Patriyarka bedenlerimize ve zihinlerimize ne yapar, nasıl kendimize yabancılaşıp bölünürüz? Coralie Fargeat tarafından yazılan ve yönetilen Cevher, bu bölünmüşlük haline direnmek mümkün mü sorularını düşündürüyor.
Biz fırtınalıyız,
Bize ait ne varsa kopar bizden, korkusuzca, zayıflığa düşmeden.
Bakışlarımız, gülüşlerimiz savrulur, kahkahalar dökülür her bir ağızdan,
Kanımız akar, bizse uzarız, yayılırız, hiçbir sona varmaksızın, sınır tanımaksızın.
Ne düşüncemiz durur ne işaretlerimiz ne de yazılarımız.
ve hiçbir zaman eksilmekten korkmayız.[1]
Medusa’nın Gülüşü – Hélène Cixous
Kadın+’lar olarak bedenlerimizin her bir parçası, patriyarkanın ayrı ayrı dikkatinde, disiplininde, denetiminde. Bu bir yanıyla, bedenimizin “genel ahlak” masallarıyla çerçevelenmesi, saklanması demek, diğer yanıyla da güzellik ölçütleriyle sürekli tartılması demek. Örneğin memelerimiz, kendinden menkul varlıklarıyla sürekli sansüre tabi. Açık-kapalı oluşları kamusal infial yaratabiliyor. Ölçüsü ve varlığı-yokluğuyla adeta benliğimizi aşan organlar. Hatırlıyor musunuz, yakın zamanda TRT ulusal yayınında yanlışlıkla kadın memesi göründüğü için izleyicilerden özür dilenmişti. Memeler bu özürde de görebileceğimiz gibi, bedenin herhangi bir parçası değil, seksin, güzelliğin, ahlakın ölçü birimi. Cevher filminde, sahnenin alt üst oluşundan önce düşen meme de boşuna değil bence. Ama bi dakika, o benim memem?
Cevher’de düşünecek, konuşacak ne çok şey var. Kadın bedeninin patriarkal hayatın süzgecinden geçip lime lime oluşu, buna gençlik-yaşlılık ikilemi de eklenince her yanıyla filmi izlerken bize tanıdık bir hikâyenin içindeyiz, Elizabeth’in hikâyesi aslında bizim hikâyemiz. Üstelik bu hikâye, hangi zamanda geçtiğini bilmeye ihtiyacımız olmayacak kadar da daimî. Meme ölçütlerimize göre ayrıştırıldığımız hayat, filmin hikâyesine uzak değil.
Elizabeth, gençlik yıllarında çok ünlü bir yıldızken yaşı ilerlediği için bu ilgiyi kaybediyor. TV’de sunduğu egzersiz programı yayından kaldırılıyor. Program yapımcısı erkek, onun artık ekranda olmak için yaşlı olduğunu düşünüyor. Elizabeth yaşadığı her karşılaşmada 50 yaşında olması yüzünden hakir görülüyor. Artık erkeklerin seks nesnesi olamayacağı, bu nedenle de değersizliğe mahkûm olduğu hatırlatılıyor. Elizabeth, hayatının geçip gittiği, eskisi gibi arzulanan dolayısıyla sevilen bir ünlü olmadığını düşünüp yaslanırken tam bu umutsuzluğun içinde cevher adlı maddeyle tanışıyor. Cevher, kim tarafından üretildiğini ve sağlandığını bilmediğimiz bir iksir. Cevher’ in kullanıcısına vaadi ise şu: iksiri kullanan kişi bedeninin en mükemmel kopyasına sahip olacaktır. Yedi günlük dönüşümlerle eski beden Elizabeth ve bu bedenden çoğalan Sue dönüşümlü olarak var olacaktır. Cevher’in kullanıcısına uyarısı ise nettir: asla iki bedenin de sen olduğunu unutma!
Cevher, patriarkal yasayı andırıyor değil mi? Sürekli, “başkası için bir beden olmayı arzula” ama aynı zamanda biri ol, özne ol. Benliğinin ve başkaları için olan bedeninin aslında aynı varlıklar olduğunu unutma! İmkânsız bir pazarlık. Film, patriyarka bedenlerimize ve zihinlerimize ne yapar, nasıl kendimize yabancılaşıp bölünürüz, bu bölünmüşlük haline direnmek mümkün mü sorularını düşündürüyor.
Bedenlerimiz üzerindeki bakışlar kime ait?
Film boyunca karar verici konumda olanların zengin, çirkin, yaşlı erkekler olduğunu görüyoruz. Mide bulandıran bir iştahla hayvansal gıdalar tüketen bu erkekler, kadınların bedenleri hakkında yargılar savuruyor. Onlar için nezaket sadece güzelliğe, gençliğe ve seksiliğe layık. Sevişme arzusu duymadıkları kadınlara istedikleri gibi kabalaşabilirler. Daha doğrusu bir kadınla ilişkilenmelerinin tek koşulu kadına arzu duymalarıdır. Bedenlerimiz üzerindeki bakışlar, onlara ait. Muktedirler olarak erkekler, kadınları, bedenleri üzerinden ölçmeye tartmaya devam eder. Elizabeth yeni bedeniyle, yani Sue olarak gittiği televizyon şovu seçmelerinde tekrar tartılır: Muktedirin arzusuna layık bir beden olarak önemsenen Sue için bu erkeklerin yargısı kesindir: “Bu sefer her şey yerli yerinde”. Sue kısa sürede, yeni bir arzu nesnesi olarak TV şovunun yıldızı olur. Fakat bu arzunun nesnesi olan Sue ile Elizabeth arasındaki çekişme film boyunca devam eder.
Erkeklerin bakışıyla ekran yuvarlaklaşır. Zamanla, aynadaki aksimize sirayet eden bu bakışlar, Elizabeth’in bir erkekle flört etmeye giderken evden çıkamamasının nedenidir. Yuvarlak kapı koluna yansıyan aksinde, Elizabeth, bu erkeklerin bakışıyla bedenini gördüğü için beğenmez. Arzulanan, sevişen bir beden olan Sue’nın aksine kendi kendini hayattan mahrum bırakır. Artık muktedirin bir şey yapmasına gerek kalmadı, Elizabeth hayattan kendiliğinden çekildi.
Muktedirin bakışını üstlenmek: Medusa gülmeden evvel
Cevher’in tanıtım ve kullanım yönergesini yüzünü görmediğimiz bir erkek sesinden dinliyoruz. Bu ses, halihazırda olduğundan daha genç, mükemmele yakın bir bedeni vaat ediyor. Cinsellik ve arzunun sadece erkekler tarafından şekillendirildiği, kadınların bedenlerinin nesneleştirildiği bu hayatta Elizabeth sevilmek ve değer görmek için cevheri denemeye karar veriyor.
Dengenin giderek kaydığı, iki farklı bedenin aynı bilinçle hareket etmediği bu deneyde, Sue Elizabeth’in zamanını, dolayısıyla hayatını işgal etmeye, bedeninden çalmaya başlıyor. Yönergeye aykırı bir şekilde davranarak yok olmakla karşı karşıya gelinceye dek Elizabeth’e dönüşmeyi reddediyor.
Elizabeth tekrar yaşama döndüğünde deneyi sonlandırmaya karar verse de “sevilmeyi hak eden tek yanının” Sue olduğuna inandığı için vazgeçiyor. Bu nedenle, Sue ve Elizabeth’in yönergenin dışında eş zamanlı olarak varoldukları anlara şahit oluyoruz. Sue’nın Elizabeth’e olan nefreti, aslında bedenlerimiz üzerindeki muktedirin bakışını içselleştirmemizin dışavurumu oluyor. Sue, yaşamda 50 yaşında bir kadın olarak karşılaştığı tüm nefreti Elizabeth’i vahşice katlederek gösteriyor. Bundan sonra, konağı, kökeni olmayan bir beden oluyor. Yani, Sue bakışların inşa ettiği bedenden ibaret bir varlık haline dönüşüyor. Aslında bir kadın olarak kendine yabancılaşmanın son noktasına varıyor.
Sue’nın kökenini kaybetmiş bedeni, yavaş yavaş parçalanmaya, dökülmeye başlıyor. Muktedir erkeklerin bu bedene ilişkin talepleri ise sürüyor: “Güzel kızlar daima gülümsemeli”. Prenses kostümüyle yılbaşı programında yer alması beklenen Sue, kostümün içinde giderek amorf bir bedene dönüşüyor. Bedeni kontrol edilemez bir hale geldiğinde, eski fotoğrafını kendine maske yaparak sahneye çıkıyor. Artık sadece bu amorf bedenden ibaret olan Elizabeth için yüzündeki maske düşünceye dek şov devam ediyor, bedeni bu haliyle izleyicilerin dikkatini çekmiyor. Sahnede cevherin yönergesine aykırı kullanımıyla bedeni dönüşüm geçirmeye devam ederken, Elizabeth’in ağzından bir memenin düştüğünü görüyoruz. İşte tam bu noktada, meme düştüğünde seyirciler endişeye kapılıyor, “canavar” diye bağırmaya başlıyorlar. Bi dakika, o işte bizim mememiz.
Hayatı alt üst etme kudreti
Elizabeth için artık direniş zamanı. “Benim, aynı kişiyim” dese de izleyicilerin paniğini durduramıyor. “Ucube” bir beden olarak saldırıya uğruyor. Muktedirin arzusuna cevap vermeyen şiddete açık, öldürülebilir olan bu beden artık, Elizabeth için direnişin ta kendisine dönüşüyor. Şovu izleyen herkesi, bedeninin çeşitli bölgelerinden fışkıran kanla dağıtıyor. Bu esnada film boyunca Elizabeth’e erkeklerin söylediği sözleri arka planda tekrar duyuyoruz: “50’de bitiyor”… Sahne böylece Elizabeth tarafından alt üst ediliyor.
Elizabeth’in bedeni dökülürken geriye sadece başı kalıyor. Medusa’yı andıran aksiyle, kendi adının olduğu anıtta yıldızlara bakarken gülümsediğini görüyoruz. Elizabeth, başkalarının yani muktedir erkeklerin gözünden kendine bakarak tekrar yıldız olma arzusu peşinde iken, yaşadıklarıyla, kendi istediği yıldıza bakarken gülümseyen bir varlığa dönüşüyor. Bu; bedenini, yaşamını kaybetmiş ama kendisinin aslında aynı kişi olduğunu dile getirerek özgürleşmiş bir varlık. Yaşamının merkezindeki patriyarkaya direnmiş, yıldızlı, simli sahneyi bedeniyle mahvetmiş. Bu gülüş, direnişin, umudun, isyanın gülüşü. Böylece şimdiye dek anlatılan hikâayelerde hep eksik bırakılan Medusa’nın direnişini anımsıyoruz.
Filmi feminist bir anlatıya çeviren kısım da tam da burası diye düşünüyorum. Başta dediğim gibi, biz bu hikâyeye aşinayız, Elizabeth’in kendini kaybetmesine neden olacak şekilde başka bir bedene sahip olmayı arzulaması bize uzak değil. Ama yılbaşı programı için hazırlanan sahneyi alt üst ettikten sonra, Elizabeth Medusa’ya dönüşürken bir gülüşle bize veda ederken içimizdeki karanlık umuda dönüşüveriyor. Feminist mücadelenin işaret fişeği filmin son sahnesinde bedeni kaybetmenin getirdiği yılgınlık yerine, hayatı alt üst ederek yeniden başlamanın, kendine ait bir bakış edinmenin direncini veriyor. Elizabeth’in var olmak için hayatı hiçe sayan güzellik, gençlik arzusu; yok oluşuyla direnişi ve özgürlüğü mümkün kılıyor.
Memeler örneğin, asla memnun olamadığımız, hep muktedirin bakışından tartıp değer biçtiğimiz parçalarımız. Çok küçük, büyük, dik, simetrik olup olmaması hatta olup olmaması ne çok şeyi belirleyiveriyor hayatımızda. Aklımızın bir ucunda, asla bedeninden memnun olmayarak, bedeni sürekli çekiştirerek yer kaplıyor düşüncemizde patriyarka. Buna push-up veya minimizer çamaşırlar, silikonlar, estetikler, botokslar, mutsuzluklar, aynaya bakamamalar eşlik ediyor.
Şimdi, türlü çeşitli sütyenlerimizi çekiştirmeyi bıraksak, aynadaki aksimizi, kendimize ait bakışı geri alsak? Memelerimizden, bedenimizden memnuniyet hakkımız bizim. Patriyarka ile dağıldık, daha da dağılacağız belki. Ama sahneyi de bu dağınıklıkla alt üst edecek olan biziz. Hayatı alt üst etme kudretimiz, cevherimiz Medusa’nın gülüşünde her daim baki. Elizabeth’in hikâyesi, Medusa’nın hikâyesinin bir yankısı. Kadın bedenini sürekli yargılayan ve nesneleştiren bir düzenin içinde Elizabeth, gülüşüyle bu düzeni alt üst ederken; direnişi, umudu, isyanı hatırlatıyor. Çünkü bence biz kadın+’ların cevheri, Medusa’nın anlatılmayan gülüşünde gizli.
[1] Hélène Cixous – The Laugh Of The Medusa (1976) metninden çevrildi: https://fleurmach.com/2013/09/06/helene-cixous-laugh-of-the-medusa-1976/