“Baskı altında olan erkek, bir başkasını baskı altına alacaktır. Bu da karısıdır. Kadın bir proleterin proleteridir.”
Flora Tristan, 7 Nisan 1803’te Bordeaux’da doğdu. Fransız yazar, sosyalist ve kadın hakları savunucusu, modern feminizmin kurucularından birisi, ressam Paul Gauguin’in de anneannesidir. Perulu bir baba ile Fransız bir annenin kızıdır. Baba, daha Tristan beş yaşına girmeden 1807 yılında ölünce karısı ve kızı yoksul bir şekilde ortada kalır. 1832 yılında miras için Peru’ya giden ana kız, 1834 yılında eli boş olarak Fransa’ya dönerler. Tristan’ın burada tuttuğu günlüğü 1838’de Pérégrinations D’une Paria (Bir Paryanın Seyahati) adı ile yayınlanır.
Flora, fakirlikten kurtulmak için, daha 18 yaşındayken sarhoş ve kumarbaz bir adam olan patronu André Chazal ile evlenmek zorunda bırakıldı. Yıllar sonra o olay hakkında şunları yazmıştır: “Annem beni ne sevebileceğim ne sayabileceğim o adamla evlenmeye zorladı… Bu meşru bir fuhuştan başka bir şey değildi.” Dört yıl sonra eşini terk etti. O zaman geçerli olan kanunlara göre boşanmak mümkün olmadığı için boşanamadı. (Bu hak sınırlı olarak Fransa’ya ilk olarak 1884 yılında geldi, herkese eşit statüde boşanma hakkı ise ancak 1970’te tanınabildi.) Kızı Aline ve annesine bakabilmek için İngiltere’de zengin bir ailenin yanında, yolculuklara eşlik eden yardımcı olarak çalıştı. Ülkesine döndükten sonra dönemin sosyalistleri ile görüşmeye, toplantılara katılmaya, dayanışma ağları oluşturmak için çalışmaya başladı. Kızı birkaç kez kocası tarafından kaçırıldı. Kocasının kızına cinsel tacizini öğrenip ensest dolayısıyla şikayet etmesinden sonra çocuklar annesinin yanına verildi. Chazal, hapis cezasına çarptırıldı fakat delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. 1838 yılında ancak kendisine karşı öldürme girişiminden sonra, Chazal, 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Flora Tristan, ölümden kurtuldu ama kurşun kalbe çok yakın bir yere saplanmıştı. Ve bedeninden çıkarılamadı.
1838 yılında, Peru günlükleri yayınlandığı zaman, kitap, geniş bir okur kitlesinin dikkatini çekti ve Flora Tristan, adı bilinen bir yazar oldu. Flora, İngiltere’de Mary Wollstonecraft’ın “Kadın Haklarının Savunması” başlıklı tartışmasını keşfetmiş ve kitabında bundan da söz etmiştir.
Flora Tristan, Fransız Devrimi’nin birçok başarısının, Bourbonen Monarşisi tarafından geri alındığı bir dönemde yaşıyordu. “Yurttaşlar Yasası” (Code Civil) yayınlanmasına rağmen erkeklerin hakları güçlendirilmiş, buna uygun olarak kadınlarınki oldukça kısıtlanmıştı. Yasaya göre koca her bakımdan karısından sorumluydu; kadın da ona itaat borçluydu. Fransa’da işçi sınıfı henüz oluşmaktaydı. Komünist Manifesto’nun yazılmasına daha çok yıllar vardı. Tristan, Marx’ın işçi sınıfının durumunun kötülüğünü yabancılaşma kavramıyla açıkladığı erken dönem yapıtlarına da yetişememişti.
Çalışan ve yalnız yaşayan yabancı bir kadın olarak deneyimlerini çeşitli dillerde yazdı. “Necessite de Faire un bom accueil aux femmes etrangeres” (Yabancı Ülke Kadınlarına İyi Bir Kabul Göstermenin Gerekliliği) adlı broşürde; yalnız yaşayan yabancı kadınların taciz ve tehditlerden korunması için gerekli olan bazı önlemlerden söz ediyordu. Buradaki pratik öneriler, yazarın kadınların eşit hakları için gerekli gördüğü örgütlü savaşımın ilk belirtileridir. 1839 yılında, İngiltere’ye seyahatleri esnasında fabrikaları, gettoları, hapishaneleri ve genelevleri ziyaret etti; bunları gezi notları ve röportaj olarak yazdı. Fabrikalar, gecekondu semtleri ve meyhanelerde röportajlar yaptı. Anna Wheer’le tanışması, ona hapishanelerin, akıl hastanelerinin kapılarını açtı. İngiltere hakkında yazdığı kitapta (Londra’ da Gezintiler) varlıklı aristokratları, fabrika sahiplerini anlatır; bunlarla işçi mahallelerindeki sefalet arasındaki korkunç çelişkiyi vurgulayarak gösterir. Çocuklar çok kez altı yaşından sonra fabrikalarda, günde on iki, on dört saat çalıştırılıyorlar, evsiz ve açların sayısının çok, sosyal yardımın yok denecek kadar az olması yüzünden, genç kızların yaşama şansı ancak fuhuş sayesinde olanaklı olabiliyordu.
1843 yılında, Emekçilerin Birliği’ni yayınlar. Bu manifestosunda, yine herkese hitap etmektedir: Erkek ve kadın işçiler daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları, meclislerde temsil edilmek ve herkesin çalışma hakkı için birleşmelidirler.
Flora, öğretisini dokuz madde halinde özetlemiştir. Her şeyin özü, “insanların birleşmesi için tek yolun, erkek ve kadın haklarının temeldeki eşitliği olduğu”dur. Flora ayrıca her bölgede bir tür “İşçi Sarayı” kurulmasını önerir; bir dinlenme, yetenek geliştirme ve örgütlenme yeri olacaktır burası, kız ya da erkek çocuklar için okulları, yaşlı ve kötürümler için özel yurtları bulunacaktır. Flora Tristan’ın programını yayınlamaya hiçbir yayıncı yanaşmaz. Flora Tristan, 12 Nisan 1844’te, Fransa’da bir yolculuğa çıkar. Tabana kuvvet, tüm Paris’i arşınlayarak “tüm özverili insanlardan” basım masraflarına katkıda bulunmalarını ister. Evdeki yardımcı kadın, sucu ve kızı Aline, ona ilk destek verenlerdir. George Sand, Eugene Sue gibi yazarlar, ressamlar, siyasetçiler, kadın ve erkek işçilerden de ikna olanlar çıkar. Böylece Union Ouvriere’in dört baskısı yapılır. Günler boyu kitaplar ve broşürler dağıtır, konuşmalar yapar, insanları tartışmaya çağırır. Bazı yerlerde coşkuyla karşılanır, gruplar ve komiteler kurulur. Başka yerlerde de polis, ona tuzak kurmaya çalışır. Bu arada “yalnız kadınlara oda vermiyoruz” gerekçesiyle otellerden geri çevrilir. Hasta, tükenmiş, şevkini yitirmiş haldeyken birkaç sevindirici haberle teselli bulur. Marsilya ve Avignon’dan kendisine gelen haberlere göre, oradaki işçiler Birlik için gruplar oluşturmuşlardır. Lyon’da da durum aynıdır. “Bütün bunlar, büyük bir görevin beni beklediğini kanıtlıyor,” diye yazar Flora 1844 Eylül’ünde, güncesine. Bu, defterine düştüğü son kayıttır. 14 Kasım’da, Bordeaux’da ölür. Öldüğü yıl, 1844’te yazılan Kutsal Aile’de Marx ve Engels’in, onun adından, ütopik sosyalistler arasındaki konumunu olumlayarak söz ettiklerinden de haberi olmayacaktı. Böylece Tristan, Komünist Manifesto’nun yayınlanmasından önce işçi sınıfının farklı bir sınıf olduğunu gören ve bu yüzden de örgütlenmesi gerektiğini söylemiş olan ilk ütopik sosyalist olmuştu. İşçilere “Tek tek olduğunuz zaman güçsüzsünüz, sizi ancak birleşmek güçlü kılar.” diyordu.