“İyi göçmen”, yani etliye sütlüye karışmayan, polisin başını asla ağrıtmayan, bazı Almanların deyimi ile “iyi eğitimli, o diğer tip göçmenlere benzemeyen” Gökçe, Berlin’in ruhuna ayak uyduruyor ve korkusuzca bisiklet çalıyor.

* Bu yazı sürprizbozan içermektedir!

Yönetmen Alpgiray M. Uğurlu’nun son dönem Berlin’e göç eden beyaz yakalıların ev kiralama dramlarını anlattığı filmi Açık Kapılar Ardında, Berlin Türk Film Festivali kapsamında tarihi Babylon Berlin Sineması’nda gösterildi.

Film, bilgisayar mühendisi Gökçe’nin kalıcı bir kiralık ev aramasına odaklanıyor. Bir yılı aşkın süredir bilişim sektöründe çalışan Gökçe, şimdiye kadar iki-üç ay süre ile kiralanan evlerde yaşamış.

Üzerinde dümdüz bir kot ve tişörtü ile Berlin sokaklarında kayıp kedisi için ilan asan Gökçe daha sonra kiralamayı istediği bir evi görmeye gidiyor. Gökçe’nin kıyafetlerinin sadeliğinden, sıkıcı derecede sıradan bisikletine, duvarda asılı Banksy posterlerine kadar tam bir Berlin kalenderliği, nam-ı diğer politik duruşuyla filmin dünyasına adım atıyoruz izleyici olarak. Kiralık evin içinde ise İkea’dan çıkmış gibi İzlanda iç dekor estetiğinde çok kullanışlı, bir o kadar soğuk ve köşeli tipik Almanya yeni dönem mimarisi olduğunu görüyoruz. Ucuz, fonksiyonel ve ilk bakışta estetik.

Gökçe’ye evi gösteren kişi ile sohbetleri, en az Gökçe’nin kıyafetleri ve evin iç dekoru kadar sıkça rastlanan, sıradan bir Berlin estetiği. Türkiye politikası ile yakından ilgili Alman karakter Kürdistan hakkında sorular sorunca Gökçe’nin de Türkiye toplumunda durduğu yer ortaya çıkıyor. Gezi’ye katılmış, ancak Türkiye sınırları içinde tarihsel bir bölgenin ismini duymaya katlanamayan bir orta sınıf olduğunu bu, kısır döngüye dönüşen, ev kiralamak ile ilgisi olmayan sohbet ile anlıyoruz. Siyasi bir tartışmaya dönmek üzereyken son anda konuyu tekrar kiralık eve getiren Gökçe’nin bu sonuçsuz diyaloglarını film boyunca izleyeceğimizi henüz seyirci olarak bilmiyoruz elbette.

Kiralık ev için garantör istenince filmin devamında Gökçe’nin Berlin’deki arkadaşlarını bir bir ziyaret etmesini izliyoruz. Kefil olmalarını rica ettiği arkadaşlarının orta sınıf olduğu anlaşılıyor.

Filmin keyif veren yanlarından bir tanesi, Berlin’e son dönemde taşınmışların ilk bir iki yıl sürekli ev değiştirmek zorunda kalması sonucu adeta üç-dört aylık bölümlere ayrılan hayatlarımız gibi Gökçe’nin de insanlarla hiçbir sonuca bağlanmayan iletişimi filmde dört bölüm hâlinde işlenmiş.

Filmin ilk kısmında, Gökçe bisikleti ile oradan oraya gidip şehirdeki işlerini hallederken, görmeye gittiği kiralık evdeyken bisikleti çalınır. Babası ile telefonda konuşurken polise gitmeme sebebini Almanca bilmemesi olarak açıklar.

Filmden sonra soru ve cevap kısmında izleyicilerin büyük çoğunluğu, bu sahnenin ne kadar tanıdık olduğunun ve beyaz yakalı bir göçmen için yaşadığı ülkede ilk birkaç yıl en basit haklardan bile sırf dili konuşmadığı için mahrum kalmasının trajedisini vurguladı. Türkiye’den bakınca “e o da dili öğrenseymiş” diye yargının yapıştırıldığı bu durum, Almanya’ya göçtüğünün üçüncü günü işe başlayan, iş dili İngilizce olan ve çok yoğun çalışan beyaz yakalılar için ulaşılması imkansız bir hayal.

Almanya’nın tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar misali sarmala giren ve hiçbir yere varmayan göç politikaları ve bürokrasisi yüzünden, filmin de çok güzel aktardığı gibi, beyaz yakalıların ilk yıllarında yaşadığı zorlukları bir bağlama oturtursak:

İş bulmuşsunuzdur; vizeniz işveren şirkete bağlıdır. Altı ay deneme süresi vardır ve bu süreçte işinizi kaybederseniz yeni iş bulmanız için vizeniz bir ila üç ay arası iş arama vizesine çevrilir. Şanslıysanız, yabancılar dairesinden bir ay içinde randevu bulabilirsiniz; yoksa o randevuyu bulmak bile aylar sürebiliyor. Randevu bulamasanız da yabancılar ofisindeki memurun keyfine bağlı olarak iş arama vizesi verilmeyebilir bile.

İşinizi kaybetmediniz diyelim, uluslararası bir ortamda çalışmaya alışmak zaten aylar alıyor. Buna bir de Almanya iş dünyasının kendine has gariplikleri eklenince adaptasyon sürecinde insanın beyni yanıyor. Birkaç ay hülyalı geziyorsunuz. Bu arada, Almanca gibi bir dili belli bir yaştan sonra öğrenmeye çalışmanın zorluğu bir yana, o iş yoğunluğunda bu dilin gerektirdiği sıklıkla kursa gitmeniz imkansız. Haftada iki gün kurs ile de bu dil öğrenilemediği gibi tüm göçmenlik şoklarının üst üste binmesi, üstelik de sürekli kalabileceğiniz kiralık bir ev bulamamış olmak, bir de Türkiye’de alışık olduğunuz dayanışma ağlarından yoksun kalmak, maaşınız kaç bin Euro olursa olsun ciddi bir psikolojik savaş demek.

“O kadar zor ise dön madem” yorumunu da cevaplıyor film. Gökçe’nin garantör olmasını istediği arkadaşlarından bir çift, Berlin’in her dem yeşil parklarından birinde güneşli günün tadını çıkarıp -çok az ülkeye mahsus su yerine bira içilen bu diyarda- biralarını yudumluyorlar. Aynı anda Gökçe’ye neden kefil olamayacaklarını açıklıyorlar. Çok basit! Kendileri de göçmen ve kefalet ufak da olsa riskli bir şey.

Bisikleti çalındığı için Berlin sokaklarında uzun uzun yürümek zorunda kalan Gökçe’nin keyfi yerinde arkadaşlarının, başının üstünde bir iki ay içinde çatısı olmayacak Gökçe’ye kıytırık gibi görünen bir açıklama yapması Türkiye’den bakıldığında kültürel olarak kabul edilemez gibi görünse de biz izleyici göçmenler için iki ucu keskin bıçak bir durum ve ister istemez bu tuzu kuru arkadaşları da anlıyoruz.

Kefillik konusu bir yere bağlanmayınca Gökçe ve arkadaşları Berlin’de yaşamanın artıları eksileri üzerine yüzeysel bir tartışmaya giriyorlar. Almanya bürokrasisi gibi, burada göçmen olmak gibi, bu tartışma da hiçbir yere varmıyor ve karakterimiz kefil avında bir başka sayfaya geçiyor. Yani orta sınıfın Türkiye’de yaşarken hiç alışık olmadığı sonu gelmeyen belirsizlikler, Almanya’da göçmen olmanın ruhu, filmin de her köşesine işlemesi ile izleyiciye tarifsiz bir keyif veriyor.

Almanya’nın vasıflı işçi (evet, beyaz yakalılar da işçidir) açığı olduğunu duymayan kalmadı. Her yıl dünyanın dört bir yanından binlerce beyaz yakalıya kapılarını sonuna kadar “açan” ülke, kendisine belki milyarlarca Euro kazandıran bu işçilerin ülkeye girdikten sonraki tecrübelerini kolaylaştırmakta maalesef çok geç kalıyor. Gökçe de bir bilişim çalışanı olarak bu gerçeği en can yakıcı şekilde tecrübe ediyor. Filmde öylesine yürüdüğü bir sahnede yolunun üstünde bile olmayan bir kapıya yönelip onu açmaya çalışması ve çabasının sonuçsuz kalması “Gittiniz, kurtuldunuz”a bir cevap gibi. Yani Almanya bizi içeri aldı ama içerideki kapılar ya hep kapalı ya da açılması çok zor.

Her şeye rağmen buradayız ve yaşadığımız yerde göçmen kültürümüzü işte böyle filmlerle yaratmaya çalışıyoruz. Film gecenin bir yarısı toplu taşıma ile kulübe giden, parklarda rahat rahat bira içen kadınları göstererek tüm bu zorluklara rağmen özellikle kadınların neden hâlâ bu ülkede kaldıklarını açıklıyor.

Hikayenin buraya kadar anlattığım kısmı kulağa “ah biz ne acılar çektik” gibi gelse de tıpkı filmde olduğu gibi bence biz yeni nesil göçmenlerin hikayesi daha çok bir absürd komedi. Senaryoyu da yazan Alpgiray Uğurlu diyalogları o kadar özenle seçmiş ki Gökçe’nin dramı hiçbirimizi ağlatmadığı gibi Berlin’e dair klişeler tüm izleyicileri güldürüyor. Gökçe’ye arkadaşlarından biri “Berlin’de herkesin start up’ı var. Sen de kurarsın bir tane” dendiğinde, yanımda oturan Amerikalı-Boşnak arkadaşımla kahkahalara boğulduk. Zira kendisi iki ay önce bir start up kurdu ve şu an yatırımcı avlıyor.

Gökçe’nin politik olduğu anlaşılan arkadaşı Gregor Samsa’ya atıf ile “Hepimiz böceğiz” derken etliye sütlüye karışmayan apolitik baş karakterimizin “Ben böcek değilim” deyip kalkıp gitmesi, bu yazıyı yazarken bile beni hâlâ güldürüyor. Zira zamanımızın ruhu Gregor Samsa’yı bile yuvasından çıkarıp komedyen yaptı.

Yönetmen ve ekibi filmin başından itibaren “Sadece Berlin’de görülebilecek şeyler”i çeşitli karelere itina ile yerleştirmişler. Gökçe bir sahnede üzerinde kadın memesi olan bir kupadan kahve içiyor mesela. Başka bir sahnede yüzündeki sivilceyi sıkan Uzak Doğulu bir manga karakteri deseni görüyoruz çantasının üzerinde. Binlerce Euro kazanan mühendisin maaş bordrosuna rağmen ev kiralayamamasının absürdlüğü Gökçe’nin de ruhuna işliyor ve gecenin bir vakti evine giderken bulduğu, kilitlenmemiş bir bisikleti kamulaştırıyor. Filmi izleyen Litvanyalı arkadaşımın tespit ettiği gibi “İyi göçmen”, yani etliye sütlüye karışmayan, polisin başını asla ağrıtmayan, bazı Almanların deyimi ile “iyi eğitimli, o diğer tip göçmenlere benzemeyen” Gökçe, Berlin’in ruhuna ayak uyduruyor ve korkusuzca bisiklet çalıyor. Bir bisikletin hırsızına bu kadar yakıştığını hiç görmemiştim!

Gökçe’yi canlandıran Neslihan Arol’un minimalist oyunculuğu, bir olguya odaklanmayı amaç edinmiş filmde göz dolduruyor. Bilinçsizce takip ettiğim uykudan uyanma sahnesi o kadar doğal ki mesela filmi izlerken “işte oyunculuk budur” diyesim geliyor. Gökçe karakteri orta sınıf beyaz Türk olarak hiçbir şeye sesini çıkarmadığı gibi Arol’un mimiklerinde de asla abartılı bir duyguya rastlayamıyorsunuz film boyunca.

Bir de Gökçe’nin eski sevgilisini canlandıran Ufuk Tan Altunkaya ile bir sahnesi var ki kayıt hiç kesilmeden oynandığı açıkça anlaşılan, karmakarışık bir geçmişe işaret eden bir sahnenin bu denli ustalıkla oynanması izleyiciyi mutlu ediyor.

Berlin’deki göçmenlik tecrübemizin -Godot’yu Beklerken ile Gregor Samsa’nın trajedilerini absürd komediye çevirecek- çıkmaz sokaklarını sade ve üstün bir espri anlayışı ile anlatan film elbette üzücü bitmiyor. Filmin sonunda Gökçe’nin kedisini buluyor! Kedisi ile uzun uzun halleşmesi, göçmen edebiyatına daha da yakınlaşan ve belki kaç geceler Türkiye’de bırakmak zorunda kaldığımız kedilerine Kemal Burkay’ın “Bir kedim bile yok” dizeleri ile ağlayan bizlerin yüzüne mutluluk gözyaşları konduruyor.

Filmin yapısından diyalogların gerçekçiliğine, benim bu yazıda yaptığım gibi uzun uzun telaffuz etmeden, sinemanın ruhu ile biz yeni dönem göçmenlerin trajikomedisini ustalıkla anlatan Alpgiray Uğurlu’ya ve tüm film ekibine teşekkürler. Epeydir bu kadar rafine bir hikaye izlememiştim.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.