Yazarlar, araştırmalara verdikleri referanslarla, dünyada önümüzdeki dönemin gündeminin yeniden üretim emeği olacağını ve çalışma sonrası tartışmalarının tam olarak bunu görmezden geldiğini açıklıyorlar.

İşten Sonra: Evin Tarihi ve Özgür Zamanların Mücadelesi Helen Hester ve Nick Srnicek tarafından 2023’te yazılan ve Melis İnan çevrisiyle Otonom Yayıncılık tarafından basılan bir kitap. Yazarlar girişi, dünyada son yıllarda ortaya atılan, kapitalizmin gittikçe daha çok kişinin zamanı ve varoluşunu ele geçiren bir hale geldiğini, kişinin “emeğinden özgürleşmesi”nin önemini ve bunun için de “çalışma sonrası”na odaklanılmasına gerek olduğunu söyleyen bir tartışma ile açıyorlar. Bu tartışmanın, teknolojiyle birlikte işgücü piyasasının daralacağı ve insana uygun işlerin azalacağı öngörüsüyle pekiştiğini belirtiyorlar. Ancak İşten Sonra, bu tartışmaların ücretli emek eksenli ve erkeklerin kazancı odaklı bir tutuma sahip olduğunu ileri sürüyor ve “çalışma-sonrası yaklaşımların, yeniden üretim emeğinin örgütlenmesine dair söyleyecek hiçbir şeyi yok” argümanını üretiyor. Kitap, sosyalist feministlerin yeniden üretim emeği ile ilgili yıllardır biriktirdiklerinden yola çıkıyor.

Yazarlar, araştırmalara verdikleri referanslarla, dünyada önümüzdeki dönemin gündeminin yeniden üretim emeği olacağını ve çalışma sonrası tartışmalarının tam olarak bunu görmezden geldiğini açıklıyorlar. Kadınlar için, eşitsizlik, ezilme ve sömürü açısından değişmiyor gibi duran bu gerçekliğe, günümüz kapitalizm koşulları üzerinden bakıyorlar ve kadınlar üzerinde hem sosyal hem ekonomik birçok etkisi olan bu duruma yönelik çözüm önerileri getirmeye çalışıyorlar. Bunun bir “özgür zaman mücadelesi” olduğunu dile getiriyorlar.

Yazarlara göre, çalışmanın geleceği, evde bakım, yeme-içme desteği gibi yeniden üretimin temelini oluşturan konulara ilişkin meslekler ile şekilleniyor. İleri örgün eğitim gerektirmeyen, ortalama veya asgari maaşlı ve hatta güvencesiz, ücretsiz çalışma alanları bunlar. Evde bakım/sağlık/temizlik “yardımcıları”, fast food/gıda işçileri ve gıda ve sağlık alanında çalışan türlü hizmetliler artık dünyada sayıları en fazla olan çalışanlar. Bunda, kapitalizmin emek sömüren ve güvencesiz işlere odaklanmasının yanı sıra kamusal hizmet olmaktan çıkan ve kadınların sırtındaki yükü pekiştiren yeniden üretimin geldiği noktanın da payı büyük.

Kitap, iki yüzyıldır, başta batı ülkelerinde olmak üzere, kadınların üzerindeki yeniden üretim yüküne yönelik gerek gelişen teknoloji ve imkanlar gerek sosyal devlet uygulamalarının, cinsiyetçi iş bölümünü sarsan yani sorunun çözümüne yönelik değil, olsa olsa “bir dizi yer değiştirme” politikası olduğunu açıklıyor. Sanayi Devrimi’nden bu yana kadınların “yükünü azaltmak üzere” gelişen ev aletlerinin örneğin, politikanın odağına oturan çekirdek aile ve cinsiyetçi roller ile, kadının ancak zamanını yeniden örgütlediğini ve üstündeki yükün asla azalmadığını iddia ediyorlar. Örneğin, çamaşır yıkamanın önce kamusal olup sonra hane içine taşınması ya da y kuşağı için alışveriş market market gezilerek yapılan bir şeyken z kuşağı için her şeyin kapıya gelmesi, zaman organizasyonu açısından farklılıklar içerse de, kadınların cinsiyetçi iş bölümündeki rolünü değiştirmiyor. Bu gelişimlerin cinsiyetçiliğini şu alıntıyla özetlemek mümkün: “Sözgelimi fırın, işlenmiş kumaş ve sanayi tipi un gibi ilk icatlar erkeklerin yaptığı işleri (örneğin odun kesip taşımak, deri ürünler üretmek, un öğütmek) nasıl azalttıysa, eş zamanlı olarak kadınların işlerini de (örneğin, daha çeşitli yemekler pişirmek, pamuklu giysileri yıkamak ve yeni beyaz unla yapılan yiyecekler için daha uzun süre hazırlık yapmak) öyle artırdı.” Ev işlerine yönelik teknolojilerin kazananı da erkek olur çünkü kadınlar bir zamandan kazanırken başka bir zamandan kaybetme baskısı altına alınır. Çünkü ev içindeki cinsiyetçi iş bölümü ve yeniden üretimin sürdürülmesi esastır, kadınların zamanı nasıl harcayacağı da istihdama katılımı da buna göre şekillenir.

Yazarlar, kadınların üzerindeki yükün teknoloji ile azalmamasını değişip dönüşen standartlarla da açıklarlar. Örneğin, temizlik ve hijyen, ev içi idealler, çocuk bakımının nasıl olması gerektiği, neyin ne şekilde tüketileceği ve mutfağın düzeni kadınlar aleyhine dönüşüp durur. Öte yandan, yeniden üretimin ve kadınların karşılıksız emeğinin adresi ailenin sosyolojik dönüşümünü de hesaba katmak gerekir. Yani “ailenin reisi erkek”/baba modeli, ücretli emeğin ev içi ücretsiz emek karşısındaki hiyerarşik konumu, kadınların istihdama katılmalarının veya istihdamdan çıkmalarının teşvik edilmesi, “iş ve aile yaşamının uyumlaştırılması” politikaları, özellikle 2000’lerden itibaren artan çalışma saatleri ve bunun ev içi emekle birlikte kadınlara ilave zamansızlık olarak dönmesi gibi kısaca özetlenebilecek, kadınları aile içerisinde baskı altında tutan birçok aile politikasını yazarlar ele alıyorlar. Ancak bu politikaların bir kısmının geride kaldığını da belirtiyorlar. Bilhassa Batı’da 2000’ler itibariyle, çekirdek aile sayısı hanelerin yüzde 60’ının altında kalıyor, evli kadın sayısı belirgin şekilde azalıyor. Tek kişilik haneler kimi Batı ülkelerinde yüzde 40’ları buluyor. Burada, farklı bağlamlarda ileri sürülmüş başka bir tartışma da tekrar açılıyor; her hanenin kendi yemeğini pişirmesi veya ev aletini çalıştırmasının sadece emeğin kolektifleşmesi değil ekoloji üzerindeki etkileri de söz konusu. Yazarlar, hem zaman hem enerji ve kaynak israfının gözden geçirilmesi, ev içi işin tekrarı ve yükünü eleştiren feminist tartışmalar için aciliyet kazanıyor diyorlar. Bakım hizmetlerine yönelik kamu kaynaklarının yetersizliğini de bu tabloya eklemek durumu anlamak için bütünleştirici olur.

Tüm bunlardan hareketle, yazarlar, 1900’ler itibariyle yeniden üretim emeğini “özgürleştirici” alanlara bakıyorlar. Kolektif, komünal, ortak alan örneklerini inceliyorlar ve kimilerinde feminizm ile çelişen çok çarpıcı örneklere değiniyorlar. Yani başka bir deyişle, feminist bir yöntemle geliştirilmeyen bu tür alanların kadının karşılıksız emeği ve sömürüyü yeniden ürettiğini, üstüne neoliberal ortak alanlara dönüşen versiyonları da gösteriyorlar. Barınmanın meta olarak ele alınmaması ve evin “sadece bir sığınak değil, son derece cinsiyetlendirilmiş bir işyeri” olduğunun da atlanmaması gerektiğini söylüyorlar. Üç temel ilke öneriyorlar; komünal bakım, kamusal lüks ve zamansal egemenlik. Komünal bakım, bakım emeğinin çok boyutlu biçimlerde zorunluluk olma halini ve temel olarak tahakküm aracı aile normunu ortadan kaldırmayı hedefliyor. Kamusal lüks, yeniden üretimin aile içindeki müsrifliğinin aksine, kamusal, ücretsiz, erişilebilir alan ve kolektif yürütülen işleri ima ediyor. Zamansal egemenlik ise, kendi değer, standart ve yükümlülüklerimizi kendi kolektiflerimiz içerisinde oluşturabilme gücüne işaret ediyor. İşin eşit şekilde dağıtıldığı, postkapitalist, ekolojik krizle kadın emeğinin sömürülmesi arasındaki bağlantıyı kurabilen, teknolojinin cinsiyetçi gelişimine gözü açık, heteroseksizme tezat, kolektif ve özgürlük peşinde bir dünya hayaliyle de kitap sonlanıyor.

İşten Sonra, kadınların ücretsiz emeğinin geçirdiği aşamaları detaylı ve derinlikli ele alırken sosyalist feminist teori ve yaklaşımın yılların ardından hâlâ nasıl dimdik ayakta durduğunu bize hatırlatıyor.

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.