Dikkat: bu yazı dizinin gidişatı ve sonu ile ilgili birtakım tatsız ayrıntıları içermektedir.
Ve Berlin, tüm arkadaşlarını “Hadi, gidin!” diyerek gönderir. Polis ağır silahları ile darphaneye girmişken, yürekler ağızda kahramanların nasıl kaçacağına kilitleniriz. Berlin, Ariadna’ya “Bonnie ve Clyde gibiyiz,” der polislerle çatışırken. Son noktaya gelindiğinde Berlin dostları kurtulsun diye ayağa kalkıp kaçış tünelini korur. Fonda yavaşlatılmış Ciao Bella çalarken, ağır çekimde Berlin tüm gücüyle düşmanla savaşır. Kaçmak ona göre değildir çünkü tam bir “dava adamı”dır Berlin ve şerefiyle ölecektir. Hayatını kaybettiği anlaşıldığında Profesör gözyaşlarına boğulur. İzleyici olarak biz de sinematografik düzenlemeler yardımıyla doruk noktasına taşınan duygularımızla Berlin’in kahramanca ölüşünü izleriz. Nasıl da fedakar ve disiplinlidir Berlin.
DURUN! Biraz tadınızı kaçıracağız. Aslında öyle değil…
Andres De Fonollosa yani Berlin, kahraman değil istismarcı ve bu durumdan rahatsız olunmamasında bir sorun yok mu sizce?
La Casa De Papel’in son dönem dizi fabrikası gibi çalışan Netflix’te yayınlanmasının ardından (dizi aslında bir İspanyol kanalı için çekiliyor, sonrasında Netflix yayınlıyor) dizinin hızla popülerleşmesi, beraberinde karakterler üzerine hararetli tartışmalar başlattı. Dizi, Profesör lakaplı bir kişinin, alanında uzman 8 hırsızı (X-men’de mutantları buluşturan Profesor-X misali) bir araya getirip, üzerine yıllarca düşünülmüş kusursuz bir planla İspanya Kraliyet Darphanesi’ni soyma hikayesini anlatıyor. Ana plan, soygun sırasında, polislere yakalanmaktan kurtulmak için kendilerini rehinelerle birlikte (hem darphane çalışanları hem de geziye gelen bir grup öğrenci ve öğretmen) darphaneye hapsetmek zorunda kalmış gibi gösterip—aslında polisi rehine kriziyle oyalayıp—darphanede her geçen gün daha fazla izi sürülemez para basmaları. Bastıkları paralarla beraber kazacakları tünelden kaçmaları. Yani bu bir hırsızlık değil; kimseye ait olmayan paralar basılıp, el koyulacak. Öğretilmiş iyi ve kötü kavramlarını, “yasal” olanın meşruluğunu veya aslında tam tersi “yasal olmayan”ın meşruluğunu sorguluyoruz. Merkez bankasının her yıl açıktan bastığı milyarlarca Euro’nun bankalara dağıtılmasını, yani devletten en zenginlere verilmek üzere onca paranın basılmasını yasal olduğu için kimse hırsızlık olarak değerlendirmiyorsa bu operasyon meşru mudur? Profesör’ün planına göre, yine açıktan para basılması ve bu paranının ekipteki (kendi adlandırmasıyla) “talihsiz insanlara”, yani fırsat eşitliğinden mahrum bırakılmış insanlara dağıtılması yasal olmadığı için hırsızlık mıdır?
Planın işlemesindeki temel noktayı Profesör bu soygunun halk tarafından meşru görülmesini ve soyguncuların direnişçiler olarak kabul edilmesini sağlamak üzerine kurar. Kimsenin zarar görmemesi de bu planın bir ön kabulüdür. Dizi boyunca darphane içerisinde yaşananları, polis biriminin yozlaşmışlığını, iyi-kötü kavramlarının değişkenliğini, sistem eleştirisi ve insan ilişkilerini izleriz özetle.
Dizi ile ilgili onlarca şey yazılıp çizilirken ayrıca bizde yazma isteği uyandıran şey, Berlin karakteri ve dizinin bu karaktere atfettiği değeri sorgulayıp üzerine birkaç not bırakmak.
La Casa De Papel’de Cinsel İstismarın Normalleşmesi
Profesör, içerideki ekibin yönetimini ekipteki en güvendiği kişi Berlin’e bırakır. Soğukkanlılık ve rasyonelliğin temsilcisi Berlin, dizi öyküsü boyunca ekip üyelerinin kapıldığı duygusallığı planın işlemesi adına aklıyla dengede tutan kişidir. Daha en başlarda Rio’ya Tokyo ile ilişkisi hakkında akıl verir: “Kadınlar zevk ve eğlence verir, çünkü iradeni kırmaya ve senden hamile kalmaya programlanmışlardır.” Böylece Berlin’in kadına bakışı ve nesneleştirmesi hakkında ilk izlenimimizi almış oluruz.
Dizi, bir yandan dış sesteki Tokyo ile, zaman zaman da kendi ağzından Berlin’in kötü olabilecek özelliklerinden bahsederken, diğer yandan bu ne yapacağı tahmin edilemez adamı ele avuca sığmayan, yer yer zekasıyla sempatik, nev-i şahsına münhasır bir karakter gibi çiziyor. Yani münferit bir şeyler yapmıştır Berlin ama liderdir, o kadar da kusuru olur, değil mi ama!
Berlin’in kadınlarla ilişkilenmesinin bir başka boyutunu da rahatsızlıkları olan rehinelerin ayrı tutulduğu odadan, panik atak geçiren öğrenci Silvia’yı çıkarıp izole bir yerde alıkoyması sırasında görürüz. Öğrencisinin nerede olduğunu sorgulayan Mercedes’e “kadınların seks için zorlanmaları” üzerine şakalardan bahseden Berlin, Silvia’yı alıkoyduğunu gizlemez bile!
Bu sırada polisler kamuoyunda soyguncuları kötü göstermek adına kimliği belirlenen Berlin’in seks ticareti, cinsel suçlar ve çocukların alıkonmasını kapsayan bir suç geçmişi olduğu “yalan” haberlerini medyaya sızdırır. Berlin, bu haberleri ve Silvia’yı alıkoymasını sorgulayan Nairobi’ye saldırarak asla kadın satmayacağını ve kendisinin ahlak kuralları olduğunu söyleyerek kendini “aklar”. Onuru ve itibarı zedelenmiştir Berlin’in, Nairobi’ye boğazını sıkarak “ahlak” dersleri verir. “Onuru” zedelenen erkeğin şiddet kullanmasındaki haklılığını görmüş oluruz böylece, çünkü tahrik edilmiştir. Ne kadar tanıdık değil mi? Silvia’yı alenen alıkoyması ve Mercedes’i taciz etmesiyle bir o kadar da paradoksal bir eril ahlak anlayışı!
Rıza kavramını hala öğrenemeyenler için, ilişki değil tecavüz!!
İlerleyen bölümlerde Berlin’in bu davranışlarının derinleşmesini izleriz: alıkoyma, taciz ve tecavüzün sistematikleşmesi!
Ciddi düzeyde endişe problemi yaşadığını bildiğimiz başka bir rehine Ariadna (o da kronik anksiyete bozukluğundan dolayı rahatsızlığı olan rehinelerin tutulduğu odada tutulmaktadır), artan gerilimde çaresiz hissedip hayatta kalma güdüsü ile Berlin’e gittiğinde, ucuz bir film sahnesi misali, yapacak işi olmadığını söyler ve ekip liderine bir şekilde destek olup olamayacağını sorar. Devamı Türkiye’deki eril mahkemelerde sürekli tartıştığımız “rıza”[1] tartışmalarını hatırlatan bir akış olur: Berlin Ariadna’ya cinsel ilişkiye gireceği her kadına rızası olup olmadığını sorduğunu söyler, eğer yoksa asla o kadın ile birlikte olmayacağının altını çizer. Rehin alınmış ve psikolojik olarak da son derece yıpranmış olan Ariadna silahlı Berlin’e rızası olduğunu söylemek zorunda hisseder. Bunun üzerine yaşanan cinsel birleşme sahnesinde, ki buna sevişme değil yalnızca “erkeğin istediği” pozisyonda penetrasyonu diyebiliriz, kamera Ariadna’nın yüzüne odaklanır. Yüzündeki ifadede, birtakım izleyicilerin/eleştirmenlerin yorumlarında, yazılarında iddia ettiği gibi özgür irade ile gerçekleşen bir ilişki gerçekleşmediğini açıkça izleriz, bu tecavüzdür! Ariadna, hayatını güvence altına almak için Berlin’e yaklaştığını, kendisine tecavüz edildiğini (“kadının beyanı esastır” kaidesini de ayrıca hatırlatırız) ve bu durumun midesini bulandırdığını söylediği halde bazı seyirciler neden ikna olmaz? Senaryo ekibinin tecavüze rağmen Berlin’in ne kadar mükemmel kararlar aldığı, zor anlarda nasıl da zekice adımlar attığı, biraz kaçık hareketleri olsa da nasıl da disiplinli olduğunun altını çizerek bu durumu önemsizleştirmesi midir neden? Üzücü olan, günün sonunda Berlin’in bir kahraman olarak anılmasıdır. Sahi bu kadar “küçük”, “önemsiz” bir ayrıntı mıdır Ariadna’nın sistematik olarak tecavüze uğramış olması? Berlin’in cinsel istismarı, işte bu karakterin çeşitli tuhaflıklarından biridir sadece. Ah şu Berlin yok mudur…
Ekip bir noktada soygunlarına ortak etmek için rehinelere bir seçenek sunar: Serbest kalmak isterlerse gidebilirler, diğer yandan işbirliği yaparlarsa 1 milyon Euro alacaklardır. Ariadna hiç tereddütsüz parayı değil dışarı çıkmayı seçer! Berlin’in nefes aldırmayan ısrarı ve tacizleri, hatta açık tehditleri sonucu Ariadna gidemez. Yeniden görürüz ki herhangi bir seçme şansı yoktur. Dizinin sonlarına doğru bir çıkış bulamayan Ariadna hayatını taciz ve tecavüzle mahveden Berlin’den intikam olarak onunla evlenip ölünce (Berlin hastadır, kısa süre sonra ölecektir) de parasına sahip olmayı planladığını anlatır başka bir rehineye. Bu konuşmayı tesadüfen duyan Berlin kandırılmış ve ihanete uğramış hisseder. Ne de olsa Berlin Ariadna ile evlenmeyi düşünmüştür, ancak kadın içten pazarlıklıdır. Yaşadıkları, kadının da çok iyi niyetli olmadığı vurgusu ile gerekçelendirilir, başına gelenleri hak ettiği algısı oluşturulur, rızasını tekrar sorgulatır hale getirir.
Kadınlar yönetim için çok zayıf bebeğim !
Tuhaf da olsa görev “adamı” Berlin’in yönetiminde şiddetin yükselmesine itiraz eden Nairobi karakteri, yönetime küçük bir darbe ile el koyar. Artık kadınların zamanı diye sevinecek oluruz. Kısa sürede o ana kadar güçlü olan kadın karakterin psikolojisi bozulur, öyle ya belli ki yönetim konusunda yetersizdir Nairobi, duygusal olarak zayıftır. Kendisi de bunu anlar ve çok “doğal” olarak yönetimi Berlin’e geri verir. Zaten patriyarka gücünü, erkekliği akıl ve kadınlığı duygusallıkla etiketlerken ve toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü, ezilmeyi kadının yetersizliğinden dolayı “doğal”mış gibi yansıtmasından almaz mı?
Kısaca bir başka itirazımızı da paylaşalım: Dizinin ana karakterlerinden Tokyo, özgür, kafasına uymayan hiçbir işe tamam demeyen bir karakter. Aslında kolektife değer veren ama bireyin de onun içinde erimesine izin vermeyen. Tokyo’nun hiçbir “adamı” dinlemeden aldığı kararlar “bireyci, kendini beğenmiş ve takıma zarar veren” olarak algılandı. Halbuki planda olmamasına rağmen bir kadının öldürülmesi emrini veren, bir ekip arkadaşını—“emirlerine uymayan kadın” Tokyo’yu—polislere veren Berlin’dir. Ama sonuçta Berlin “dava adamı”. Onun plan dışı hareketleri yüksek karar verebilme zekasına bağlanırken, Tokyo makbul kadın olmadığı için sevimsiz, fevriliğiyle zaman zaman planı tehlikeye sokan karakter olur.
Kapitalizm eleştirisini yaparken, eril akıl tutulmasının tekrar karşımıza çıkması da mı “doğal”?
Meşruluk üzerinden kapitalizm eleştirisi temeline kurulu dizi, açıkça ortada olan taciz ve tecavüzdeki meşruiyeti hiç sorgulamıyor, aksine pekiştirip normalleştiriyor. Dedektif Rachel karakteri üzerinden kadına yönelik şiddete karşı (ama yalnızca dayak üzerinden uygulanan fiziksel şiddete) duyarlılığını paylaşan dizi, cinsel istismarda bulunan karakteri pek sevilen lider olarak karşımıza koyuyor. Ver Çav Bella’yı, işte karşınızda dava adamı, fedakar Berlin. Özel olanın politikasını da yapmayıverelim değil mi!
O partigiano portami via / O bella ciao, bella ciao, bella ciao ciao ciao …
[1] Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği rıza inşasını şöyle tanımlar: “Kişinin rıza göstermediği herhangi bir cinsel davranıştaki “Hayır”ı “Evet”e çevirmek için kullanılan ve ‘fiziksel zorlama’ içermeyen bütün yöntemler. Bu yöntemler ısrar (sürekli takip etme), manipülasyon (rahatlatıcı yalan söyleme), duygusal tehditler (rıza verilmezse başkasına gitme tehdidi), ikna süreçleri (hediyeler, maddi destek ve ikram), duygusal baskı (kişiye kendini suçlu hissettirme), kaygıyı azaltma (birliktelik üzerine verilen güvenceler) vb. olabilir.”
Diziyi severek izlemiştim, Berlin karakteri beni rahatsız etmişti ama böylesine derin düşünmemiştim, elinize sağlık.
Diziyi o kadar methetmelerine rağmen geçen hafta izleyip 2 günde bitirdim. Bu yazıyı okuyunca ne kadar haklı olduğumu ve gerçekten benim gibi düşünenlerinde olduğunu bilmek bişr nebze olsun mutlu etti. Diziyi izlerken aynı şekilde bende bu Berlin karakterinin kadına tecavüz ettiği sahneyi izlerken bu kadar güzel bir dizide böyle bir sahne olup ve bu sahnedeki o Eril karakterin bu davranışına rağmen nasıl severler anlamış değili. Kimse fark etmiyor mu acaba. Sonradan şöyle düşündüm. İzlediğimiz her dizide böyle karakterler veya senaryonun içine sıkıştırılmış kadınları aşağılayan ve suçlu duruma düşüren ufakta olsa bir sahne yokmu. İlla erkeğin bu davranışından sonra o kişiyi kahramanlaştıran birşeyler bulurlar. Ve izleyicilerde “işte dava adamım” diyip o kişinin bu davranışını hafızasından silip (eğer bu sahneyi gördülerse) kahraman ilan ederler.