Kadınlar açısından esas sıkıntı, kadınların girişimci olmalarının toplum, şirket ve ülke ekonomisi açısından ne kadar önemli olduğu vurgulanırken bu süreçte toplumsal cinsiyet rollerinin hiçbir şekilde sorgulanmıyor oluşu.
Geçtiğimiz 40 yıllık süreçte, başta erken kapitalistleşmiş Batı ülkeleri olmak üzere dünya genelinde pek çok ülkede üretim ve yeniden üretim alanında finans giderek daha çok rol oynamaya başladı. Bu süreç, ilgili yazında kapitalizmin finansallaşması olarak tarif edildi. Finansallaşmanın gündelik hayata yansıması ise hanehalklarının tasarruflarını daha çok finansal varlıklara yatırmaları ve (Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş ülkelerde daha sık görüldüğü üzere) tüketim harcamalarının borçlanarak karşılanması üzerinden gerçekleşti. Ayrıca finansallaşma döneminde bireylerin finansal sisteme içerilmelerinin ne kadar önemli olduğuna dair de giderek daha çok vurgu yapılır oldu. Yoksulların finansal sisteme içerilmeleri başta bankalar olmak üzere finans sermayesine yeni kâr olanaklarının yaratılması için elzemdi. Ayrıca bireyler finansal kaynaklara erişirse girişimci olabilir ve böylelikle yoksulluktan çıkmak için devletten medet ummak yerine kendi insiyatiflerini kullanabilirlerdi.
Patriyarkal sistemde kadınların toplumsal rollerinden ötürü kapitalizme eşitsiz bir şekilde eklemlendiği bilinen bir gerçek. Bu yazıda benzer şekilde kapitalizmin finansallaşma sürecinin getirdiği dinamiklerden de kadınların eşitsiz bir şekilde etkilendiği üzerinde duracağım. Finansallaşma kadınları bazen dolaylı yoldan bazen de doğrudan hedef alarak farklı kanallar üzerinden etkilemekte. Örneğin hanehalkı borçlanması ya da finansallaşmaya paralel olarak yaygınlaşan sıkı maliye politikaları kadınların ev içi yüklerini arttırmakta (Karaçimen, 2018). Bunların yanı sıra bir de finansallaşma sürecinde kadınların finans sermayesinin doğrudan hedefi haline gelmesi söz konusu. Türkiye’de bunun henüz yeni görülmeye başlandığı alan kadınlara yönelik bankacılık faaliyetlerinin arttırılması ve böylelikle bankalar için yeni bir kâr alanı oluşturulması.
Bankaların kadınlara özel olarak tasarladıkları krediler girişimcilik kredileri. Esasen kadın girişimciliğinin kredi kullandırılarak teşvik edilmesinin kökeni mikrokredi pratiğine dayanmakta. 1970’lerde Bangladeş’te geliştirilen mikrokredi fikrinin temelinde yoksulluğun önlenmesi yatıyordu. Mikrokredinin özellikle kadınlara verilmesinin ardında yatan neden kadınların toplumsal olarak daha güvenilir olmaları ve aldıkları krediyi erkeklere göre daha sorumlu bir şekilde kullanmaları olarak açıklanmaktaydı. 2000’li yıllara gelindiğinde mikrokredinin hedefi yoksulluğu önlemekten uzaklaştı. Artık mikrokredinin girişimciliği teşvik etmek ve kadınları güçlendirmekten çok daha önemli bir hedefi vardı: yoksulların finansal sisteme içerilmeleri ve böylelikle ticari bankalar başta olmak üzere sermaye için yeni kâr olanaklarının yaratılması (Aitken, 2013; Roy, 2010). Geçmiş yıllardaki deneyim mikrokredi kullanan kadınların borçlarını ödeme kapasitelerinin yüksek olduğunu ve mikrokredi verme işinin kârlı bir ticari faaliyet olabileceğini göstermişti. Böylelikle Dünya Bankası öncülüğünde mikrokredi faaliyeti giderek ticarileşti ve bankaların faaliyet gösterdiği bir alan haline geldi.
Diğer geç kapitalistleşmiş ülkelere göre mikrokredinin geç yaygınlaştığı Türkiye’de başından itibaren ticari bankaların mikrokredi sektöründeki rolü sadece teknik altyapı sunmakla sınırlı kaldı. Yani bankalar mikrokredi verme işini bir ticari faaliyet olarak benimsemediler. 2000’li yılların başından beri Türkiye’de kadınlara mikrokredi verme işini STK’lar üstlendi. Bu alanda önde gelen iki STK; Kadın Emeği Vakfı (KEDV) tarafından kurulan MAYA Mikroekonomik Destek İşletmesi ve Grameen Bankası işbirliğiyle mikrokredi veren Türkiye İsrafı Önleme Vakfı oldu. Bu kuruluşlar aracılığıyla kadınlara evlerinde, tezgahlarında ya da dükkanlarında yapacakları takı üretimi, yemek yapma ve terzilik gibi işler için düşük miktarlı kredi kullandırılırken küçük grupların oluşturduğu üyeler birbirlerinin geri ödemelerinden sorumlu tutuldu. STK’lar üzerinden verilen kredilerin kadınların toplumsal ve iktisadi olarak güçlenmesine, patriyarkal rollerine nasıl etki ettiği bu yazının konusu değil. Fakat Türkiye’de mikrokredi üzerine yapılan alan çalışmaları mikrokredinin kadınları güçlendirme vaadini yerine getiremediğini ve hatta erkek egemen ilişki tarzlarını pekiştirdiğini ortaya koyuyor (Bu çalışmalara örnek olarak bknz. Balkız ve Öztürk, 2013; Yiğitbaş-Akça, 2005).
Her ne kadar Türkiye’de bankalar mikrokredi sektörüne girmemiş olsalar da, 2012 yılından itibaren ticari bankaların (adı mikrokredi olmasa da) kadın müşterilere özel krediler sunmaya başladıklarını görüyoruz. Bankaların kadınları ayrı bir müşteri segmenti olarak tanımlayıp onlara özgü kredi açılmasını mümkün kılan, Dünya Bankası’nın finansal kuruluşu olan IFC (International Finance Corporation) ve EBRD (European Bank for Reconstruction and Development) gibi uluslararası finansal kuruluşların bankalara kadınlara kredi açmaları için özel fonlar sağlamaları sayesinde oldu.
Bu kuruluşların neden bu tarz fonlar sağlamaya yöneldiklerine gelecek olursak, uluslararası finansal kuruluşlar son yıllarda yayınladıkları raporlarda kadınların finansal sistem aracılığıyla piyasaya dahil edilmelerinin ve bu yolla üretim ve toplumsal yeniden üretim süreçlerindeki potansiyellerinden yararlanmanın ne kadar önemli olduğunu giderek daha fazla vurgular oldu. Özellikle 2008 krizinin ardından artan bu vurguların temelinde kadınların potansiyellerinden yararlanmanın giderek krizden çıkış stratejisinin bir parçası haline gelmesi önemli rol oynadı (Roberts ve Soederberg, 2012). Kadınlar hem kredi kullanarak eksik tüketim sorununa çözüm olabilirler hem de sermayenin yeniden değerlenmesi için kadınların üretici güçlerinden piyasa dahilinde yararlanılabilirdi. Türkiye’ye kredi veren bu kuruluşların raporlarında bizzat belirtildiği gibi, kadınların finansal sisteme erişerek girişimci olmaları hem toplum hem ülke ekonomisi hem de şirketler açısından son derece önemliydi (EBRD, 2013; IFC, 2013).
Ne var ki kadın girişimcilere kredi verilmesi ticari bankalar açısından riskli bir alana karşılık gelmekteydi. Bunun nedeni kadın girişimcilerin küçük işletme sahibi olmaları, düzenli gelir akışından yoksun olmaları ve kredi kullanmak için yeterli teminatı gösterememeleriydi. İşte tüm bu nedenlerle ticari bankaların kadın girişimcilere kredi vermesi uluslararası kurumların uygun koşullu kredilerinin yanı sıra, devletin de bu alanda bankaları desteklemesiyle mümkün olabilirdi. Yani 2000’li yıllardan itibaren geç kapitalist ülkelere yönelik kalkınma söyleminin temelini oluşturan yönetişim kavramıyla uyumlu bir şekilde yapılması gereken şuydu: Kadınların finansmana erişimini sağlamak için uluslararası finans kuruluşları, devlet, STK ve özel sektör işbirliği yapmalıydı. Ancak bu koşullar altında kadın işletmelerine finansman sağlamak, bankaların ilgilerini çekecek, pazarlarını büyütmelerini sağlayacak ve yeni finansal araçlar geliştirmelerini cazip kılacak bir alan olabilirdi.
Türkiye örneğine baktığımızda ilk kez IFC’nin 2012 ve 2013 yıllarında “Kadınlar için Bankacılık” programı kapsamında Abank, Fibabank ve Şekerbank’a kadınlara ait KOBİ’lere kullandırması için finansman sağladığını görüyoruz. EBRD ise 2012 yılında Garanti Bankası ve Yapı Kredi Bankası’na kadınlara kredi vermesi koşuluyla fon kullandırdı. EBRD 2013 yılında uygulamaya koyduğu Stratejik Toplumsal Cinsiyet Girişimi’nin bir parçası olan “İş Hayatında Kadınlar” programı dahilinde özellikle Türkiye’de kadınların finansmanına yönelik projelere ağırlık verdi. Bu program kapsamında altı bankaya (Finansbank, Garanti Bankası, İş Bankası, Şekerbank, TEB ve VakıfBank) toplam 300 milyon Euro fon sağladı. Ticari bankaların IFC ve EBRD gibi uluslararası kurumlarla yaptıkları anlaşmalarda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, KOSGEB ve İŞKUR gibi kurumlar paydaş olarak yer aldı.
Bankalar bir yandan uluslararası finans kurumlarından aldıkları fonlarla kadınlara özel krediler açarken diğer yandan da kredi kartı, emeklilik sigortası ve sağlık sigortası gibi ürünlerini kadınlara yönelik olarak yeniden tasarladı. Bunun öncesinde ise yapılan piyasa araştırmalarıyla kadınların erkeklere göre finansal ürün kullanım tercihlerinin nasıl farklılaştığı tespit edildi. Örneğin Garanti Bankası’nın bir araştırması kadınların tasarruf ve sigorta ürünlerine daha çok yöneldiklerini ortaya koyuyor. Bankalar kadınlar için bu tarz ürünleri piyasaya sunarken bunları daha cazip kılmak için patriyarkal kapitalizmde kadın bedeninin metalaşma kalıplarına uygun pazarlama stratejileri geliştiriyor. Örneğin Şekerbank sağlık sorunlarına yönelik olarak “Kadına Destek Sigorta Paketi” oluştururken bu yeni paketi daha da cazip hale getirmek için psikolojik danışmanlık ve diyetisyen hizmetlerinin ilk seansına ücretsiz erişim sağlıyor. Öte yandan kapitalizm altında yaşam tarzına, çevre şartlarına, ilaç endüstrisine ve beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak giderek yaygınlaşan kanser türleri de finansal sistem için yeni bir pazar segmenti oluşturuyor. Örneğin Garanti Bankası “Sağlıklı Kadınlar” sigortası ile kadınların jinekolojik kanser türleri, meme kanseri ve tiroit kanserine yakalanma risklerine karşı bu hastalıklara yakalanmaları durumunda ellerine geçecek parayı her türlü kullanma imkanı sunan bir yıllık bir sigorta ürünü sunuyor. Tüm bu süreç elbette ki kamusal hizmetlerin kalitesinin düşmesi ve özelleşmesiyle de yakından ilgili.
Bankalar kadın girişimcilere kredi kullandırmak üzerinden yeni kâr olanaklarına ulaşırken bu sürecin kadınlar açısından ne anlama geldiğine bakacak olursak öncelikle şunu belirtmeliyiz: Elbette tekil örnekler üzerinden gidilirse kredi kullanımının kadınların kamusal alana çıkmaları ve maddi olarak kendilerine yeterli hale gelmeleri için fırsat sunduğunu göstermek mümkün. Ne var ki sistemik bir açıdan baktığımızda burada gözden kaçırılmaması gereken unsur, yeni kalkınma anlayışı içerisinde yoksulluktan kurtulmanın artık devletin güvenceli istihdam sağlayarak çözüm bulacağı bir sorun olmaktan çıkıp bireylerin kendi başlarına halletmeleri gereken bir durum haline gelmesi. Kadınlar açısından ise esas sıkıntı kadınların girişimci olmalarının toplum, şirket ve ülke ekonomisi açısından ne kadar önemli olduğu vurgulanırken bu süreçte toplumsal cinsiyet rollerinin hiçbir şekilde sorgulanmıyor oluşu. Sosyal devlet anlayışının giderek arka planda kaldığı, partiyarkanın her alanda kadınlar üzerindeki baskıyı arttırdığı bir ortamda bu göz ardı ediş hiç kuşkusuz kadınların hem dışarıda hem de ev içinde omuzlarındaki yükün artması anlamına geliyor.
Kaynakça
Aitken, R. (2013) “The Financialization of Micro-credit”, Development and Change, 44(3):473–499.
Balkız, Ö. I. ve Öztürk, E.(2013). “Neo-liberal Gelişme Anlayışı ve Kadın: Mikro Finans Uygulamaları Kadınları Güçlendiriyor mu?”, Mediterranean Journal of Humanities, III (2): 1-21.
EBRD (2013) Strategic Gender Initiative, Londra: EBRD.
IFC (2013) IFC Jobs Study: Assessing Private Sector Contributions to Job Creation and Poverty Reduction Findings on Gender, Washington DC: World Bank.
Karaçimen, E. (2018) “Türkiye’de Finansallaşmanın bir Ayağı Olarak Kadınlara Yönelik Bankacılık Faaliyetlerinin Yaygınlaşması”, Yayına hazırlanıyor.
Roberts, A. ve Soederberg, S. (2012) “Gender Equality as Smart Economics? A Critique of the 2012 World Development Report”, Third World Quarterly, 33(5): 949-968.
Roy, A. (2010) Poverty Capital: Microfinance and the Making of Development. Londra: Routledge.
Yiğitbaş Akça, B. (2005) “Yoksulluk ve Mikro Kredi: Bangladeş ve Diyarbakır Örnekleri”, İşçi Sınıfının Değişen Yapısı ve Sınıf Hareketinde Arayışlar Deneyimler, Türkiye Sınıf Araştırmaları Merkezi 3. Sınıf Çalışmaları Sempozyumu, SAV: İstanbul.