Sophokles’in kaleminden çıkan bu eser, “hümanizm” kavramını sorgulatıp, “insanı üstün tutmak” ve “insanca değerler inşa etmek” kavramları ile cebelleşirken, hem hukukun üstünlüğüne, hem kadının gücüne hem de sonucu ne olursa olsun direnişin yarattığı kelebek etkisine işaret ediyor. Bize ilham veren hikâyesi, direnişi ve duruşuyla Antigone M.Ö 440’tan bugüne selam çakıyor.

Antigone, Kreon tarafından ölüme gönderiliyor. (Original name (Italyanca):Antigone condannata a morte da Creonte, 1845, Giuseppe Diotti, olio su tela, cm 275x 375.

Ders verdiğim iki yılın ardından, bir Amerikan üniversitesinde ikinci kez vereceğim “Ortadoğu Kadın Tarihi” dersi için güncel ve kült okumaların bir arada bulunduğu, eleştirel düşünmeyi ve ikonoklastik bakış açılarını kamçılayan bir ders programı yaratma çabasına giriştim. Klişeler içinde kaybolmuş, sığ ve tekdüze “Ortadoğu kadın ve toplumsal cinsiyet tarihi” anlatılarını ters yüz etmek için çıktığım bu yolda, son derece politik olan bu dersin amacını ve içeriğini nasıl belirleyeceğimi uzun uzun düşünme fırsatım oldu. Akabinde kendimi, ders programına koymaktan geri durmadığım Sophokles’in muhteşem tragedyası Antigone’ye göz atarken buldum. Her okuyuşumda bir kez daha “kadın direnişi” kavramı hakkında düşünmemi sağlayan birkaç saatlik bir derin okuma-düşünme sırasında, havaalanında İstanbul’a uçmak üzere apronda bekleyen uçağa alınan yolcuları inceliyordum bir yandan da. Ortadoğu, Orta ve Güney Asya’nın çeşitli ülkelerinden çok sayıda göçmenin akın akın bindiği tıka basa dolu bu uçak, bana direnişlerin ve çözümsüzlüklerin diyarı üçüncü dünya ülkelerinde kadın olmanın zorluklarını düşündürdü. Ortadoğu siyasi haritasının yeniden şekillendiği bu günlerde, o coğrafyada “kadın” olmanın ve direnişi gerekli kılan koşulların yüzyıllar içinde geçirdiği ve geçiremediği dönüşümleri gözden geçirme fırsatı buldum. 19. yüzyıl itibariyle başlattığımız “modernite” kavramı ile yoğrulmuş kadın tarihi anlatılarında da fark ettiğim bir olgu yeniden belirginleşti. Modern çağın ve devletlerin oluşageldiği “uzun 19. yüzyıl” içinde sosyal, ekonomik ve politik yaşamda yer bulmaya başlayan, güçlü ve aktif kadın profillerinin aksine, bulunduğumuz yüzyılda neden kadın sesine tahammülsüzleşmiştik? Kadın varlığına karşı artan öfke, direnişimizin sertleşmesinden, çetin koşullar içinde ısrarla var olmamızdan mı gelmekteydi? Modern dünya, kadınlara ve kadın sesine daha çok yer verir gibi görünürken, bizi belli kalıplara ve mekânlara hapsetmiyor muydu? Neden modern dünyanın inşa ettiği “yeni” devlet otoritesinin kadınları yok sayma aparatları halen aynıydı? Ve kadın direnişi neye karşı, ne şekilde ve nasıl varlığını sürdürmekteydi?

Bu düşünceler içinde, “direniş” kavramı hakkında daha derin bir düşünme içinde buldum kendimi. “Direniş”in, bir diğer deyişle “rezistans”ın neden, neye karşı, ne zaman, nerede ve kim tarafından yapıldığı ve coğrafyası pek mühimdir ancak gel gör ki; mevzu kadın direnişi olduğunda, karşı çıkılan temalar ve olgular arasında belirgin bir benzerlik görülür.

Peki ya Antigone’nin tarihin en gelişmiş medeniyetlerinden biri olan Antik Yunan’da sürdürdüğü başkaldırısı, direnişe ve bugünün kadın hareketine dair bize neler anlatıyor? Nasıl oluyor da MÖ 440 yılında kaleme alınan bu eser, bugün Ortadoğu’da sesi kısılmaya çalışılan, yok sayılan kadınların direnişine ilham oluyor?

Milattan önce 440 yılında Sophokles tarafından yazılan ve adını baş kahramanının isminden alan bu tragedya, Antigone’nin erkek adaletine, erkek otoritesine ve zulme başkaldırısını çarpıcı bir üslupla anlatırken, kadın direnişinin edebiyattaki en erken temsilcilerinden birini yaratmıştır. Eserin feminist çalışmalardaki yeri ve değeri günden güne artarken, Sophokles’in çarpıcı ve hassas kalemi de feminist edebiyat eleştirilerinde daha güçlü analizlerle yer bulmaya başlamıştır.

Gelelim Antigone’nin hikâyesine…

Tragedya, Antik Yunan medeniyetinin Theban şehrinde geçen trajik bir hikâyeyi anlatır. Olaylar, Kral Oidipus’un lanetli ailesinin yaşadığı trajedilerin devamıdır. Oidipus’un oğulları, Antigone ve İsmene’nin erkek kardeşleri Eteokles ve Polyneikes, taht kavgasına girişir ve birbirlerini öldürürler. Yeni kral Kreon, Eteokles’i kahraman ilan ederken, Polyneikes’i vatan haini olarak damgalar ve gömülmesini yasaklar. Cesedinin açıkta bırakılmasını, bu ihanete ibret olması gerektiğini düşünerek emreder.

Antigone, kardeşlerine olan bağlılığı ve tanrılara olan inancıyla Theban kralı Kreon’un bu emrine karşı gelir. Polyneikes’i toprağa vermenin hem dini hem de insani bir görev olduğuna inanır. Ablası İsmene’den yardım istese de, İsmene korkar ve bu yasağa karşı gelmek istemez. Antigone, kendi başına hareket ederek kardeşinin cesedini gizlice toprağa gömer. Kreon, emrine itaatsizlik edenin kim olduğunu öğrendiğinde, onun yeğeni ve müstakbel gelini Antigone olduğu gerçeği ile yüzleşir. Antigone, Kreon’un huzuruna çıkarıldığında suçunu inkâr etmez. Tanrıların yasalarının, insanların koyduğu yasalardan üstün olduğunu savunur ve gururla kararının arkasında durur. Kreon ise devlet otoritesini korumanın her şeyden önemli olduğunu düşünmektedir.

Kreon, Antigone’yi diri diri bir mağaraya kapatarak cezalandırmaya karar verir. Ancak, bilge kâhin Teiresias’ın uyarıları işleri değiştirir. Teiresias, Kreon’un tanrılara karşı büyük bir hata yaptığını ve bu inadı devam ettirirse ailesini kaybedeceğini söyler. Kreon, bu sözler üzerine fikrini değiştirip Antigone’yi kurtarmaya karar verir. Fakat mağaraya vardığında her şey için çok geç kalmıştır: Antigone kendini asmıştır. Onu bulan nişanlısı ve Kreon’un oğlu Haimon, aşkını kaybetmeye dayanamaz ve intihar eder. Kreon’un eşi Eurydike de oğlunun ölüm haberini aldıktan sonra kendini öldürür. Kreon, hem ailesini hem de itibarını yitirmiş bir şekilde yapayalnız kalır.

Antigone’nin trajik sonu ve Kreon’un düşüşü otoritenin kör bir şekilde uygulanmasının tehlikelerine dikkat çeker. Eser, adalet, hukuk ve güç kavramlarını etkileyici bir şekilde irdelerken, antik çağlarda yaşamış bir kadının otoriteye, güce ve patriyarkaya olan başkaldırısını, Kreon, Antigone ve İsmene arasında geçen diyaloglarda apaçık resmeder.

İsmene, Kreon’un kararlarına boyun eğip ve kardeşinin ölü bedenini gömmeyi reddederken, Antigone’nin bu ısrarlı duruşu bize ne anlatır? Dünyayı değiştirme isteğinden mi, otoriteye başkaldırıdan mı, kardeşlerine kıyamamasından mı, yahut dindarlığından mı? İsmene şöyle karşı çıkar Antigone’nin kardeşlerini gömme önerisine:

……

Kralın buyruklarını hiçe sayar, yasalara

karşı çıkarsak, yapayalnız kalan bizleri

nasıl bir son bekler, bir düşünsene!

Aklından çıkarma sakın, kadınız biz,

altından kalkamayız erkeklerle mücadelenin.

Bizi yönetenler bizden güçlü, şimdikinden

acı bile olsalar boyun eğmeliyiz emirlerine.

Şartlar beni mecbur ediyor, anlayış

dileyerek ölülerimizden, itaat edeceğim

efendilerin emirlerine. Bayağı deliliktir

boyundan büyük işlere kalkışması insanın.„[1]

Açıktır ki, İsmene erkeklerin üstünlüğünü ve otoritenin ezici gücünü çoktan benimsemiş, canını korumak pahasına kardeşinin ölü bedeninin kurda kuşa yem olmasını kabullenmiş ve sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Antigone ise, şöyle karşı çıkar kız kardeşine;

“Sana yalvarmayacağım. Artık istesen de kabul edemem yardımını. Nasıl doğru buluyorsan öyle yap, ben hayatım pahasına da olsa gömeceğim ağabeyimi!„

Toplumdaki ve hanedandaki konumundan ötürü, kararlarını tek başına alması pek de mümkün olmayan, ahlaki, kültürel ve dini normlar çerçevesinde davranması beklenen Antik Yunan medeniyeti kadınlarının aksine, M.Ö 440’ta patriyarkaya ve otoriteye boyun eğmeyen bir kadın gücü olan Antigone’yi bu kadar cesur kılan şey yalnızca erkek kardeşinin kurda kuşa yem olacak olan ölü bedenini gömüp, huzura kavuşmasını sağlamak değildir elbette. Bu direnişin, dini vecibeleri yerine getirmek kadar, zorbalıkla yönetilen Theban şehrinin tüm fertlerine örnek olan bir veczi vardır. Belki de, yalnızca adalete inanmasından mütevellittir Antigone’nin onurlu direnişi. Adalet, özgürlük, eşitlik ve demokrasi çağrısında bulunan bu veciz uğruna, Antigone sıklıkla altı çizilen hiyerarşik ve fiziksel güçsüzlüğüne rağmen kardeşi Polyneikes’i tek başına bir gece yarısı gizli gizli toprağa vermeyi başarmıştır.

Antigone, kardeşi Polyneikes’in cesedini defnediyor, Jules-Eugène Lenepveu (1835-1898), Metropolitan Museum of Art, NYC.

Kardeşinin bedeninin vahşi hayvanlara yem olmaksızın, toprağın altında güvenle ve huzurla uyuduğunu düşünen Antigone, hem tanrılara hem de geleneklere olan görevini zalim bir otokrata rağmen ifa ederken, Kreon’un gece bekçilerinden birine yakalandığının farkında değildir. Tragedya, bu andan sonra gerçek bir trajediye dönüşecek ve Antigone’nin cesareti, İsmene’nin saf değiştirmesi ve Kreon’un kadın düşmanı eril tutumu bin kat daha görünür hale gelecektir.

Çarpıcı bir şekilde, Tanrı’nın kurallarına uymak ve ilahi değerlere karşı gelen patriyarkal ve hegemonik lider Kreon’un egosunu ve güç imparatorluğunu yıkmaya çalışmak için harekete geçen Antigone, Kreon’un kadınları aşağılayan argümanlarına sık sık maruz kalır.

Kreon, oğlu Haimon’un Antigone’yi öldürmesine engel olmasına karşı çıkarken, babasının dinmeyen öfkesi ve kadınları iktidara ortak görmeyen bakış açısıyla baş başa kalır:

Kreon, Haimon’a söyle seslenir:

“Öbür dünyaya git öyleyse ve orada sev kimi seveceksen. Ben yaşadıkça kadınlar baş olamayacak ülkemde.[2]

Öte yandan, İsmene hayatta olan son kardeşini de kaybetmek üzere olduğundan, Antigone’ye yardım etmediği için pişmanlık duymaya başlar. Birlikte ölmek ister kardeşiyle. Antigone’yi takdir eder ve bu onurlu direnişine dâhil olmak ister. Zira Antigone, Kreon’un emriyle mağaraya kapatılıp ölüme terk edilirken dahi suçunu inkâr etmez, onu gören gece bekçisinin yardım ve yataklık ettiği iddiasını reddeder, masum adamın hayatını kurtarır ve ölüme cesur adımlarla yürür. İsmene, bu durumdan fevkalade etkilenir ve direnişin, etik değerleri savunmanın gurur verici tarafı ile yüzleşir, Antigone’nin başkaldırısına inanmaya başlar.

Bu arada, Kreon’un oğlu Haimon Antigone’nin direnişine en başından beri en çok inanan, babasının aksine demokrasi vurgusunu sık sık yapan en mühim erkek karakterdir. Ancak, çok dil dökse de babasını ikna edemez ve Kreon Hamion’u bir kadının aşkına yem olmakla itham eder ve eril otorite yandaşı düşüncelerini sıralamaktan çekinmez. Gücü, iktidarı ve hayatı bir kadınla paylaşmanın ne kadar aşağılık bir duygu ve yenilgi olduğunu yineler.

Kreon: “Bir kadına teslim olmamalıyız, yasaları ve düzeni savunmamız gerekir. Bir kadına yenildi diyeceklerine yüz kez bir erkeğe yenilmeyi yeğlerim.”[3]

Kreon, yasaları ve düzeni savunanın bir kadın olduğunun gayet farkındadır. Ancak, yenilginin bile onurlu olmasını ister ve onursuzluğu bir kadının haklılığını kabul etmekle eş tutar. Gururundan ve kararından dönmeyeceğini anladığı babasını kendi ölümü ile tehdit ederek Antigone’nin ölüme terk edilmesine engel olmaya çalışan Haimon’un aşkının hakikati de böylece ortaya çıkar.

KREON: Ülkeyi ben mi, yoksa başkaları mı yönetecek?

HAİMON: Hiçbir ülke hiç kimsenin malı değildir.

KREON: Onlara hakim olanındır ülkeler.

HAİMON: Çölde güzel hüküm sürerdin tek başına.

KREON: Açıkça kadının tarafını tutuyor bu oğlan.

HAİMON: Senin tarafını tutuyorum, kendini kadın görüyorsan onu bilmem.[4]

Haimon, yasaları ve düzeni savunarak, Antigone’den ziyade babasına destek olduğunu açıkça belirtir. Fakat bir kadınla aynı fikirde olmayı bile kabullenemez Kreon, ve eril diline oğlunun aşkını pelesenk eder.

Gelin görün ki, kâhinin uyarısını ve oğlunun tehditlerini dikkate alan Kreon, Antigone’nin canını, oğlunun ve karısının canını kurtarmak pahasına bağışladığı sırada, Antigone mağarada kendini asarak yaşamına son verir. Bunu duyan Haimon ise sevgilisini kaybetmenin acısına dayanamaz ve kılıcı ile intihar eder. İşte tam da bu noktada, Antigone’nin sık sık işaret ettiği ilahi kader ağlarını örer ve Kreon oğlunun acısında dayanamayan eşinin intiharı ile sarsılır. Kısa süre içerisinde, gücü, otoritesi ve iktidarı uğruna tüm ailesini kaybeden Kreon, ölüm karşısında çaresizdir ve ölümü karşılarken Antigone kadar cesur olmadığı aşikârdır. Kral Kreon, her şeyini kaybetmiş bir adam olarak tragedyanın en pişman erkek figürü olur. Antigone yaşamını kaybetmiş olsa dahi, bu hikâyenin en kazananı ve tek umududur.

Antigone, ölüme, güce, patriyarkal ve antidemokratik otoriteye Kreon’un tabiriyle kadın haliyle göğüs gererken, bize kadın direnişinin ve sübjektivitesinin baskın şekilde yer aldığı en eski edebi kahramanlardan birini örnekler. Sophokles’in kaleminden çıkan bu eser, “hümanizm” kavramını sorgulatıp, “insanı üstün tutmak” ve “insanca değerler inşa etmek” kavramları ile cebelleşirken, hem hukukun üstünlüğüne, hem kadının gücüne hem de sonucu ne olursa olsun direnişin yarattığı kelebek etkisine işaret ediyor. Bize ilham veren hikâyesi, direnişi ve duruşuyla Antigone M.Ö 440’tan bugüne selam çakıyor.

Antigone ve Ismene, Emil Teschendorff

Antigone’nin mirası

Antigone yalnızca kardeşinin gömülmesine engel olan Kreon’a karşı durmamış, öz annesi ile evlendiğini öğrenen babası Oedipus’un gözlerini toplumsal normlar gereği kör etmesi üzerine, babasına Atina yolu boyunca eşlik etmesi ile ilk başkaldırısını yapmıştır.

Franz Dietrich – Crocker Art Museum, Sacremento, CA. Oedipus and Antigone by Franz Dietrich, oil on canvas, 92 in. x 76 in. (233.68 cm x 193.04 cm), Crocker Art Museum.

Anlıyoruz ki, Antigone antik çağ Yunan medeniyetinin sivrilen (tanrı olmayan) kadın figürlerinden biri olarak, erkek “adaletine” olan güvenini çoktan yitirmiş, toplumdan dışlanan (adeta aforoz edilen), güce tapmayan, güçlü olana yalakalık etmeyen her bireyin yanında olmayı tercih etmiştir. Elbette, direnişinin temelini aile bireylerini ve dini değerlerini koruma arzusu oluştursa da, bu direnişin “bu denli farklı ve güçlü” tınlaması baştan yenik sayılan ve sesi bastırılan bir kadından doğmasından kaynaklanır.

Bugün Afganistan’da kamusal alanda yasaklanan kadın sesi, İran’da zehirlenerek eğitimden uzaklaştırılmaya çalışılan kız çocukları, Türkiye’de kadına şiddet vakalarının önlenmesi konusunda uygulanması gereken yasal yaptırımların (İstanbul Sözleşmesi) uygulanmaması gibi meselelere direnç gösteren tüm kadınlar bu çağın Antigone’sidir.[5] Sophokles’in kalemi erkek adaletini reddeden tüm direnişlere ve günümüzde eşit koşullarda yaşamak için mücadele gösteren tüm ülkelerin demokrasi ve özgürlük özlemine dirençle, inatla ve sebatla koşan kadınlarına omuz veriyor. İşte tam da bu yüzden, Sophokles’in muhteşem kaleminden çıkan Antigone’nin etkileyici direniş hikâyesini bir kadın tarihi dersinin okuma paketine yerleştirmek, isabetli bir karar gibi görünüyor.

[1] Sophokles, Antigone, 3.

[2] A.g.e. 21.

[3] A.g.e. 26.

[4] A.g.e. 29.

[5] Afganistan, İran ve Türkiye’deki kadın hakları ihlallerine dair haberler için: https://www.hrw.org/news/2023/03/02/iranian-media-reports-hundreds-schoolgirls-poisoned?gad_source=1&gclid=Cj0KCQiA9667BhDoARIsANnamQbVzF2MzT-9_FQz63Tf9jgZGNfdbPw4-VGKAOnzdrkeZXX_gPSywKQaAgU7EALw_wcB; https://www.bbc.com/news/articles/c20rq73p3z4o; https://www.dw.com/en/turkey-to-pull-out-of-istanbul-convention-on-violence-against-women/a-58114681

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.