Altmış üç yıllık yaşamında kadın, eş, anne, hasta, hastabakıcı ve birkaç adet daha belirleyici sıfat edinmiş teyzem öldüğünde eşyaları ayrıldı. Bu fasıl benim için umduğumdan daha yıkıcıydı. Hiç fark etmemiştim, teyzemin çok az eşyası vardı.

Dikkat dikkat! Bu yazı teyzemi tanıyanlar için tetikleyici olabilir. Sanırım, okuyan herkes için de. 

Her şey teyzemin beklenmedik bir biçimde ölmesiyle başladı. Kasım ayının ortasında devlet hastanelerinde bir türlü tedavi edilemeyen kansızlık nedeniyle özel bir hastaneye götürülen teyzeme dördüncü evre kolon kanseri tanısı kondu. Tam on beş gün süren, doktorlar, hastane ışıkları, beliren küçük umutlar ve beliren büyük umutsuzluklar; teyzemin yaşamaktan adım adım uzaklaşan bedeni ve son. On beş gün sonra 29 Kasım’ı, 30 Kasım’a bağlayan gece, teyzem, ismi Servet, gözleri mavi, şimdiye dek sahip olduğu tüm sıfatlardan ve yaşamı boyunca ona biçilmiş tüm görevlerden istifa etti. Ölerek. 

Her ailede, kadınların bir araya geldiğinde iç çekişlerle öyküsünün tekrar tekrar üzerinden geçtiği, dönüm noktalarını teker teker işaretlediği, hataları ve günahları sahiplerine teslim edip bu yazgıda payı olanları kötü dileklerle uğurladığı ve yaşamını genç kadınlara ibret olsun diye parmakla gösterdiği bir kadın vardır. Çoğunlukla bir mahvoluş öyküsünün farklı versiyonlarıdır, çoğunlukla bir erkek yüzündendir. Çoğunlukla sonu çok kötü biter. 

Teyzem o kişiydi işte. Okurken mutlaka sizin aklınıza da biri geldi. Evet o. 

Bu yazıyı yazıyorum, çünkü diye cümleye başlıyorum ve gerekçeler sıralamak istemiyorum. Okuyanlara yalnızca şöyle diyorum: bu yazıyı yazıyorum, çünkü teyzem sizin onun öyküsünü okuduğunuzu ve bir an için onu düşündüğünüzü bilse bu çok hoşuna giderdi. Ve bu yazıyı yazıyorum, çünkü teyzemin gelecekten istifa ettiği geceden bu yana, onu onurlandıracak ne yapabileceğimi bulamadım. O yüzden elimden gelen tek şeyi yapıyorum. 

Teyzem üç kız kardeşin ortancası, hep içine kapanık, biraz çekingenmiş. Kıvırcık sarı saçları, masmavi gözleri vardı, ama kendini oldum olası hiç beğenmezmiş. İlkokul yaşamı pek parlak geçmemiş ki sevgili babası karnesinde zayıfları gördüğünde küçük teyzeme vurmuş, aptal demiş. Sonra babası ölünce, kulakları duymayan annesi, küçük teyzem, diğer küçük teyzem ve küçük annem için “başımızda erkek yok” günleri başlamış. Eh, küçük teyzem ne yapsın, zaten pek de okuyası olmayınca on yedi yaşındayken mahalleden birine aşık olmuş. Başımıza bir erkek gerekir diye. Gerisi malum hikaye. Yıllarca süren şiddet, çaresizlik, gidişler, geri dönüşler, zayıflayan ruh, sönen yaşam ışığı, sevgi kılığına bürünmüş yalanlar, çocukluğun eksiklikleri, sonra dibe ve daha da dibe batma… Sonra bir tarihte teyzemin bedeninde bozulmalar başlamış, henüz genç, kırk yaşında bile değil, karnı şiş, inmiyor. Cildinin rengi bir acayip, saçları dökülüyor, güzel kıvırcık sarı saçları. Doktorlar bakıyor bakıyor teyzeme, bir şey bulamıyor, ağrı kesici veriyor. Stresten olabilir diyorlar, stres neyden peki, şşşşt sorma, duymamış olayım. Kemik erimesi var teyzemde, 40 kırk KIRK yaşında, doktorlar diyor ki sevilmemekten olmuş, size bir antidepresan hatta çok antidepresan yazalım. Sonra kadın doğumcu alıyor karşısına, diyor ki böyle olmaz, şikayet etmek yok, görevin kocanı mutlu etmek, bol bol doğum kontrol hapı yazalım. Hormanların mı, boşver be, zamanı gelince düşünülür. Sonra başka biri ameliyata alıyor teyzemi, ağrıların geçer şimdi diyor, kesin strestendir. Şimdi açacağız göğsünü Servet Hanım, çekip alacağız içindeki o sıkıntıyı, duyuyor musun beni Servet Hanım? Uyumuş bile.

Teyzemde Cushing Sendromu varmış (çok stres altında olan kişilerin beyni çok fazla stres hormonu salgılayarak kendi kendine sağlam bir ceza biçiyor), tam on iki yıl teşhis konulamadı. Ağrıları vardı, tam on iki yıl. Yüz kırk dört ay ediyor. Kadın bedenini mistik bir organizma gibi gören tıp, bir şekilde teyzemin vücudunda olan bitenlerin stres nedeniyle olduğu kanaatindeydi. Teoride doğruydu da stres insanın kemiklerini eritir mi? On iki yıl yüz kırk dört ay ediyor. Ağrılar çekerek teyzem o sıralar görevi neyse onları yapıyor. Kimseye evin içinde yaşadıklarını anlatmıyor, ama herkes her şeyin farkında. Kadınlar yaşam ışığı sönmüş bir kadını tanıyorlar, o sıralar mahallede arkadaşları var, soruyorlar, Servet seninki sinirli mi? Çok mu bağırıyor? Kızım senin hâlin hâl değil biraz dışarı çık… Kardeşleri arıyor, Servet hadi topla bavulunu gel, hadi kızım bir gayret, hadi maviş. Olmuyor. Yıllar yılları kovalarken kocası hastalanıyor. Eh ne olacaktı, omuzlarındaki iki meleğin şaşkın bakışları arasında teyzeme yeni bir görev daha çıkıyor, hasta bakımı. Onu da yapıyor teyzem. Ağrılar yok artık, başka şeyler var içerilerde de, ağrılar yok en azından. 

Öyle böyle, yıllar geçiyor işte. 

Ben teyzemin istifasından sonra bu anlattığım yaşamı birkaç defa gözden geçirdim. İnanır mısınız, neler farklı olabilirdi dediğimde yolun sonu ya doğrudan bir erkeğe ya da bu topluma, onun her yerine sızmış patriyarkaya çıktı. Güçlü kadınların övülüp durduğu, “güç” kavramının tamamen eril bir değişip dönüştürme ile özdeşleştiği bu zalim dünyada teyzem “güçsüz” olarak tarif edildi. Bazıları çık çık çık nidalarıyla sakin olmasını öğütledi teyzeme, madem zamanında güçlü olamamıştı, şimdi kocasına bakacak, yedi gün yirmi dört saat o evde çakılı kalmaya tamam diyecek ve kızmayacaktı. Kimse geçmişten bahsetmemeliydi belki de, teyzemi bu hâle getiren hayatı nasip deyip kabul etmeli, tercihler deyip asıl failleri unutmalıydık. Böylece bizi rahatsız eden bu bedbaht yaşamın faturasını teyzemin kişisel kararlarının üzerine yükleyebilirdik. Oysa yüklememize gerek yoktu; fatura teyzem tarafından tekrar tekrar her gün ödeniyordu zaten. 

Tüm dünya olması gerektiği gibiydi de, teyzem güçsüzdü öyle mi? Oysa en nihayetinde ebeveynleri tarafından ihtiyacı kadar desteklenmemiş, okuyacak pırıltıya sahip olmadığı düşünülmüş, bir şeyleri yapamayacağı, biri olamayacağı fikrine kapılmış milyonlarca kız çocuğundan biriydi; inat edip okuyabilirdi, inat etmedi. O adamdan boşanabilirdi (öyle mi?), göze alabilirdi, alamadı. Yani birkaç karara karşılık bütün bir hayat. Öyle mi?

Peki geri kalanlar ne olacak? Listem şöyle. Mesela on iki yaşındaki küçük teyzemin özgüvenini yerle bir eden babası? “Başlarında baba yok” diye parmakla gösteren mahalleli? Camdan gelip geçene bakıyor diye annesine şikayet eden komşular? Aşık olduğunu düşündüğü, yaşamına el koyan adam? O adamın teyzeme yaptıklarını bilen ama yüzüne bakan, masasına oturan, sevip sayanlar? “Sonuçta karısı” diye o kavgalara kulak tıkayan komşular? Kocası hasta olunca “bakacak işte, kocası” diyenler? Daha da genişletelim bu fotoğrafı. Kadınların ev içi emeklerini görünmez kılan, onları beş parasız, güvencesiz, dımdızlak bırakan sistem? Kadınların hastalıklarını gizemli duygu dünyalarının ürünü sayan, araştırmaya tenezzül etmeyen tıp? Sinirli kadınların sanki doğuştan sinirliymişler gibi derhal antidepresan kullanmasını salık veren doktorlar? Doğum kontrol hapının kullanımını prezervatiften daha normal bulan anlayış? Psikolojik şiddete uğrayan bir kadının bunu anlamlandırabilmesi için hiçbir destek sağlamayan sistem? Boşanmış bir kadın için hiçbir destek sağlamayan sistem? Hasta kocasına bakan bir kadın için hiçbir destek sağlamayan sistem? Yani hepsi suçsuzdu, hepsi olması gerektiği gibiydi de teyzem güçsüz biriydi, öyle mi?

Altmış üç yıllık yaşamında kadın, eş, anne, hasta, hastabakıcı ve birkaç adet daha belirleyici sıfat edinmiş teyzem öldüğünde eşyaları ayrıldı. Bu fasıl benim için umduğumdan daha yıkıcıydı. Hiç fark etmemiştim, teyzemin çok az eşyası vardı. Yukarıda fark edip öfkelendiklerim yetmiyormuş gibi, teyzemin istifasının bu yazıyı yazdığım 32. gününde dahi her gün eşyalarıma bakıyorum. Eşyaların anlamını, dünya bakımından ve erkekler, kadınlar, çocuklar bakımından anlamını düşünüyorum. Eşyalar dünyaya yayılma biçimlerimizden biriymiş. Geçmişimizi, bugünü yaşama biçimimizi, gelecekten beklentilerimizi tarif eden eşyalarımız. Geçmişi hatırlamayı sevenler için kutular; diplomalar, ilk sevgilimle gittiğim konserin bileti, yalnız çıktığım bir tatil, günlüklerim, çizdiğim resimler, yazdıklarım, not defterlerim, sarhoşken çekilmiş bir fotoğrafım, köpek dostum Sakız’a sarılırken, sahile inmişiz. Bugünü yaşayanlar için, son moda bir bot, kolay taşınabilir sağlıklı su şişesi, kalemler, okuduğum kitap, yapılacak işler listesi. Geleceği bekliyorum: yoğun nemlendirici kremler, düzenli içtiğim vitaminler, kumbara, kendime ödül olarak vereceğim şeylerin listesi, başarılarım ve başarısızlıklarım. 

Eşyalarımla evin, yaşamın her yerine bir parazit gibi yayılmış benim aksime, teyzemin birkaç parça kıyafeti, çoğunlukla pijaması, başkalarının ona aldığı birkaç küpesi vardı. Dolaplarından sevdiklerinin fotoğrafları, annem kitap yazdığında çıkan tanıtımların gazete kupürleri, kronik ağrılara ilişkin ünlü doktorların tavsiye verdiği birkaç yazı ve bir lise yıllığı ve bir de defter çıktı. Koskoca geçmişin teyzeme bıraktıkları. Bu azlık bana çok şey düşündürdü. Kendine koca dünyada bir kıçlık yer bulabilen teyzem hiç kendi parasını kazanmamıştı, dolayısıyla kendine aldığı şeylerin sayısı hayli azdı. Başarıları yoktu hayatta, adını lise yıllığından başka bir yere yazmamışlardı, ameliyat formları dışında. Sıfatları hep başkalarıyla ilgiliydi bu yüzden tek başına yaptıkları listesi bomboştu. Hastalıktan sonra vücudu belirgin şekilde deforme olmuştu, bu nedenle çekmecelerde umutsuzca sürülmeyi bekleyen eski bir kırışık karşıtı bir krem bir de yüz masaj aleti vardı. Kendine aldığı birkaç parça şey buydu. Kitapları çocuk odasındaki kitaplığın arasına karışmıştı. Tuvalette bir diş fırçası bir de el kremi vardı. Duvarlarda çocuklarının fotoğrafları. Tamamen kendisine ait hiçbir şeyi yoktu teyzemin, bu yüzden altmış üç yaşında lise yıllığını ve çocukken dergilerden kestiği sayfaları yapıştırıp şiirler yazdığı bir defteri saklamıştı. İşte sokakta yanınızdan geçip giden herhangi bir kadının bu dünyada kapladığı yer bu kadardı.

Bu kısım benim sık sık hayat hakkında sohbet ettiğim ve teyzem olduğu için yaşamının gerçekliğini çok da iyi idrak edemediğim teyzemin gerçekliğiyle yüzleşme kısmım. Milyonlarca kadının hikayesinden hiç de farklı olmayan, aslında teoride çok yakından bildiğimi sandığım, gidince boşluğunun bana anlattığı hikayesi. 

Erkek dünya içerisinde bir başarı öyküsü olmayan ama gerçek olan, milyonlarca olan, her gün, her an, hep tanıdık olan hikayesi. Yaşamlarımızın patriyarkanın ağlarına farklı biçimlerde takıldığı, yalnızca “güçlü” olanın hayatta kalabileceğini salık veren bu sistemde dünyadan hak ettiği desteği bulamayanların, gücünü toplamaya hali kalmayanların hikayesi. İsteyen herkesin başaramadığı gerçeklikler evrenindeyiz ve burada istemek başarmanın onda biri bile etmiyor. 

Hayallerimde bu evrenden çıkıyorum, öldüğün güne dek yaşadığın hayatı en baştan yazıyorum teyze. Kimse kalbini kırmıyor, kendine güvenin dimdik ayakta, değilse de işte sosyal destek mekanizmaları var teyze, kendine güvenini kazanmanı sağlayacak korunaklı bir çemberle sarılıyor çevren. Okuluna gidiyorsun, derslerini düzeltmekte öğretmenin sana yardımcı oluyor. Baban yok diye elin ayağına dolaşmıyor sokakta yürürken, boyun kısa görünsün diye kambur yürümüyorsun. Hayallerimde o gençlik hatasından geri dönüşün var; psikolojik destek alabiliyorsun teyze, kendi başına yaşayabileceğine inanıyorsun. Hayallerimde hastalığına hemen tanı konuyor, doktorlar anlattıklarını can kulağıyla dinliyor, ağrıların hemen geçiyor. Öfkeni yatıştırmanı beklemiyor kimse, içini döküyorsun, sessiz olmak zorunda değilsin, kimse ayıplayamaz seni. Hayallerimde görmek istediğin her yere bir arabaya binip kendin gidiyorsun teyze, hem de sen kullanıyorsun. Küçük arabanı bir deniz kıyısına çekiyor, o çok sevdiğin deniz manzarasını izliyorsun. Hayallerimde özgürsün ve “biri”sin, dünyada daha çok yeri olan biri. 

Bunları anlattım, çünkü teyzem bir kadındı, iyi kalpli, nazik, bazen sinirli, bazen güler yüzlü bir kadındı. Öfkeliydi, bazen sakindi, kırgındı ama kahveyi nasıl içtiğimi ve hangi tatlıyı sevdiğimi ve arkadaşlarımın isimlerini hep hatırlardı. Sabahları geç kalkar, geceleri geç yatar, gezmeyi ve denizi çok severdi. Yaşamış, sevmiş, kızmış, iz bırakmış ama iz bırakıp bırakmadığını hiç bilmemiş bir kadındı. 

Teyzem bir kadındı, hepimiz gibi bir kadındı, ve bu sayfa artık ona ait. Şimdi siz de varlığından haberdarsınız. Şimdi o evde çakılı değil. Daha fazla yeri var. 

Bu yazıyı okuyup bunu mümkün kıldığınız için, en derinden teşekkürler. 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.