“Tüm kadınların iç sesiyiz”
Ev işlerinin özgün doğasına dair bugüne dek çok şey söylendi. Ben de kendimce önemli bulduğum yanlara dikkat çekmek istiyorum. Ev işleri öncelikle ev içindeki tüm bireylerin yeniden üretimlerini sağlayan işlerden oluşur. Dolayısıyla her biri ayrı bir uzmanlık alanı gerektiren bu işler çok parçalıdır. Cinsiyetlendirilmiş iş bölümü sonucunda kadınların payına düşen bu işler, ev içerisi ile sınırlı değildir. Aynı zamanda birçok akrabalık ve özen ilişkisinin de yeniden üretildiği duygusal emek boyutu vardır. Bu işler, çok parçalı yapılarından dolayı, iş zamanı – iş zamanının dışı diye bir ayrım yapamadığımız işlerdir. Eve girildiği anda başlayan, sonsuza dek yeni düzenlemeler ve işlerin eklendiği bir yapısı vardır. Bu yapısından dolayı kadınların bilinçlerini sürekli meşgul eder, sürekli tetikte olmayı, başkalarıyla ve ev alanıyla ilgili sorumluluk almayı gerektirir. Bu sonsuz düzenleme içerisinde başka şeylerle ilgilenilecek zaman bulmak zordur. Aynı zamanda patriyarka ve onun getirdiği iş bölümü neticesinde kadınların zihinleri de bu yapıya göre şekillenir. Peki, tüm bunları somutlaştıralım: gerçekten çalışan bir kadının iç sesi olsak, neler söylerdi bize? Çalışan bir kadının iş sonrası yaşamından bir kesit, kadın emeğinin özgün yapısının daha net biçimde ortaya konmasına yardımcı olabilir:
İşten çıkıp doğruca eve gelirken akşam ne yemek pişireceğini düşünüyordu: ıspanak olmaz onu daha iki gün önce yaptım, aman neyse çocuklar yok zaten yumurta yesin. Hızlıca kapıyı açtı. Telaşlıydı ama bu olağan bir haldi aslında, insanın onca işi yetiştirmesi için acele etmesi gerekir.
Önce çamaşırları makinaya atarım, onlar yıkanana dek biraz ortalığı toplarım, yemek hazırlarım. Ayakkabılığa bakayım önce, yarın giyeceğim ayakkabıları nereye koymuştum? Üstümü değiştirmeden önce makinayı çalıştırayım. Banyodan çıktığında elinde poşetlerle eve gelmişti adam, karnım çok aç dedi, yumurta falan hazırladım sen başla ben geliyorum.
Yemek faslı çabuk bitti, her günki gibiydi, küçük konuşmalar, işle ve komşularla ilgili, eve alınması gerekenlerle ilgili, çocuklarla ilgili. “Çocuğu aradın mı?” “Yok, aramadım” dedi kadın, “arayayım”. Aradı, telefon açılmayınca “İşi var sanırım, arar birazdan sen salona geç geliyorum”.
Hızlıca sofrayı topladı, bulaşıkları makinaya yerleştirdi, çamaşırları astı. İçerden “Bir bardak su!” “Tamam, getiriyorum” Sanki kendisi gelip içse suyunu ölecek, aman neyse sabret, akşam akşam huzursuzluk çıkmasın. Şimdi bu bardağı beğenmez, nerde sevdiği bardak, kirliymiş, dur yıkayayım bari. Bıktım vallahi, bir de kıymetim bilinse…
Bir bardak su götürdü adama, “Al.” Bir nefeste suyu içti, bardağı geri uzattı, gözleri televizyona kilitlenmişti. Ana haber bültenini izliyordu, yeni başlamıştı haberler. Sürekli son dakika haberleri veriliyordu, televizyon spikeri son derece ciddi bir ifadeyle kimden bahsettiğini söylemeden uzun bir tirat atmaya başladı, “Biz…” diye başlıyordu tüm cümleler ve “Onlar”a sinir olunmuştu, ama bu çoğulluk arasında bir şeyleri anlamak zordu. Aman her zamanki şeyler işte, canı sıkılıyordu izlerken haberleri, o da izliyordu tabi her gece ama hep aynı şeyler işte. O sırada spiker eline bayrak almış ve bayrakla ilgili bir şiir okuyordu. “Nolmuş?” diye sordu. Adam cevap vermedi, izlemeye devam etti. Kadın ısrarcıydı, merakından değil de adamın cevap vermemesine sinir olmuştu. “Yahu Amerika’dan gelmişler görüşmek için, iyi gitmemiş görüşme.” Bir şeyler söylemek istedi, pek de hali yoktu. Niye iyi gitsin ki, ne bekliyorlardı zaten diye düşündü. Tırnaklarındaki ojeleri temizledi, yeniden oje sürdü kurumasını beklerken, camdan sokağı izliyordu, televizyona arkası dönüktü ama cama bayrağın kırmızı renginin sürekli yansıdığını görebiliyordu.
Şu karşıdakiler ne güzel yaptırdılar balkonlarını, camla kapatmak iyi oluyor, hem yoldan toz gelmez, hem de balkonda rahatça oturursun, bir de perde assan… Aslında biz de yapsak iyi olur ama önce salondaki halıyı değiştirecektik bu ay, ne zamandır aklımda, perdelere uymuyor, perdelere uysa bile eski, kaç yıl oldu alalı, Perihan yeni doğmuştu aldığımızda… Ya bak yıl olmuş. O kış hava bayağı soğuktu, eve yeni taşınmıştık da halılar eksik kalmıştı, rahmetli babam ev hediyesi aldıydı, ne iyi adamdı sağ olsun. İstemedim evlenmek o zaman ama sözünü dinledim, başta çok zorluk çektim ama şimdi iyi. En azından hır gür çıkmıyor, bak ne güzel evimiz de var, bir balkonu yaptırsak… Gerçi çok taksit var bu ay çocuğun kurs parası falan derken zor ama kenara attığım paralardan peşinat veririz, kalanı da taksitle yaza doğru öderiz nasılsa. Hem kız gelince sevinir, gerçi ne zaman gelecek belli değil de… Ayşe komşu sordu, sanki imalı konuşuyor? Neyse derdi, kendine baksın, daha geçen ayın apartman aidatını vermediler, hem oğlu tembel diye hep…
“Çay yok mu?” “Var, yaparsam var” asetonlu pamuk çöpünü aldı, sehpanın üzerindeki mandalina kabuklarıyla avucuna sıkıştırdı, mutfağa gitti çay suyu koymak için. Suyu ocağa koyduktan sonra beklerken, mutfak camının yanına gitti. Menekşeler susuz kalmış, güzellerim benim, kış için daha güneşli bir yere mi koymalı acaba? Anneminkiler balkonda ama nasıl güzeller, burayı sevmediler belli ki. Parmağıyla camın pervazını sildi, kire bak, daha geçen hafta temizlik yaptım. Yağmurdan da kabarmış üstelik, kaç kez dedim yaptıralım balkonu diye, su da gelmez hem. Bak yine söylemem gerekir illa ki. Ben mi dedim bunca taksitin altında kendine motor al diye, araba neye yetmiyor. Ben kullanmayı bilseydim, araba bana kalırdı. Bir türlü öğrenemedim. Gerçi nasıl öğrenecektim ki, beni “Sana araba kullanmayı öğreteceğim” deyip ana yola sürmeseydi öğrenirdim belki. Gerçi hevesim de yoktu belki. Yeteneksizsin demişti. Doğru yeteneğim yok böyle şeylere, kız öğrenir belki. Rahmetli babam da matematikte yeteneğin yok derdi, hiç yapamam sevmem de zaten ama öğretmeni olduk sonradan. Kız da öyle, babası küçükken kızardı, çarpım tablosunu sorardı, doğru cevap verirse sevinirdi ama belli de etmezdi, yanlış cevap verince…
Ocakta taşan suyun sesiyle irkildi, çayı demledi, bardakları aldı, tepsiye yerleştirdi, şekerliği de koydu. Salona geçti. Tepsiyi sehpanın üzerine bıraktı, telefon çaldı. “Sen iç ben geliyorum” “Canım kızım nasılsın, hava soğuk mu?” yemeği ihmal etme, soğukta üşüme, paraya ihtiyacın var mı, okul nasıl gidiyor şeklinde klasik bir konuşma, çoğunlukla olduğu gibi. “Ne yapıyormuş iyi miymiş?” Çayı soğumuştu, “Ben gelmeden niye çay koydun ki?” gidip lavaboya soğumuş çayı boşalttı, mutfaktan bağırıyordu “İyiymiş, ders çalışıyormuş, yarın sınavı varmış” Bir şeyler daha dedi ama pek anlaşılmadı, adam hala televizyon izliyordu gözlerini ayırmadan, haberler bitmişti ama çok sevdiği askerli dizi başlayacaktı birazdan. Geçen haftaki bölümde duygulanıp ağlamıştı, çok şaşırmıştı kadın, yani dizi uğruna ağlanır mı hiç, biz ölsek umurunda olmaz. Kadın da diziyi göz ucuyla izlemeye başladı, başroldeki kadının elbisesini çok beğendi. Yarın ne giyeceğim ben? Geçen hafta siyah elbisemi giyince laf etmişti bizimkiler. Aman onlar da her şeye söyleyecek bir söz buluyorlar, her şeye bahaneleri var. İlk zamanlar daha öğretmenler odasından girer girmez baştan aşağı süzerlerdi, ayakkabın eskimiş demişlerdi bir kez ne çok utanmıştım, herkesin içinde hem de, edepsiz, merhamet de yok onlarda. Ben merhametliyim ama, eskiden daha merhametliydim de gençliğimde… Bu adam merhametsiz yaptı beni biraz, yine iyi bak kaç zamandır evde hır gür çıkmıyor. Gerçi ben de çok dikkat ediyorum huyuna gidiyorum, idare ediyorum işte ne yapayım. Sonuçta kız için katlandık bir şekilde. Evlenmeden önce daha neşeliydim, üniversitedeyken, güzel arkadaşlarım da vardı. Bana mektup yazan bir çocuk vardı. Ne oldu acaba ona? Aman şimdi akşam akşam. Bardakları toplayayım yatmadan, adam öylece bırakır onları salonda, toplamaz ki. Tekrar baktım, balkonu yaptırmadan önce halıyı değiştirmek şart.