Biz Yoğurtçu Kadın Forumu olarak bu yıl 8 Mart’la ilgili konuşurken “Gelecekteki 8 Mart’lar veya yaşamak istediğimiz dünyaya dair ütopyalarımız neler ola ki?” diye sorduk.

Her sabaha operasyonlarla uyandığımız, iyi miyiz diye birbirimizi daha sık yokladığımız günlerdeyiz. İnsan, kadın, LGBTİ+, hayvan hakları ve doğa savunuculuğunun gün be gün kriminalize edilmeye çalışıldığı bu dönemde en çok da feminizmimize, feminist harekete olan umudumuza, feminizmin bize verdiği “özgür, eşit ve adil bir dünya tahayyülüne” sarılarak mücadelemizle, birbirimizle güç buluyoruz. (Bu yazı yazıldığı gün feminist yol arkadaşımız Nimet’in tahliye haberini aldık, hapsedilen tüm arkadaşlarımızı aldığımızda büyük bir şenlik ateşi yakıp etrafında halay çekeriz.)

Harala gürele koşarak yaşadığımız bu yılda da 8 Mart yaklaşırken aklımıza oradaki kalabalık, sloganlar, dövizler gelirken barikatları aşarak iki adımlık yere varmak için kilometrelerce yürünen güzergahlar, bu yolda çekilen bacak ve sırt ağrıları, en meşru hakkımız için döktüğümüz dil ve ter ve 9 Mart Solcu Adamların Feminist Dövizleri Eleştirme Günü de hafızamızı ziyaret etmiyor değil.

Biz Yoğurtçu Kadın Forumu olarak bu yıl 8 Mart’la ilgili konuşurken “Gelecekteki 8 Mart’lar veya yaşamak istediğimiz dünyaya dair ütopyalarımız neler ola ki?” diye sorduk. “8 Mart Feminist Gece Yürüyüşüne (FGY) nasıl şartlarda gelmek isterdim? 8 Mart’ı nasıl kutlamak isterdim? Daha iyi bir 8 Mart için hayalim ne olurdu?” diye sora sora buralara kadar geldik. Gerçi bunu düşünürken aklımıza ilk gelen şu olmuştu, itiraf etmeden geçemeyeceğiz: “2003’teki ilk gece yürüyüşünde 100’e yakın kadın var iken 2018’de 40 bin kişilik bir yürüyüş benim için ütopyanın kendisi.”

Üzerine konuştuğumuz bu ütopyaları yazıya dökmeye, 8 Mart öncesinde feminist hareketimizden bu ütopyaları manifestlemeye karar verdik. Bu yıl mücadelemize, 8 Mart’a bu ütopyalarımızı kuşanarak gidiyoruz. Ütopya dediğimize bakmayın, bunlar düşlediğimiz dünya tahayyülünü, bu yoldaki mücadelemizi içinde barındırıyor. Özgürlük, eşitlik, adalet, aşk, seks, ihtiras ne ararsanız var vallahi.

Dolapta zıkkımın kökü, sokakta isyan var

Bu 8 Mart nasıl geçecek bilemeyiz ama 8 Mart 2026’da nasıl bir yürüyüş olsun isterdik?

“Bütün kadınların sokağa çıkabilecek imkanlarının olduğu, tümünün sokakta olması için erkeklerin işleri kolaylaştırdığı, devletin yolları kapatmadığı, tüm sokaklarda hayatı durdurmadığı, şenlikli kutlamaların olduğu bir 8 Mart hayal ediyorum.”

Erdoğan ne demiş, ülke nereye gidiyor, feministler neyin mücadelesini veriyor, ne yemek yapacağım, kimler tutuklanacak… Bunların derdini gütmeden uyandığımız bir sabah olsun isterdik/isteriz 8 Mart 2026. Kadınların ev, aile ile bir tutulduğu, bu sınırlara hapsedilmek istendiği; yemekti, bulaşıktı, çamaşırdı, çocuk bakımıydı derken hayatlarının daraltılmak istendiği bu koşulların olmadığı günlerden biri olsun isterdik/isteriz 8 Mart 2026.

O gün ev işleri kendiliğinden hallolsun, bulaşıklar kaçmasın, çamaşırlar isyan etmesin. Yollar açık, meydanlar bizim olsun. Yetmezse caddeleri de alalım, parkları da tüm şehri de! Evlerin camlarından kadınlar seslensin birbirine: “Durun, ben de geliyorum!” Belediye hoparlörlerinden anonslar yapılsın: “Bütün yollar 8 Mart’a çıkar!” Metro kapıları yüzümüze kapanmasın, aksine “8 Mart özel seferi” düzenlensin. O gün, polis barikatları değil, halay çemberleri sarsın şehri. Hee illa bir şey kurulacaksa o da feministlerin DJ kabini olsun!

TOMA’lar, meydanlara konfeti sıkmaya programlansın. Ertesi gün baş ağrımız gazdan değil, sabaha kadar eğlenmekten, dans etmekten olsun.

Eşit, özgür ve adil bir yaşam için verdiğimiz her mücadelenin sonunda varmak istediğimiz o dünya

Yaşamak istediğimiz dünyayı anlatmaya gelince önce epey bir yükseldik: Devrim ya feminist olacak ya feminist olacak. Feminist olmayan devrim bizim devrimimiz değildir. Bir ara kızlardan biri elinde yumruklu feminalı bayrakla sokağa çıkmak istedi, zor tuttuk. Dedik dur, daha gidecek çok yolumuz var güzel feministim.

Dünyamızı inşa etmeye başladık önce: Evin kavram olarak da yapı olarak da var olmadığı, labirent şeklinde yaşam alanlarının olduğu kentler, hatta feminist kentler kurduk. Aramızda kalmasın, sevişme eylemini de bu labirentin her bir köşesinde gerçekleştirilebilir hale getirdik kıps…

Bu yaşam alanlarında mutfak diye bir yer yok iken kadınlar için yalnız kalabilme alanları inşa ettik. Günümüzde de Latin Amerika’da bunun örnekleri olduğunu öğrendik: Aynı anda dört kişinin yalnız kalabileceği şekilde oluşturulmuş alanların var olduğunu duyunca pek de uzak bir gelecek gibi gelmedi bize bu kent hayali. Mülkiyetin olmadığı, mahremiyet alanlarının kişiye ait değil de değişken olduğu, başka ben’leri hesaba kattığımız, onları fark ettiğimiz bir kent yaşamı. Mmm bayılırız.

Feminist kentlerle örülmüş bu dünyamızda parayla alışverişe yer yok. Zaten ücretli çalışma da yok. İhtiyaçlarımızı, yapılacak işleri dönüşümlü olarak birlikte yaptığımız, kadınların üstüne yıkılmış ne varsa cinsiyete bakılmaksızın herkesin üstlendiği bir dünyamız olacak. Bu sorumlulukların dönüşümlü paylaşımı ile kadınların organizasyonla, “işler yapıldı mı?” kaygılarıyla dolu olmadığı, tertemiz kafalara sahip olduğu bir düzen. Kumaş mı gerekti, kendimiz yapacağız. Bir eşya mı gerekiyor, buyurun marangoz atölyesi, çamaşırhanenin ilerisinde sağa dönünce. Uzmanlığın hiyerarşi yaratmadığı, bilginin kamusallaştığı, toplumsallaştığı bir sistemimiz olacak.

İş bölümü ve rotasyonun, yaşam alanlarının temeline işlediği bu düzen hayalimiz de çok uzak değilmiş aslında. Bizi aydınlatan, çok gezmiş görmüş arkadaşımızdan yine öğreniyoruz ki evlerini kadınların yaptığı, sadece kadınların yaşadığı, iş bölümü ve rotasyonun geçerli olduğu bir kadın köyü varmış zaten günümüzde de. Ortak çamaşırhane, yemekhane bulunan, güvenliklerini kendilerinin sağladığı bir köy imiş.

Bakımı toplumsallaştırdığımız bir dünya 

Kadınlara yüklenen bakım yüküne ne mi oldu?

Ev içinde çocuk, koca, yaşlı, hasta bakımının kadınların omuzlarında olması yüzünden birçok kadın yalnızca ücretli istihdama değil, örgütlenme mücadelesine de sosyal faaliyetlere de özgür ve kolay bir şekilde katılamıyor. Yıllardır feministler olarak haykırdığımız bir şey bakımın toplumsallaşması. İşte bizim bu dünyamızda da bakım kolektif.

Bakım yükü içinde en çok yer kaplayan da çocuk bakımı. 2025’in “aile yılı” ilan edildiği şu zamanda tek gayemiz anne olmak, aile kurmakmışçasına özgürlüğümüz, kendi bedenimizle ilgili karar verme, seçim yapma hakkımız yok sayılıyor. Biz de dedik ki madem öyle o zaman çocuk yapmak yasak olsun. Şaka, biraz da gülelim, doğurmak isteyen doğurur dedik (Zaten bir ütopya var ki hikayede çocuk oyuncu şart). Ancak bu doğumda erkeğe ihtiyaç yok ve bakımı da kolektifleştirdik (Bu kolektifte olmak istemeyenlerimiz pek tabii olabilir, çocuk bakmak istemeyenler vardır!).

Kolektif bakım, iş bölümü, dönüşümlü sorumluluk alma gibi birçok ilke tarihimizde ve günümüzde denenmiş olsa da her kriz anında çöken bu sistemlerin yerini yine kadınlar alıyor. Ekonomik krizde, gıda krizinde, savaşta… Bu işler yine kadınlara kalıyor. Biz hayatı bu ilkelerle örmek istiyoruz, temelinde bu sistemin olduğu, kriz anlarında elimizde kalacak en temel şeyin bu ilkeler ve sistemler olduğu bir dünya istiyoruz.

Bilginin kolektifleştiği, tıbbın feministleştiği bir dünya mı?

Herkes her bilgiye ulaşabilecek, mesela herkesin temel şartlarda sağlıklı yaşayabileceği şekilde sağlık bilgisine sahip olduğu bir yerde yaşamayı kim istemez? Eğitimin kolektif olduğu, birlikte öğrenip tartıştığımız imkanların önümüzde olduğu bir dünyada? Bu dünyada, feminist kentlerimizde, bu kadar anlaşılmaz ve erkek egemen olmayan, kadınların, lubunyaların ihtiyaçlarını gören ve bu ihtiyaçları gidermeye yönelik çabaların hakim olduğu, feminist bir tıp. Regl sancısı çekmediğimiz bir dünya düşünsenize? Yo, ağlamıyoruz birçoğumuzun gözüne bir şey kaçtı…

Bilginin kamusallaştığı, bakımın kolektifleştiği bu dünyayı teknolojiden azade düşünmedik. Belki de bu kolektifleşmede teknoloji bizim büyük destekçimiz olur (Robot hak mücadelesi için şimdiden dertlenen arkadaşa sarılmak için mola verdik burada).

Tüm kadınların, çocukların ve LGBTİ+ların istediğini giydiği, dilediği eğitimi aldığı, özgürce sokaklarda dolaşabildiği bir dünyada, ışık kirliliğinin olmaması sokaklarda yayıla yayıla yatarak yıldızları izlememize olanak verecek. Bugün basit bir doğa olayını izlemek için bile bir kadın, yanında birine, bir erkeğe ihtiyaç duyabiliyor. Tüm doğa olaylarını istediğimiz yerde istediğimiz şekilde izleyeceğiz. Halley mi geçti, göktaşı mı düştü, yıldız mı kaydı – o zaman dans, o zaman memelere özgürlük diyebileceğiz.

Kadın cinayetlerinin, kadına ve LGBTİ+lara yönelik şiddetin, polis ve devlet şiddetinin, hayvan sömürüsünün, doğa katlinin lugatımızda dahi olmadığı bu tahayyülde, güvenle ördüğümüz sokaklar hayvanların yaşam alanları. Onlara ait ve onların ihtiyaçlarına göre organize edilmiş geniş yaşam alanları var bu sokaklarda. Yıldız kaymalarını koyun koyuna izleyebileceğiz onlarla. Yanından geçilen her hayvanın, kedinin köpeğin başını okşamak bir düstur, onlara kendimize baktığımız gibi iyi bir şekilde bakmak bizim “normalimiz” olacak.

Bu feminist kentlerin sakinleri olarak kendi kendimizi var edebildiğimiz, gerçekleştirebildiğimiz o dünyada patriyarkanın yıkıldığı, sadece isminin değil cisminin dahi unutulduğu bilmem kaçıncı senede ise manzara şu olacak:

Kitaplıkta 8 Mart 2017’deki feminist gece yürüyüşüne ait bir gazete kupürü bulan kız çocuğu, nenelerinden birine sorar: “Nenem nenem 8 Mart 2018’de ne oldu, neden bu kadar kalabalık? Bu kadar kadın ne yapıyor böyle bir sokakta, ellerinde yüzlerinde de renkli şeyler var?”

“Biz kadınlar bir zamanlar erkeklerle eşit değildik. Yüzyıllarca eşitlik, özgürlük mücadelesi verdik. Bize çizilen sınırlara, biçilen rollere, hayatlarımızı elimizden almaya çalışanlara karşı feminist bir mücadele verdik. Bu da 40 bin kadın ve lubunya olarak sokakları doldurduğumuz o gün. Senin isminin kaynağı olan gün o gün, FGY kızım.

Ne sözümüzden ne mücadelemizden ne bu dünyayı kurma hayalimizden vazgeçmiştik o zamanlar. Zor zamanlardan geçtik. Kimi zaman umutsuzlukla kuşatıldık, kimi zaman boğulduğumuzu, yalnız kaldığımızı hissettik. Ama her seferinde dönüp birbirimize tutunmayı seçtik, mücadelemizden destek alarak ve mücadelemize destek vererek ayakta kalmayı başardık.”

8 Mart için ütopyalarımızı konuşup yazalım derken acayip fantastik şeyler düşünür gibi olduk bazı anlarda ama nihayetinde dönüp dolaşıp feminist taleplerimize, kazanmak için mücadele ettiğimiz haklara, özgürlüklere dair hayallerimiz ortaya çıktı genel olarak. Bu kadar kuşatılmışlıkta hayal kurmak bile bir mücadeleye dönüşürken bu 8 Mart’ta da sokaklarda bu hayallerimizi birlikte haykıralım mı?

Hayal kurma, ütopya yaratma kabiliyetimizi dahi elimizden almak isteyenlere karşı 8 Mart’ta Taksim’de buluşalım.

“Eylemmeye değil eğlenmeye gideceğimiz 8 Mart’lara.”

* Bu yazı, 2 ve 16 Şubat tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz YKF Kolektif Yazı Atölyesi sonucunda birlikte yazılmıştır.

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.