Büyüdükçe ve bir şeyler okudukça sorunun kendimde değil hem ailemin ataerkilliğinden, hem ülke siyasetinin yarınsızlık politikalarıyla şekillenen kendinden olmayanları bertaraf ettiği sistemin kurbanı olduğumdan hem de çevremin bilinçsizliğinden olduğunu anlamıştım.

Görsel: @rommane

Yaklaşık on yıldır tanılı bir şekilde yaygın anksiyete bozukluğu ve depresyonla mücadele eden biri olarak sizlere bugün psikiyatri-psikolog ve ilaçlar üçgeninde geçen hayatımı anlatmak istiyorum. Fark ettim ki, kadınlar arasında yakın arkadaşlarla konuşulan bu konular, internet sitelerinde kendilerine çok az yer bulabilmiş. Her şeyin politik olduğu bilinciyle, son yıllarda intihar vakalarının artması ile birlikte ruh sağlığına dair feminist bir perspektifle kadınların neler yaşadığı, nelerin önerildiği ve queer/feminist terapi ve psikiyatri bakış açısına dair ne denli az bilinçli olduğumuz konusunu tekrar gündeme getirmek istiyorum.

İlk tanımı on beş yaşında aldım. “Uyum bozukluğu” adı verilen ve sadece bana verilen reçetede yazılan ancak ne ilaca dair ne de tanıya dair doktor ve eczaneden bir şey öğrenemediğim ilk ilacımla serüvenim kısa sürdü. Neye uyum sağlayamıyordum ki ben? Ha buldum. Sorunum aslında dinlenildiğinde, ataerkil aile yapısına bağlı olarak kendi hayatım üzerinde karar alamamamla patlak vermişti. Ben de kendimi sabote etmiştim. Bana sunulan hayatta nefes almış ama yaşamamıştım. Ardından kontrolü ailem eline almıştı. Çocukluğuma inilmeden on dakika dinlenerek bir ilaca indirgendim ve hemen ardından psikoloğa sevk edildim.

Ne gariptir ki, devlet hastanesinde, sanırım hastane yetersizliğinden kaynaklı olarak yetişkin psikoloğu bana bakmıyor, genç psikoloğu da memleketimizin çeşitli uzak yerlerine konumlandırıldığı için bizim tarafımızdan erişilebilir değildi. Rica minnet bakan psikolog ise bana pek yardımcı olamadı. İlk ilacın yeterli gelmediğini anladığımızda, bu sefer özel hastaneden medet umduk ve tavsiye edilen psikiyatristin kapısını çaldık.

Kendisi görece iyi olan psikiyatristim bana, o günkü yaşıma uygun olmadığını ancak şu yaşımda öğrendiğim antidepresanı yazdı. İşte benim on yıl boyunca kullanacağım ilaç o olacaktı. Zaman zaman dozda azaltma ve artırmaya gidilerek hep aynı kalan; neden aldığım ve yan etkilerinin neler olduğu söylenmeyen ilacımın bırakılması zor olan ilaçlardan olduğunu ancak şu an deneyimleyerek öğreniyorum.

O psikiyatristi ailemin isteğiyle bırakıp o psikiyatrist senin bu terapist benim özel ya da devlet fark etmeksizin taşramızın tüm doktorlarını gezmiş çözüm bulamamıştık. Hatta bir ara televizyon dizileriyle danışanlarının hikayelerini mahremiyet ilkelerini esneterek anlatan hanımefendinin kliniğine de uğramış ve bol miktarda para bırakıp ayrılmıştık. Neden ulaşılabilir, herkes için erişilebilir ve güven verebilecek bir ruh sağlığı sistemimiz yoktu?

Hâlâ depresyonlu, hâlâ anksiyeteliydim. Bunların neden olduğunu taze genç ve kıdemli çocuk kafasıyla anlayamıyordum. Büyüdükçe ve bir şeyler okudukça, sorunun kendimde değil hem ailemin ataerkilliğinden, hem ülke siyasetinin yarınsızlık politikalarıyla şekillenen kendinden olmayanları bertaraf ettiği sistemin kurbanı olduğumdan hem de çevremin bilinçsizliğinden olduğunu anlamıştım.

Artık üniversiteli olmuş ve ataerkil aile yapısının uygun gördüğü şekilde “anasının dizinin dibinde”, aynı şehirde ama biraz zorunda kalınmış bir lütufla istediğim bölümün yazılmasına müsaade edilmişti. Üniversite bölümünün Siyaset Bilimi olmasıyla şevkle tüm kaynakları hatmetmiş ve lisede tanıştığım feminizm kavramı üzerine derinleşmek için fırsat bulmuştum.

Ailemden gizli şekilde kadın araştırmaları kulübüyle tanışmış, oradaki üyelerle kaynaşmış ve hatta günü gelince kulüp başkanlığı görevini üstlenmiştim. Oradaki üyelerle pek çok başarılı işe imza atmış olmamız bir yana beraber ağlamış beraber gülmüştük. Ama maalesef ataerki ile ilgili problemimi uzun vadede çözememiş, okuduğum ve düşündüğüm çoğu şeyin teoriden ileri gitmediğine hayıflanarak bu cendereden çıkacağım günü sabırla ve mücadele ile beklemiştim. Bu bekleme süresince akşam saatlerinde evde olma kuralını arada esnettiğim her günde kapı gibi dikilen figürlere baş kaldırmış ve her seferinde sil baştan başlamıştım.

Peki bu cendereden nasıl çıkacaktım? Babasına göre ancak evlenerek kendi hayatını kurabilecek, kendime göre ise ekonomik özgürlüğümü eline alınca bu meseleyi çözecektim. Ama şu kâbus geceleri peşimi bırakmıyordu. Genç işsizliği patlamış, bugün bile iktidar tarafından zorla kabul edilen bu ekonomik krizde nasıl iş bulacaktım? Makbul bir iş olarak kabul edilen devlet memurluğu ancak hayal olan, taşrada olduğundan özel sektörde barınamayan, barınsa da komik rakamlarla iliğinin kemiğinin sömürülmesine razı olan, farklı şehre yine ekonomik kriz, konut ve barınma krizi nedeniyle gidemeyen gitmeyi teklif dahi edemeyen bu genç kızın hayatı ne olacaktı?

Hayatımda çok fazla çözülmeyen düğüm vardı. Mutsuzdum. Kaygılıydım. Kendi istediklerimi yapamıyordum. Hobilerime zaman ayırmayı bırakmıştım. Kim olduğumu bilmiyordum. Bu sorunu çözmenin kendimce tek yolu işsizliği kırmaktı. Kıramadım. Üniversitede yıllarca çalışmıştım. Derslerim dahil pek çok şeye ilgi duymuş, kendimi kurs, atölye ve eğitimlerle geliştirmiştim. Şimdi ne olacaktı? Bunca sene okumam beni tatmin etmekten başka ne işe yaramıştı? Öğrendiklerimi hayata geçiremiyor, insanlara anlatamıyordum.

Kendimi gerçekleştiremiyor, kaderimi kıramıyordum.

Ve bana reçete edilen şey mutluluk verdiği iddia edilen “hayatın olumlu yönlerini” görmemi sağlayacak birkaç ilaçtı. O ilaçlardan birini bırakmam benim yıllarımı aldı. Hem bu hayatın hangi olumlu yanı vardı görülecek?

Ben de yazdım, yazmasam ağlayacaktım.

Bunları yaşayan sadece ben olamazdım. Bu yüzden yazdım. Anlatılan senin hikayendir kız kardeşim, yalnız değilsin. Her nerede olursan ol, hikayemiz ne kadar farklı olursa olsun, buradayız bak, yenilmedik.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.