Çatlak Zemin’in 1 Mayıs Kadın Emeği dosyasını bir söyleşi ile açıyoruz.
1 Mayıs yaklaşırken sağlık alanında kadın emeğine yakından bakmak istedik çünkü kadınların en fazla istihdam edildiği alanlardan biri sağlık iş kolu. Dünyada sağlık emekçilerinin %70’ini kadınlar oluşturuyor. Türkiye’de tüm sektörlerde istihdam edilen kadın oranı %28’ken sağlıkta %55. Bu yıl özellikle deprem bölgelerinde yaşamı yeniden kurmak için harcanan kadın emeğinin sağlık alanında da kat kat arttığına tanıklık ediyoruz. Samandağ’da kamuda psikolog olarak çalışan, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Hatay şubesinde yöneticilik görevini de üstlenen Nilgün Yeniocak Aşkar’la deneyimi ve tanıklıkları hakkında söyleştik, sizlerle paylaşıyoruz.
Sevgili Nilgün, kendini biraz tanıtabilir misin? Ne kadar süredir SES’te örgütlüsün?
Nilgün Yeniocak Aşkar, psikoloji bölümü lisansımı Mersin Üniversitesi’nde, klinik psikoloji yüksek lisansımı Ankara Üniversitesi’nde tamamladım. Özelde ve kamuda beş yıl çalıştıktan sonra yüksek lisans yaptım ve 2010’da Sağlık Bakanlığı’nda çalışmaya başladım ve aynı yıl SES üyesi oldum. 2020’nin Şubat’ında SES yönetim kurunda hukuk sekreteri olarak görev aldım. Mart’ta gelişen pandemi nedeniyle kapalı kapılar ardında, biraraya gelemediğimiz uzun bir süre geçirdik. Tam pandemiden çıktık, biraraya gelebilmeye başladık derken deprem oldu. Pandemiye hazırlıksız yakalandığımız gibi depreme de hazırlıksızdık. Neyse ki sendikamızın tarihi 99 depremini de kapsıyordu ve bu tür durumlarda nasıl davranılması gerektiği ile ilgili bilgi ve deneyim biriktirmişti. Ancak benim deneyimim bunu kapsamadığından temsil ettiğim örgütün nelere kadir olduğunun bilincinde değildim. Tüm bildiğim deprem sonrasında kriz masası kurulacağı ve herkesin kendi becerileri doğrultusunda görev alacağıydı. Ben psikolog olduğum için mesleki çalışmalara birincil ihtiyaçlar karşılandıktan sonra başlamalıydım. Bu nedenle en az bir ay beklemeliydim. Ancak durum hiç de öyle gelişmedi. Kimsenin geldiği yoktu, kriz masası kurulmadı, kurulunca bana görev verilmedi. Her yer karışık, her şey iç içeydi. İşler yapanın kurduğu sisteme göre işliyordu. Bu nedenle ben de bir yerden başlayıp kendi meşrebimce devam ettim.
İlk gün enkazdan kurtarma çalışmalarında, sonra kontrolsüz gelen yardımların karşılanması, istiflenmesi ve dağıtılmasında görev aldım. Çocuklar nefes alsın diye sığındığımız iş yerinin önündeki parka gelen çocukları getiren aileleri görünce çocuklarla oyunlar oynamaya, gergin ebeveynlerle konuşmaya zaman zaman psikolojik ilk yardım bilgisi vermeye başladım.
Bir yandan da sığındığımız eşime ait iş yerinde mahalleliler, enkazdan kurtarılanlar ve yardıma gelenler olarak çok kalabalıktık. Yaklaşık 40 kişilik çekirdek mahalleli gruba sahaya gelen gönüllüler eklendikçe nüfus 60-70’lere çıkıyordu. Bu kalabalık gruba yemek yapmak, kaldığımız yeri temizlemek, tuvaletleri temiz tutmak, ortamı düzenlemek çoğunlukla kadınlara düşüyordu.
Şubatın 10’u gibi SES merkezinden arkadaşlar beni bularak Samandağ’daki yapılan saha çalışmaları ve Antakya merkezinde Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile birlikte kurulan koordinasyon çadırları hakkında bilgi verdiler. Böylece sendikamız ve TTB’nin pek çok üyesinin bir program dahilinde desteğe gelmesiyle sahada yürüttüğümüz sağlık hizmetlerine dahil oldum.
Psikolog olduğum için bir süre sonra psikolojik ilk yardım çalışmalarına katıldım, desteğe gelen pek çok gönüllü psikolog ve psikiyatrist hocama eşlik ettim. Bu süreçte çoğunlukla kadınlarla biraraya geldim ve onların sorunları ve ihtiyaçlarına tanıklık ettim.
Deprem öncesi ile deprem sonrasını çalışma yaşamındaki farklılıklar bakımından karşılaştırmanı istesek neler söylersin?
Deprem olmasaydı bir ay sonra SES yönetimindeki görevim sona erecekti ama depremle beraber sendikam ve TTB’nin birlikte yarattıkları büyük değere tanık olmak, bunun bir parçası olmak ve depreme rağmen sağlık ve sosyal hizmet alanında arkadaşlarımızın yaşadıkları sorunlara tanıklık etmek, beni emekçilerin hak savunuculuğu için daha çok mücadele etmeye sevk etti. Sonuç olarak Kasım 2023’te tekrar aday olarak yeni yönetim kuruluna dahil oldum. Bu yönetimde de eş başkan olarak görev yapıyorum.
Deprem öncesinde bir buçuk yıldır aldığım terapi eğitiminin uygulamalarına başlamıştım. Konu ile ilgili kuramsal kitaplar okuyor, mesai arkadaşımla birlikte okuduklarımızı tartışıyorduk. Doktora yaparım diye yabancı dilimi geliştiriyordum ve ALES’e girmiştim.
Bir yandan da bir grup arkadaşla kurduğumuz kadın derneğini aktifleştirmeye, kadınlarla ilişkilerimizi geliştirmeye ve kadınların yaşadığımız ilçede yaşadıkları sorunlarla ilgili hak savunuculuğu yapmaya çalışıyordum. Kadınlarla film izliyor, kahve toplantıları yapıyor, gördüğümüz izlediğimiz şeyler üzerine konuşup tartışıyorduk. Sendika ile birlikte takip ettiğim yoğun bir gündem vardı. Düzenli yoga yapıyor, bisikletle işe gidip geliyor, düzenli ve sağlıklı besleniyordum.
Şimdi zamanımın büyük kısmı sendikada emekçi arkadaşlarımla birlikte hak savunuculuğu yapmakla geçiyor. Zaman zaman mesleğime dair bazı küçük çalışmalar yapsam da dikkatimi oraya çok yöneltemiyorum. Kök ailemle de eşimin ailesiyle de, arkadaşlarım ve akrabalarımla da çok az zaman geçirebiliyorum. Yoga yapamıyor, herhangi bir sportif faaliyete başlayamıyorum. İşyerinde kendimize yaptığımız küçük yaşam alanında kişisel alanım daraldı ve ev sınırlarımız belirsizleşti. Ekonomik olarak sıkıntıdayız çünkü yaptığımız yatırımların ödemeleri devam ederken eşim bir yıldır çalışmıyor.
İnsanlarla ilişkilerimde küçük bir farklılık oldu. Yakınlarım ve sevdiklerimle ilgili ‘bunun için kırmaya/ bozmaya/ reddetmeye… değmez’ diye düşünüyorum sıkça. Çok da yakın olmadığım insanlar için de ‘aman bununla ilgilenmeye değmez, ne isterse düşünsün-yapsın’ diye düşünüyor biraz umursamaz bir tavır takınıyorum. Bu tutumumun duygusal yükümü azalttığını ve duygularımı ve zihnimi sadeleştirdiğini sanıyorum. Şimdi bilişsel alanda daha az üretsem de zamanla sıranın oralara geleceğine de inanıyorum. Şimdi işyerleri, sokaklar, meydanlar zamanı…
Depremden bu yana inanılmaz bir hızla çalışıyorum. Çok yönlü ve çok boyutlu işler yapıyorum. Bir meslek elemanı olarak psikolojik destek sunuyor, deprem ve travma bağlamında psikolojik bilgi ve görgümü derinleştiriyorum. Bir kadın ve kadın aktivisti olarak kadınlara yönelik lojistik, psikolojik, hukuki destek sağlamaya çalışıyorum (doğrudan ya da yönlendirmeler ve savunuculuk anlamında). Sendikalı biri olarak işyerlerinde özellikle ve en çok kadınların yaşadıkları sorunları görerek, görünür olmasına çalışıyor, savunuculuk yapıyor, güçlendirmeye, yanyana durmaya çalışıyorum. Bazen hepsi üstüste oluyor. Örneğin sağlık emekçisi bir arkadaşım hem bakanlığın yaptığı kesintiler sonucu ekonomik olarak mağdur, hem eşinden şiddet gördüğü için psikolojik açıdan desteğe muhtaç, hem boşandığı için danışacak birilerine muhtaç, hem evi yıkıldığı için bir barınma alanına muhtaç, hem çocuğu kötü durumda olduğu için annenin bütün bu sorunlarının çözülmesinin yanısıra psikolojik desteğe muhtaç olabiliyor. Yani hem psikolog hem kadın aktivisti hem sendika yöneticisi olarak aynı arkadaşıma farklı açılardan bakıyor ve onun için yapabileceklerime bakıyorum.
Kendin de depremzede olduğun halde hastanede, meslek örgütünde, ev işlerinde, bazen de yakınlarına bakım vermek için çalışmaya devam ettin. Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bakışla başkalarına sağlık hizmeti sunarken, depremlerin 15. ayında sen nasılsın? Kendi tükenmişlikle ilgili kadınlık hallerinden bahseder misin?
Biz 11 kardeşin olduğu geniş bir aileyiz, babam depremden çok önce vefat etmiş, annem 79 yaşında. Bu büyük çekirdek ailemden sekizinin evi yıkıldı. Her biri kendine sığınacak bir liman yapmakla meşgul. Kimisi barınacak yer yaptı eksik de olsa, kimisi hâlâ uğraşıyor. Onları böyle görmek, ekonomik olarak destekleyecek durumda olmamak çok üzücü ve yorucu. Tıpkı kentin yıkımını görüp yeniden yapılanmasını sağlayamamak gibi. Her defasında kapasitenin sınırlılığını görmek, bu sorunların nedeni üzerine düşünmek bunun politik yönlerini bilmek-görmek inanılmaz yorucu. Aynı zamanda öfke, direnç, kavga etme, elinden geleni ardına koymama isteği yaratıyor. Her gün yeniden karar vermek zorunda kalıyorum gibi geliyor; evet bunu yapamıyorum e o halde ne yapabilirim? Ve kendime yapacak yeni bir iş, mücadele edecek yeni bir alan buluyorum. Sorunlar o kadar geniş ve derin ki değişim zor, ama her zaman yapacak bir şeyler oluyor. Bu yorucu, yıpratıcı ama tükenmiş de hissetmiyorum. Burada olmak müdahil olmak iyi geliyor. Bana şehir dışına çık diyorlar, iyi gelmiyor. Burada yapılanların, karşısında mücadele ederek ya da olmasına destek olarak, parçası olmak istiyorum. Sanki tarihin bu sahnesinin bir anını bile kaçırmak istemiyorum. Kadın sorunlarını çalışırken çevreye dair konulara zaman ayıramadığıma, psikolojik destek sunarken, emekçilerin haklarını savunamadığıma, temiz hava isterken şehrin yeni planında söz sahibi olamadığıma üzülüyorum. Bu nedenle burada olmak buranın her şeyinde olmak ihtiyacı içindeyim.
Diğer yandan evde de eşimle bir mücadele yürütmek zorunda kaldığımı söylemem gerekir. Bir yandan bütün bu süreci birlikte yürütür, bir dizi konuyla ilgili birlikte kafa yorarken ev işlerine kafa yoranın çoğunlukla ben olduğunu fark ediyorum. ‘Bu da konuşulur mu’ların, ‘bunun için üzmeye değmez’lerin getirdiği yükler oluyor. Bilerek ya da bilmeyerek üzerime yıkılan yükleri tek tek göstermek, o yükleri iade etmek, üstünden atmak… sanki sürekli uyanık olmak ve sürekli silkelenmek gerekiyor. Sanırım bu kadar uyanık ve tetikte kalmak zorunda olmasam daha rahat ederdim. Sanırım diyorum çünkü bunu hiç yaşamadım.
Kira ile kaldığımız ev depremde yıkılmadı, ama hasar aldı. Biz de daha fazla kalmak istemedik. Eşimin iş yerinde kendimize ayırdığımız 50 metrekarelik bir yerde kalıyoruz. Ev olarak kullandığımız yere henüz mutfak yaptırmadık işyerinin mutfağını kullanıyoruz. İşyerinin etrafı kazılı, yeniden yapılanma sürecinde. Çevremizdeki inşaat işleri bittiğinde eşim çalışmaya başlayacak. Ve o çalışmaya başladığında ev ile iş yeri arasındaki sınır belirsizleşecek diye düşünüyorum. Bağımsız bir yerimin olması gerektiğini öngörüyorum. Şimdilik bu kadarını yapabildiğimiz için sorun yok, artık uzun vadeli planlar çok belirsiz zaten. Şimdilik de rahatım, sonrasına sonra bakarım diyorum.
Tam da kişisel olanın politik olduğuna işaret ettin. Çok teşekkür ederiz.