Alasdair Gray, romanında Bella’nın erkek bakışıyla farklı biçimlerde nasıl inşa edildiğini, hatta metne kafa tutmaya çalışan Bella/Victoria’nın anlatısının nasıl güvenilmez hale getirildiğine işaret ederken tüm bu güvenilmez anlatılarla Bella’nın “gerçek” kimliğinin nasıl muğlaklaştırıldığını da sezdirir.

Alasdair Gray’in aynı adlı romanından uyarlanan, Yorgos Lanthimos’un yönettiği “Poor Things” filmi daha ilk sahnelerinden, Mary Shelley’in meşhur romanı Frankenstein’la olan akrabalığını gösteriyordu. Siyah-beyaz başlayan filmdeki karanlık hava, pelerinli, çirkin yüzlü bir doktor ve ameliyat masasında canlanan ceset yeterliydi bu bağ için. Ancak Marx’ın “tarihte olaylar iki kez yinelenir ancak ilkinde trajedi ikincisinde fars olarak” sözünü doğrular biçimde komik, neşeli, giderek renklenen hafif bir filmle karşı karşıyaydık. Ne yarattığından tiksinen, yaptığından pişman olan, korkan, öfkelenen çılgın bilim adamı vardı ne de çirkinliği nedeniyle görenlerin korkup kaçtığı, yaratıcısının bile yanına yaklaşmadığı giderek zalimleşen, ontolojik problemler yaşayan canavar. Filmdeki yaratık/canavar, bir tür büyüme hikâyesini izlediğimiz, Godwin adlı yaratıcısına kısaca God diye hitap eden adı gibi kendi de güzel Bella’dır. Dr. Godwin Baxter, köprüden atlayarak intihar eden Victoria adlı hamile bir kadının bebeğinin beynini ölen kadına naklederek kadını canlandırır ve isim verir: Bella. Kadın bedeninde bebek beyniyle yürümeyi, konuşmayı yeniden öğrenen, cinsel hazzı keşfeden Bella, hızlıca büyür ve cinsel özgürlüğünün tadını çıkartır. Ancak erkek doktor/cerrah/yaratıcının ürünü çocuksu kadın imgesi, Bella’nın büyüme yolculuğunun sonunda eve dönüp hem God’ı affetmesi hem kendine uygun görülen diğer doktor McCandless ile evlenmesi gibi klişe yağmuru, bu filmde eksik bir şeyler var hissiyle beni romana yönlendirdi. İyi ki.

Yazarın 1992 tarihli Zavallılar[1] romanı oldukça oyuncaklı, postmodern bir metin ve Mary Shelley Godwin’in 1818 yılında yayımlanmış Frankenstein romanının yeniden yazımı/parodisi. Çerçeve hikâyeler, buluntu metinler, editör olarak yazarlar, pastiş ve parodi, üst kurmaca ve güvenilmez anlatıcılar gibi postmodern anlatım tekniklerinin kullanıldığı, ustalıkla kurgulanmış, çok katmanlı bir roman var elimizde. Dört bölümden oluşan romanın ilk bölümünde, kentsel dönüşümden geçen Glasgow’da kaldırımda bulunan bir bavulun içinden çıkan metinlerin Alasdair Gray adlı bir editör tarafından kitap haline getirilmesi öyküsünü anlatan “Giriş”, ikinci bölümde “Bir İskoç Hükümet Tabibinin Eski Yaşamından Sahneler” adlı Doktor Archibald McCandless tarafından yazılmış kurgusal otobiyografi, üçüncü bölümde otobiyografi anlatısını tamamen yalanlayan, Victoria (Bella) McCandless tarafından büyük büyük torunlarına yazılmış uzunca bir mektup yer almaktadır. Son bölüm ise yine editör Gray tarafından yazılmış, otobiyografide anlatılan olaylar ve kişilerin gerçek olduğunu kanıtlamaya çalışan “Eleştirel ve Tarihsel Notlar” adlı dipnotlardan oluşmaktadır.

Bilindiği gibi Shelley’in romanında Dr. Frankenstein mezarlardan, mezbahalardan topladığı insan, hayvan parçalarıyla yeni bir hayat yaratmak istemiş ama eline geçen erkek bir canavar olmuşken, Zavallılar romanında da canavar tanımına uygun karakter kendi gibi bir doktor olan babasının deneylerine maruz kaldığından organları olması gerektiği gibi çalışmayan, dikişli orantısız yüzü, tiz sesi, olağanüstü derecede çirkin dış görünüşüyle Dr. Godwin Baxter’dır. Diğer ortak özellikleri ise Frankenstein’ın yaratığının da, Dr. Godwin’in de kendilerini bu halleriyle sevecek bir kadın istemeleridir. Zavallılar romanının McCandless tarafından yazılan otobiyografi bölümünde, Godwin’in Bella’yı bu amaçla yarattığını öğreniriz: “Büyüleyici bir yabancıyı düşledim” der Godwin; “henüz hiç karşılaşmadığım ancak hayal edebildiğim bir kadını; bana benim ona muhtaç ve hayran olduğum kadar muhtaç ve hayran olacak bir arkadaşı”[2] Çünkü diğer kadınlar Godwin’i gördüklerinde “yüzleri donup kalıyor, sararıyor ya da kıpkırmızı kesiliyor ve (ona) hiç bakmamaya çalışıyorlardı” (64). Hâlbuki Bella, gözünü açtığı andan itibaren ilk gördüğü kişi olduğundan Godwin’in görünüşünden ürkmüyordu. Bella bu haliyle tam da canavarların yalnızlıktan ve sevgisizlikten kurtulmak için istediği/hayal ettiği eş olmuştur.

Lakin bildiğiniz gibi Zavallılar romanının da filminin de asıl canavarı, Godwin değil göz alıcı Bella’dır. Görünen o ki dişil ve eril canavarların korkutucu olma özellikleri birbirinden oldukça farklı. Canavar terimi genellikle şekilsiz, norm dışı bedenle, kötülük ve zalimlikle ilişkilendirilirken Bella’yı canavar kılan bedeni ve arzularıdır. Cinsel arzunun erkeklere uygun görüldüğü heteronormatif bir sistemde, cinsel iştahı açık bir kadın maazallah erkekleri süngüsü düşmüş, yetersiz ve gücü alınmış hissettirerek iktidarlarını şüpheli hale getirebilir ve dolayısıyla korkutucudur.

Olcay Akyıldız “Garp ile Şarkın Çok Cinsel Hikâyesi” başlıklı yazı dizisinde[3]  Bin Bir Gece Masalları’ndaki “iki kadın modeli prototipi”ni, yani “akıllı, kültürlü, eğitimli ve elbette edepli kadın versus aklından fikrinden söz açılmayan, en büyük kusuru arzularının peşinden gitmek olan şehvetli kadın”ı hatırlatır:

“nedense Şehrazat ne kadar meşhursa, ne denli kahramanlaştırılmışsa ne idüğü belirsiz bir cin tarafından kaçırılıp bir kutuya kapatılmış olan diğer kadının adı bir o kadar anılmaz. Oysa sonradan, Şehrazat geceler boyunca masallarını anlatırken, bu kadının adı duyulmasa da en başta adeta Şehrazat ve O iki farklı kadın modeli gibidir. Erkeklerin korktuğu, ölümüne korktuğu kadın modeli kutuya kapatıl(ama)mış olan o kadındır… [C]inin sandıklara, kutulara mühürlediği kadın –tahmin edileceği üzere adı da yoktur- tüm bu engelleme girişimine rağmen kutudan çıktığı her anda erkeklerle birlikte olur, üstelik dizlerinde uyuyan cinin ruhu bile duymadan. Hem de erkekler istediği için değil kendi arzusu doğrultusunda. Nedense hikâyenin kötü kadını o ilan edilir.”

“Zavallılar” filminde de romanda yer almayan bir sandık sahnesi vardır. Bella’nın cinsel arzusunu doyurmak için başka erkeklerle birlikte olacağından korkan Duncan Wedderburn onu bir sandığa kilitleyerek gemiye bindirir. Hiç değilse gemide göz önünde olacağını ve kontrol edebileceğini düşünür.  Kontrol etmek için kutuya konulan şehvetli box woman Bin Bir Gece Masalları’ndan taa filme kadar gelmiş, canlı kalmıştır.

Romanda da Bella bitmek bilmez cinsel enerjisi ve talepkârlığı ile korkutucudur. McCandless Bella ile parkta karşılaşmasını tipik bir tecavüz hikâyesi gibi anlatır:

“…çalılıkların arasında dar bir geçit gördü ve beni birden oraya yöneltti…şemsiyesini çat diye kapattı, sık bir ormangülü çalısına mızrak gibi fırlattı ve beni çalının içine çekti. O kadar şaşırmıştım ki karşı koyamadım…eldiveninin düğmelerini çözdü ve …dudaklarını yalayarak, “Haydi şimdi” diye mırıldandı…çıplak avucunu benim ağzımın üstüne kapatırken öteki kolunu boynuma doladı. Elinin kenarı burun deliklerimi tıkıyordu ve hala mücadele edemeyecek kadar şaşkınken bir de nefessiz kaldım.” (sf. 72)

Ancak takip eden cümlelerde McCandless “…birdenbire bu durumdan başka bir şey istemez oldum, ağzıma ve boynuma yaptığı baskı korkunç hoş hale geldi…dayanılmayacak kadar büyük bir zevke karşı mücadele vermeye başladım” (sf.72) diye yazar, akabinde Bella’ya evlenme teklif eder ve biz okurlar da bu anlatıdan şüpheye düşeriz. Zira Godwin’in Bella’yı kendisi için yarattığını öğrendiğinde McCandless’ın “Erkeklerin çağlar boyunca hep umutsuzca özlemini çektiği şeye, pırıl pırıl güzel bir kadının muhteşem bedeninde masum, sana güvenen, bağımlı bir çocuğun ruhuna sahip olacağını sanıyorsun. Buna izin vermem Baxter.” (sf. 61) dediğini hatırlarız. Buradan “sana izin vermem, kendim için isterim” anlamını çıkarabilir miyiz?

McCandless, otobiyografisinin sadece başlangıç bölümünü nasıl yoksul bir aileden geldiğine, kendi gibi tıp öğrencisi olan Godwin Baxter’la tanışmalarına ayırırken kalan bölümlerin hemen tamamı Bella’ya dairdir. Üstelik otobiyografisinde “kendi öznesini değişik açılardan gösteren başkalarının mektuplarına” da (sf.17) yer verir. Bella Baxter’ın cinsel arzusunun, nasıl yaratıldığının, güzelliğinin yani canavarlığının ve bu canavarın hayatının anlatıcısı/şahidi McCandless’tır. Diğer bir ifadeyle Bella Baxter’ın yaratıcısı bu iki doktordur: Godvin Baxter Bella’yı ölü bir bedenden fiziken yaratıp isimlendirirken, söylem yoluyla yaratan McCandless’tır. Bella’nın canavarlığını hep otobiyografiye girmiş erkeklerin anlatımıyla, onların gözünden öğreniriz. Her erkek kahraman Bella’yı yeniden yazar. Mesela Bella’nın birlikte dünya turuna çıktığı kumarbaz avukat Duncan Wedderburn, Godwin’e şöyle mektuplar gönderir:

“Kader tanrıçama bir baktım; masanın karşısındaki geniş koltuğa yılan gibi kıvrılmıştı. Gözlerini dikmiş halde bana öylesine tuhaf anlamlar taşıyan bir gülümsemeyle baktı ki huşuyla, korkuyla ve şiddetli bir arzuyla titredim. (sf.110)

Evet, artık sizin yeğeninizin kim olduğunu biliyorum Bay Baxter. Yahudiler ona Havva ve Delilah diyordu, Yunanlılar Truvalı Helen, Romalılar Kleopatra, Hristiyanlar Salome. Her çağın en soylu ve güçlü erkeklerinin onurunu ve erkekliğini yok eden Beyaz Şeytan o. Bana Bella Baxter kılığında geldi. …[B]u isim sizi titretiyor mu Lucifer Baxter?…[Ç]ünkü BEYAZ ŞEYTAN HER ÇAĞDA VE MİLLETTE DAHA BÜYÜK, DAHA KARANLIK BİR ŞEYTANIN KUKLASI VE OYUNCAĞIDIR!!!!” (sf.119)

Mektuplara göre Wedderburn’un kumardan kazandığı paraları ve tüm birikimlerini harcayan şeytanın kuklası canavar Bella, onu beş parasız hâlde Glasgow’a annesinin yanına göndermiş, erkekliğini, parasını ve nihayetinde aklını almıştır.  O artık akıl hastanesindedir.

Victoria’nın kocası General Blessington’a göre ise köprüden atlayarak intihar eden yani Bella’nın yapıldığı beden olan Victoria, zevcelik görevlerinden kurtulmak için evden kaçmış ve “suda boğulmalar, morglar, hafıza kaybı hikayeleri…(onun) üç yıldır delice bir hevesle, şehvetli cinsel ilişkiye karşı delirmiş açlığını doyurmak için …uydurulmuştur”. (sf.227) Victoria erotomania hastalığından muzdariptir ve evden kaçmadan hemen önce kendisine klitoridektomi yapılsın diye gözyaşları içinde yalvarmıştır. (sf. 233) Evden kaçmasının nedeni deliliğidir!

Dünya seyahati sırasında yazdığı mektuplardan Bella’nın gördükleri, okudukları sonrasında artık olgunlaştığı, mental açıdan da büyüdüğü anlaşılır. Bella’nın “ küçük, düzgün ve dik hale gelen yazısından…imlasından,…ama en çok düşüncelerinin niteliğinden. Düşünceleri “doğulu bir bilgenin manevi sezgileriyle David Hume ve Adam Smith’in analitik zekâsını birbiriyle harmanlıyor[dur]” (sf.170). Seyahatin İskenderiye bölümünde Bella gördüğü yoksulluktan çok etkilenip gözleri görmeyen küçük bir dilenci kızı gemiye almak istediğinde gemide arkadaşı olan biri “yaptığın hiçbir işe yaramaz” der (sf.189). Şöyle yazar Bella: “…sana geri dönen Bell’in artık zavallı Wedder’la kaçan, zevk peşinde bir uyurgezer olmadığını bilmelisin. Soracağım bazı zor soruları yanıtlamalısın. İşe yarayan şeylerin nasıl yapılacağını ve nasıl parazit olunmayacağını bana anlatmalısın. Mum’a da (McCandless’ı kast ediyor) söyle, çünkü bundan sonra Bell onunla hemen yaşam boyu partner olacağından birlikte çalışmamız gerek.” (sf. 201). Tam bu noktada Franco Moretti’nin Frankenstein metni için yaptığı analizin izinden giderek[4], batılı beyaz sömürgecinin eski sömürgelerine dair vicdan azabından, kâbusundan hayır hasenatla, yardımseverlikle kurtulabileceği düşüncesini eleştirmek için romanda Bella’nın zengin, soylu bir kadından yapılmış olduğunu düşünüyorum. Büyük yolcu gemileri ile çıkılan dünya seyahatleri, dilencilere verilen ama onlara bile ulaşmayan küçük paralar, sömürgelerde görev yapmış general kocalar…

Artık eve dönen Bella’nın şehvetinden/canavarlığından bahsedilmez. O artık “küçük kızlara, annelere ve fahişelere yardım etmek isteyen” Fabian Cemiyeti’ne üye, kadınlara oy hakkı için çalışan, dünyayı değiştirme derdi olan biridir. Veya başka bir ifadeyle şehvetli box woman’dan diğer kadın prototipine, akıllı, edepli Şehrazat’a dönüşmüştür. McCandless’la evlenmiş, tıp eğitimi almış, doktor olmuş ve kliniğinde kadınlara, yoksullara hizmet etmektedir. McCandless, otobiyografisinin “Veda” bölümünde hükümet tabipliğinden ayrılıp bir vakfın başkanlığını yaptığını, mutlu ve refah içinde yaşadıklarını yazar. Son cümleleri ise anlattığı her şeyin doğru ancak bunların “gerek Bella’nın gerekse tıp biliminin henüz inanmaya cesaret edemediği şeyler” (sf. 260) olduğudur.

Buluntu otobiyografinin editörü Bella’nın mektubunu “Dr. Victoria McCandless’tan …Dr. Archibald McCandless tarafından yazılan BİR İSKOÇ HÜKÜMET TABİBİNİN ESKİ YAŞAMINDAN SAHNELER adlı kitapta yanlış olduğunu iddia ettiği şeyleri düzelten bir mektup” (sf.265) başlığıyla ekler. Yani, editör Victoria’nın mektubuna iddia diyerek okuru otobiyografinin doğru olduğuna ikna etmeye çalışır. Zira Bella (diğer adıyla Victoria) McCandless’ın anlattığı hikâyeyi ters yüz eder. Bella’ya göre McCandless “zamanını çalışma odasında, hiçbir yayıncı para vermediği için kendi parasıyla basılan kitaplar yazıp durarak geçiren” biridir (sf.268). Godwin sadece üzgün bakışlı, iriyarı bir adamdır, hatta “öyle özenli, dikkatli ve naziktir ki, hayvanlar, çocuklar, incinmiş ve yalnız insanlar, bütün kadınlar onun yanında kendilerini güvende hissederler” (sf. 273). Godwin, ilk kocasının kendisine yaptırmak istediği klitoridektomi ameliyatını sebeplerini açıklayarak yapmayı reddeden, gerçek anlamda sevdiği, General’den kaçıp sığındığı adamdır. Ne Victoria intihar etmiş ne de Godwin bebeğinin beynini Victoria’ya nakletmiştir. İzini kaybettirebilmek için Victoria’nın ismini Bella olarak değiştirip ona farklı bir geçmiş yazmışlardır. Yani Bella, McCandless’ın anlatısına karşılık kendi versiyonunu sunar. Editör ise boş durmaz ve (yahut yazar postmodern anlatının hakkını vererek) mektuba uydurulmuş belgeler, tuhaf dipnotlar ekler. Mesela Victoria Blessington’ın kendini nehre attığı yeri gösteren çizimler, haritalar (sf.303) koyar. Mesela Bella’nın “büyük harfle yazılmış bölüm, hiç anatomi bilmeyen birini bile bunların saçmalıktan, zırvalıktan, palavradan, abuk sabuk anlamsız sözlerden başka bir şey olmadığına ikna etmeye yeter” sözlerine şöyle bir dipnot yazar: “Dr. Victoria kocasını daha çok sevseydi bu saçmalığı niçin yazdığını hemen anlardı…belli ki (McCandless) kitabının karısı tarafından düzeltilmesini istiyordu” (sf. 311-12). Hem “asıl metinden önce okunursa okurlarda metne karşı bir önyargıya yol açar (sf.16)” diye mektubu sona koyan, hem de mektubun doğruluğu hakkında şüpheler uyandıracak dipnotlar ekleyen editör de Bella’nın söylemsel inşasını düzenler ve McCandless’ın anlatısını destekler.

Bella, tüm bu hengâmenin içinde hangi anlatıcıya güveneceğini bilemeyen okura seslenir: “Siz, sevgili okur, arasında seçim yapmanız gereken iki hikâye var önünüzde şimdi ve hangisinin daha muhtemel olduğundan kuşku duyulamaz. İkinci kocamın hikâyesinde kesinlikle en marazi yüzyıl olan 19. yüzyıldaki her türlü marazi şeyin kötü kokusu var. Yarattığı zaten yeterince tuhaf hikayeyi …Mary Shelley ve Edgar Allan Poe’nun yapıtlarından aldığı mezar soygunculuklarını katarak daha da tuhaf hale getirmiş. Aşırmadığı marazi Vikyoryen fantezi kalmış mı? …Dr.Jekyll ve Mr.Hyde, Dracula, …ve heyhat Aynadan Geçen Alice’ten izler buldum o kitapta…[Ü]stelik G.B Shaw’ın Pygmalion’unu ve H.G. Wells’in bilimsel romanlarını da çalmış” (sf.286). Mektupta, gotik anlatılara ilaveten Pygmalion ve Aynadan Geçen Alice’ten söz edilmesi özellikle dikkat çekici. Adını Yunan mitolojisinden alan Shaw’ın Pygmalion oyunu, kendi yaratısına âşık olan sanatçı imgesinin sayısız örneğinden biridir. Ovidius’un Dönüşümler’inde[5] yer alan öyküye göre heykeltraş Pygmalion kusursuz bir kadın heykeli yaratıp ona âşık olur ve tanrıça Venüs Pygmalion’u ödüllendirmek için heykeli canlandırır. Alice Harikalar Diyarında ve devam kitabı Aynadan Geçen Alice[6] ise çözmesi gereken bilmecelerle dolu, bir çocuk için anlaması zor yetişkinler dünyasıyla karşılaşan bir kızın ergenliğe geçiş hikâyesi olarak okunabilir. Üstelik Alice Harikalar Diyarında Godwin’in kütüphanesinde de vardır, hem de Binbir Gece Masalları ile birlikte (sf. 277)! Romanın bu bölümü Bella’nın sözel olarak nasıl inşa edildiğini, hangi metinlerden yapıldığını gösteren bir harita gibidir. McCandless’ın, tıpkı farklı canlılardan alınan parçalarla oluşturulan bir canavar gibi Bella’yı farklı metinlerden oluşturduğunu gösteren bir harita. Mesela erkekler için Bella yani güzel olanın çocuksu kadın imgesiyle ilişkilendirilmesi, Alice Harikalar Diyarında kitabıyla işaretlenmiş sanki.

Alasdair Gray, romanında Bella’nın erkek bakışıyla farklı biçimlerde nasıl inşa edildiğini, hatta metne kafa tutmaya çalışan Bella/Victoria’nın anlatısının nasıl güvenilmez hale getirildiğine işaret ederken tüm bu güvenilmez anlatılarla Bella’nın “gerçek” kimliğinin nasıl muğlaklaştırıldığını da sezdirir. Hangi hikâyeye inanmayı seçtiğinize göre Bella da değişir.

Film ise çok katmanlı bu romanın güvenilmez anlatıcılarından McCandless’ın hikâyesini hiçbir şüpheye yer vermeden anlatmayı seçmiş ve yazarın eleştirel bir yerden baktığı çocuksu kadın bedeninin “erkeklerin çağlar boyunca hep umutsuzca özlemini çektiği” şey olmasını göz ardı etmeyi tercih etmiş görünüyor. Böylelikle erkek hazzına yönelik olarak inşa edilmiş  kadın anlatısı, büyüme hikayesinin büyük bölümünü oluşturan ve erkek bakışıyla aktarılan seks pozitif bir cinsel uyanışla taçlandırılıyor. (Çocuksu bir merakla her şeyi deneyerek öğrenmeye çalışan Bella’nın erkek bedenini keşfini göremeyiz ama orgazm olan kadın yüzü izlemekten yorgun düşmüş olabiliriz.) Nihayetinde filmin çok başında Bella’nın “evden” ayrılmaması için hazırlanan  paternal sözleşmeye uygun davranıp eve dönmesi ve nişanlısıyla evlenmesi de mutlu son olarak sunuluyor. Üstelik dönülen evde bu iki doktor tarafından inşa edilmiş başka bir genç kadın daha varken.

[1] Gray, Alasdair. Zavallılar. Çev. Süha Sertabiboğlu. İthaki Yayınları, İstanbul, 2024.

[2] A.g.e. sf.62. Romandan yapılacak alıntılar bundan böyle metnin içerisinde sayfa numarasıyla belirtilecektir.

[3] https://www.5harfliler.com/garp-ile-sarkin-cok-cinsel-hikayesi-1

[4] Moretti’ye göre kadavra olarak kullanılan cesetler yoksullara aittir ve bu “canavarın” dehşetli gücünün kendisine yöneleceği korkusuyla burjuvazi bunu yok etmeye çalışır. Moretti, Franco. Mucizevi Göstergeler: Edebi Biçimlerin Sosyolojisi Üzerine. Çev. Zeynep Altok, İstanbul, Metis Yayınları, 2004.

[5] Ovid, “Pygmalion”, Dönüşümler, Çev. Asuman Coşkun Abuagla. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul:2019. Dize:243-297.

[6] Carroll, Lewis. Aynanın İçinden, Çev. Hüseyin Gündoğdu. İş Bankası Yayınları, İstanbul:2022

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.