Köyde ötekileştirilip dışlanan dilsiz, uğursuz görülen ancak bunlara nanik yaparak ıslık diliyle kendi dilini var eden bir kadın.
Strasbourg’un Kadıköy Rexx-vari sinemasında yönetmenleri Çağla Zencirci ve Guillame Giovanetti eşliğinde gösterilecek bu film bizim küçük Türkiyeli üniversiteliler grubumuzda bir heyecan yaratıyor. Gitmeden evvel okuduğum röportajlar, yazılanlar üzerinden bir beklenti oluşturuyorum kafamın içinde. Ve kafamın içinde kurduğumdan daha kuvvetli bir dünyaya çekiyor film izleyicisini.
“Bak böyle direkt ketler vuruyorum gelişine gelişmenin / dilimi her sözcükle küçültüyorum / Söz ve dil birlikte bitsin diye / ama niye / Sessizlikte yavaşlayacak çünkü dünya / gürültüsü makinelerin susunca”[1]
Yönetmenlerin hikayesi 2003’te dünyanın dilleri ile ilgili bir kitaba denk gelişleri ve kitapta geçen küçük pasajla başlıyor. Gümüşhane’nin Kuşköy köyünde konuşulan ıslık dilini merak edip ilerleyen yıllarda sık sık bu köye ziyaretler yapıp etnografik bir çalışmayla birlikte yörenin mitlerini dinliyorlar. Filmin içerisinde bu mitlerin kurguda önemli bir yeri var. Hikaye Sibel karakterinin üzerine kuruluyor. Köyde ötekileştirilip dışlanan dilsiz, uğursuz görülen ancak bunlara nanik yaparak ıslık diliyle kendi dilini var eden bir kadın. Onun kendini gerçekleştirme, kabullenmeyi önemseyip, önemsemeyip daha sonra reddedip, o kabullenmeyle olan ilişkisini, keşfetme arzusunu, ormanın bu keşfediş içerisindeki kaçış ve direniş alanı oluşunu; erilliği bedensellikten içre değil de zihinsel olarak da benimseyip kuşatanlara karşı bir isyanın hikayesini görüyoruz.
“Ortalamadan farklı olduğu için merakla değil de korkuyla karşılanıp baskı görmüşlerin hikayesi”[2]
Sibel’in hikayesinde üç karakter eşlikçi olmaya çalışıp biraz daha yakından onun gerçekliğine dahil oluyorlar. Baba, Narin ve Ali. Baba, Sibel’in en çok iletişimde bulunduklarından. Normalliği temsil eden diğer kızına göre Sibel’i ayrıştırdığını, ikisinin arasında daha çok arkadaşmışçasına kurulan iletişimin izleklerini gözlemliyoruz. Ancak film ilerledikçe itibar, namus ablukası altında babanın gelgitleri, o topluluktan dışlanmamak için aldığı “tedbirler” gittikçe fark edilir hale geliyor. Sibel ve babası arasındaki iletişimin kırılma noktalarını da bu tedbir anları, söylemleri oluşturuyor. Sibel’in kurduğu baba algısının değişimini; o değişimde kendi büyüme hikayesinin, başkaldırısının bir parçasını da izliyoruz. Aileye, güvenli alan atfedilene, başkaldırı. Güvenli alanlarından kazık yiyenlerin bir nevi yüzleşmesi. Büyümek.
Öte yandan Sibel’in baba karakteri haricinde bir şeyler danıştığı konuştuğu başka bir “öteki” karakter ise Narin. Narin köyden biraz daha uzakta yaşayan yaşlı, köyün “deli”si yani başka bir yerden Sibel’in potansiyel olarak dönüşebileceği kişi gibi resmediliyor. Özellikle hikayelerinin kesişiminde ve daha sonra Ali’nin kaçışının ardından gelişen diyaloglarında bunu hissediyoruz. Sibel’in ortak bir kaderi kabullenmeyişi başkaldırısını kapsayıcı bi yerden kuruyor. Elbet dönüşen değişen etkenlerle birlikte Narin ile aynı yola iteklenmeye boyun eğmeyeceğine, kaçış alanları değil de yaşam alanında da var olma hakkını savunduğuna, ıslığına isyanının karıştığına tanık oluyoruz.
Mekansal olarak köy ve ev onun kendini gerçekleştiremediği alanlar. Bir başka diyar yaratıp kurtulduğu yerler ise orman ve Narin’in evi. Ormanın içinde kendine yarattığı alanda amacı kurt mitindeki kurdu öldürüp köyde kabullenebilmek iken bu arayışın evrimleşmesiyle birlikte; varım, buradayım korkmuyorum, alışacaksınız çığlığını duyuyoruz. Sibel’in varoluşunun bir aktivizm olduğunu, onun köy meydanında yürüyüşünden, yaylaya gidişine, gündelik diyalogların ustaca kurulmuş sıradanlığı içerisinde görüyoruz.
Köy mekanı, uzun süre resmedildiği üzere dönülmek istenen, yeşillikler bayırlıklar ve abartılı nostaljiden ziyade; farklı, öteki, başka, ayrıksı, aykırı olan için nasıl ket vurabilen, aslında direkt toplumun gard alma biçimlerinin, yok etme, normalleştirme politikasıyla birlikte çoğunluğun mikro iktidarını yarattığı; geleneğini, kültürünü, normalliğini dayattığı “öteki” olana yardım edenin de dışlandığı bir yer. Sibel’in Ali ve Narin ile olan ilişkisinde öteki olanın “had bilmezliği” ve kendi yaşam alanını yaratışı mikro iktidarın filelerine takılanlardan. Üstelik Karadeniz’in bariz coğrafyasında dahi Mustang’deki gibi coğrafyasız olmayı başarabiliyor.
Dili olmayan bir masal, “dünyanın camı çerçevesini indirme hali.” Sibel, karabasanın elini boynumuzdan çekenlerden. Toplumun görünmez yasa koyucularına inat.
[1] Elif Sofya, “İşlerin İşleyişi”, Dik âla, YKY, Haziran 2014.
[2] Sibel’i canlandıran Damla Sönmez’in bir röportajından.