binlerce kadın, “Yeni rejimin kadın düşmanı düzenlemelerine karşıyız” diyerek sokağa döküldü. 8 Mart 1979’daki bu kadın ayaklanmasının yoğun şiddet ve manipülasyonlarla bastırılması, tam altı günü buldu. Kadınlar, “Devrimi geriye gitmek için yapmadık”, “Özgürlük ne Doğulu ne Batılıdır, evrenseldir” sloganlarıyla sokakları inletiyordu. Kadınlar, özgürlüğü temel hareket noktası yaptılar ve siyasal İslamcılara karşı demokratik mücadelenin öncüsü oldular.
Sol, demokratik muhalefetin, üyelerine kadın ayaklanmasının parçası olmasını söylememesine rağmen farklı ideolojilerden kadınlar da protestolarda yer aldı. Bazı sol gruplar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Tahran Üniversitesinde etkinlik düzenlerken Humeyni’nin tesettür açıklamasını protesto etmek için kadınlar çoktan sokaklara dökülmüştü. Protestocu kadınlar, üniversitedeki etkinliklere gidip “Neden burada oturuyorsunuz? Bize sokakta saldırıyorlar, vuruyorlar” diye isyan ediyordu. Bu önemli bir kırılma anı oldu, soldan kadınlar da protestolara dahil oldular.
Ayaklanma konusunda Humeyni’nin medyası sus pustu. Televizyon ve radyolarda, on binlerce kadın Adalet Sarayına yürüyüp oturma eylemi yapana kadar hiçbir haber yapılmamıştı. Oturma eyleminden sonra devletin medya kanalları, kadınları bölmek ve güçsüzleştirmek için türlü montajlı propaganda yayınlarına başladılar. Kadınlar, devlet televizyonları eliyle kâh monarşi yanlısı kâh kürk mantolu fahişeler olarak resmedildi.[2] İslamist rejim; diktatörlük ve yabancı, emperyalist korkusunu lehine kullandı, var olan çelişkilerle ustaca oynadı ve özgürlükçülerin gücünü kırdı.
Şah Rıza Pehlevi monarşisinin devrilmesinde rol alan, rekabet hâlindeki çoklu politik aktörler ve toplumsal güçlerin marjinalize edilmesi ile dinci Şiilerin hegemonyasının artışı eş zamanlı oldu. Humeyni’nin zafer ile dönüşünü takiben, bağımsız kadın hareketinin bastırılması, ülkede dini kuralların yasalaştırılması, ABD ile rehine krizi (ABD Büyükelçiliğinde 66’sı Amerika vatandaşı 90 kişinin Şah’ın ABD’den İran’a gönderilmesi talebiyle rehin alınması), sayısız politik cinayet, kitlesel hapsetmeler, üniversiteler, askeriye vb. pek çok kurumda bir dolu tasfiye içeren iç savaşın eşiğine gelinen olaylar peş peşe yaşandı. Rejimin Baasçı Irak’la savaşa girmesi, muhalefet ve demokrasi güçleri üzerindeki baskıyı arttırma, meşrulaştırma işlevi de gördü.
İran Devrimi’nin siyasal İslamcılar tarafından ele geçirilip korkunç bir karanlık ve yıkım yoluna girmesinden, 1980’lerden bu yana, politik mücadele yürütenler, tarihçiler, “İranlı kadınların ülke tarihindeki en önemli ayaklanması ile diğer seküler, siyasal İslamcı olmayan güçlerin dayanışma içinde hareket etmemesi boşa harcanan bir fırsat mıydı?” sorusuna kafa yoruyorlar. Buna rağmen bu soruya tatmin edici bir yanıt neredeyse hiç verilmemişti.
Modern İran üzerine araştırma yapan Nasser Mohajer (solcu araştırmacı, 83’te sürgüne gitti) ve Mahnaz Matin (feminist tıp doktoru, 83’te sürgüne gitti), Mart 1979’daki bu tarihi altı gün hakkında, bin sayfalık iki ciltli ufuk açıcı bir kitap yayınladı: The Uprising of Iranian Women, March 1979. [3]
Bu çalışma, İran’da kurulan yeni siyasal İslamcı, köktendinci rejime karşı ilk protestoyu kadınların yaptığını net biçimde gösteriyor. Mohajer ve Matin’in vurguladığına göre Batı medyası protestolarda modern giyimli kadınları odağına alsa da ayaklanma içinde çarşaflı ve örtülü kadınlar da yer almış. Altı gün süren ayaklanmayı tanıkları ve belgeleriyle ele alan kitap; hem İranlı kadınların, feministlerin eşitlik ve adalet için yüz yılı aşkındır yürüttükleri mücadelelerini hatırlatıyor hem de seküler hareketlerin tarihini bastıran, yasaklayan İslam Cumhuriyeti’nin resmi hikayesini boşa düşürüyor.
https://iranwire.com/en/features/24
[1] “Sin cannot be committed in Islamic ministries. Naked women must not enter Islamic ministries. Women must wear the hijab (veil) in the ministries”.
[2] Mashid Amirshahi, In Residence (Dar hazar) kitabında bu haberleri inceledi.
[3] Mahnaz Matin, kendisi ayaklanmaya katılmamış olsa da Fransa’da sürgündeyken konu hakkında çok tanıklık dinlemiş. Bir grup Fransız kadının İran Kadın Hareketi hakkında yaptığı Year Zero filmini izlemesi de bu araştırmaya ilham olmuş. Martin, Simone de Beauvoir’ın başkanlığını yaptığı, yirmi kişilik feminist Kadın Haklarını Savunma Komitesinin İran’ı ziyareti ve kaleme aldıkları (daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış) raporlarına da değiniyor. Martin’in bu grubun içinde olan kişilerle yaptığı görüşmeler kitaba dahil edilmiş. Aynı zamanda kitabın ikinci cildi küresel dayanışmaları inceliyor. Devrimden sonraki ilk 8 Mart’ı kutlamak üzere ülkeye giden ünlü Amerikalı feminist Kate Millett, ayaklanmalara tanıklık etmiş ve ilk elden deneyimlerini Going to Iran kitabında anlatmış. Yine ünlü Fransız feminist hukukçu Gisèle Halimi, Le Monde’da “İranlı kadın ayaklanmasıyla dayanışma enternasyonalist feminizmin ilk talebidir,” diyen bir makale kaleme almış.