Katie Roiphe dört kitap yazdı ve yıllarca öğretmenlik yaptı – ancak ücret artışı talep etmeyi hayal edemezdi. Taa ki bugüne kadar…
Katie Roiphe
Bir yaz günü, bir erkek meslektaşımla beraber bir şeyler içerken, kazara, benden çok daha yüksek bir maaş aldığı gerçeğiyle karşılaştım. Konu buraya nasıl geldi hatırlamıyorum, sadece bu bana bir sürpriz oldu.
“İş teklifini aldığında daha fazla para istemedin mi?” diye soruyor.
“Hayır!” diyorum berbat hissederek ve içeceğime uzanıyorum.
Sadece o değil, diğer bazı erkek meslektaşların da üniversiteden ilk iş tekliflerini aldıklarında daha fazla para ve yan hak için pazarlık ettikleri ve hepsinin benden % 10-15 daha fazla para kazandıkları ortaya çıktı. Hiçbiri daha nitelikli değil. Hiçbiri daha çok çalışıyor da değil.
Hesabı ödemeyi beklerken, neredeyse basmakalıp bir gerçek olan bu eşitsizliğe karşı gittikçe gerildim ve köpürmeye başladım. Bir tür kurumsal cinsiyetçiliği suçlamak, buna sığınmak yatıştırıcı olurdu. Ama bu hata açıkça, kanıtıyla ve net olarak bana ait.
Sekiz yıl önce, telefonun diğer ucundaki ses bana kültürel gazetecilik profesörü olarak bir iş teklif ettiğinde, daha fazla para isteme düşüncesi aklımdan geçmemişti. Henüz bir evlilikten çıkmıştım ve yürümeye yeni başlayan bir bebeğe bakmanın acil zorunluluklarıyla frilens hayallerimi uzlaştırmaya çalışıyordum. Bu noktada dört kitap, tonlarca metin ve makale yazmıştım ve bazı öğretmenlik deneyimleri edinebilmiştim, bu iş için kesinlikle niteliksiz değildim ama yine de teklife çok minnettar kalmıştım. Daha fazla para isteme fikri aklımdan geçtiyse de reddetmişimdir, eminim. Talep etmek, ayıp olacak kadar yüzleşmeci, nezaketsiz ve garip olurdu. Telefon hattının diğer ucundaki yetkili kişiyi hayal edebiliyorum: “Derdi ne acaba?”. Daha derine inersek, daha fazla para istemek kaba, utanç verici ve açgözlü hissettirir. Binlerce dolara bedel bir telefon görüşmesinde seviliyor musunuz? Sanırım benim derdim buydu.
Bu konuda ben yalnız değilim. İstatistikler acımasız ve net: Harvard Business Review’da gördüğüm bir çalışmada, kadınların %7’sinin işe alındığında daha yüksek maaş için pazarlık ettiğini, erkeklerin ise %57’sinin bunu yaptığını okudum. Ellen Pao sosyal haber sitesi Reddit’i devraldığında, maaş müzakeresine izin verilirse bu konuda erkeklerin her zaman kadınlardan daha atak olacaklarını düşünerek maaş görüşmelerini tamamen yasakladı; bunun yerine “Yüksek teklifler veriyoruz ve pazarlık yapmıyoruz,” dedi.
Sezgisel olarak bu hassasiyetin nesillere göre değiştiği, feminist bir dünyada genç kadınların daha rahat edeceği düşünülebilir, fakat durum böyle değil. Mesela Jennifer Lawrence’ın bir filmden daha fazla para almak için lobi yapmama konusundaki açık mektubunu ele alın: “Eğer kendime karşı dürüst olursam, gerçek bir kavga olmadan anlaşmayı tamamlamanın sevilmeyi istemekle ilgisi olduğunu söylemezsem yalan söylemiş olurum. ‘Zor’ veya ‘şımarık’ görünmek istememiştim. O zamanlar bu iyi bir fikir gibi görünmüştü, taa ki internette bordroları görene kadar [Sony’nin e-postaları sızdırıldıktan sonra]. Çalıştığım her erkeğin kesinlikle ‘zor’ ya da ‘şımarık’ görünmekten endişe etmediğini o zaman anladım.”
Paraya karşı iradeyle kayıtsız bir tutum almak bir lükstür, gözlemleyebilirsiniz. İş teklifi aldığım sırada banka hesaplarıma şöyle bir bakmanın ortaya çıkaracağı gibi bu lükse hiçbir şekilde sahip değildim. Sekiz yıl boyunca bekar bir anne olarak birden fazla kez, faturayı ödemediğim için gaz veya elektriğimi kapatacak bir adamla kapıda konuşmam gerekti. Üniversitede işe başlamadan önce tekrarlanan bir şekilde çocuklarla sokakta dev bir karton kutuda uyuduğum kabuslarını gördüm. Parayla ilgili gergin değilim diyemem ama bu kaygıyla başa çıkmak için havalı, basit ve üretken bir tarza sahip olmadığımı söyleyebilirim.
Yetiştirilme şeklimde mi bir şey var? 80 yaşındaki annem ateşli ve sözünü sakınmaz bir feministti. Bir gece, büyükbabam bana bir Barbie Güzellik Sarayı vermişti ve ben ertesi sabah onunla oynamak için sabırsızlanarak uyandığımda, annem “kayboldu” demişti. Annem her zaman yazıyordu; biri bir filme dönüştürülen makaleleri, romanları vardı, ama ona hayatında bir kez olsun kimseden bir şey için daha fazla para isteyip istemediğini soracak olsam gülerdi. “Bu kaba veya inceliksiz görünür. Birilerinin evine gidip ‘bütün bu akşam yemeğini benim için pişirdiğinin farkındayım ama biftek yemeyi tercih ederim,’ demeye benziyor. Tuhaf olur. Hiç böyle bir şey söyleyebilir miydim? Dilimi keserdim.” Bu bir çok şeyi açıklıyor. İşlerine adil bir şekilde ödeme yapılmasını istemek yerine dillerini kesecek olan kadınların yer aldığı bir nesilden geliyorum.
Erken çocuklukta, çoğu kız çocuklarına iletilmeyen ama erkek çocuklarına iletilen bir mesaj olduğundan şüpheleniyorum. Çocuklar, onlar için hazırlanmış bu müzakerelerde mi demlendiler? Tablette Minecraft (mayın gemisi) oynayan, harıl harıl zombi ve sürüngen yok ederek hazine kasalarını açan altı yaşındaki oğluma bir bakıyorum. Yoksa o bu şekilde, “Düşman ve sersemletici bir dünyadan, ihtiyacın olan altınları almalısın” dersini mi özümsüyor?
Kendi güneşli çocukluk dönemimdeki çalışma hayatı vizyonumu hatırlarsam; yapmayı sevdiğim bir şeye denk gelecektim ve evren doğal ve sağduyulu bir biçimde benim için makul ölçüde belli bir miktar para ayıracaktı.
Göründüğü kadar şaşırtıcı ve acıklı; şimdi bile, para için çalıştığımı itiraf etmek benim için zor. Kelimeleri sayfa üzerine dökmenin hazzını veya entelektüel bir faaliyet olduğunu düşünmek ya da sırf eğlence için öğretiyor olmak çok daha konforlu hissettiriyor; kirayı ödemek ya da market alışverişi için yazıyor ya da öğretiyor olmak içime sinmiyor. 1970’lerin güçlü feminizminin gizli miraslarından birinin de “doyum” için çalışan karizmatik kadın nosyonu olduğunu düşünüyorum. Bu fikir, Betty Friedan’ın Kadınsı Gizem kitabı gibi kitaplara derinlemesine yerleştirilmiş ve nesiller boyunca aktarılmıştır: Kadınlar, sıkılmamak için ya da huzursuz ya da boş kalmamak için çalışmalıdır. Çalışmanın önemi bize iletildi ancak evin geçimine destek olmanın önemi aynı açıklıkta iletilmedi.
Benim özel durumumda tuhaf olan öyle sevilmek için çok yaşam enerjisi harcayan biri olmamam; çoğu alanda, insanların benim hakkımda ne düşündükleri umurumda olmaz. Mesela, New York’ta neredeyse her liberal, sağcı düşünceye sahip kişiyi sabah kahvesi sonrasında yabancılaştıran bir gazetede yazı yazmaktan gocunmam. Aynı zamanda, hoş olmanın kadınlar için sosyal olarak inşa edilmesinin tüm yollarına, fotoğraf için gülümsemek zorunda olmaya, nefes aldığım için özür dilemeye, kadının sevilebilirliğinin detaylıca sosyal inşasına da uyum sağladım. Yine de, daha fazla para istemeye gelince, sevilmeyecek olmanın korkusu veya bu tarz bir iddianın tetiklediği bir hoşnutsuzluğum var.
Erkek meslektaşlarımın maaşları ile ilgili keşfimden yaklaşık altı ay sonra, finansal olarak kendini kanıtlama konusunda çirkin bir adım atıyorum. Güçlü pozisyondaki birinden, yaptığım bir proje için daha fazla para istiyorum. Ve konuyu gündeme getirir getirmez havada bir düşmanlık beliriyor. Kendisi “Ücretinizi diğer insanlarla karşılaştırmamalısınız” diyor. Ama insan neyin adil olduğunu veya nerede durduğunu nerden bilebilir ki? Başka hangi şekilde düşünmeliyim? Bunu söylemiyor. Eğer uydurmuyorsam bana birden canı sıkıldı ve benden yıldı. Benden eskisi gibi hoşlanmıyor. Bu toplantıyı tuhaf bir şekilde ezilmiş hissederek terk ettim, sanki bana kibirli ve yağmacı denmiş gibi. Asansörde kendi kendime takma demeye çalıştım ama takmamazlık edemedim. Yine bir üniversitede öğretmenlik yapan, burada adına Frankie diyeceğim parlak ve yetenekli bir kadın olan arkadaşımdan benzer bir hikaye duyuyorum. Popüler ve başarılı bir derste hocalık için daha fazla para istiyordu ve aniden bölüm başkanından çıkan o dillendirilmemiş soruyu hissetti: “Buna hakkı olduğunu nasıl düşünebiliyor?” Frankie’nin deneyimi, bu çatışmalarda korktuğum şeyin kalbine yöneliyor: sonuç olarak çok özel olduğumu düşünüyorum ve üstün özelliklerim olduğuna dair bir fikrim olduğu ortaya çıkıyor. Bu bana epeyce bir kadın problemi olarak görünüyor: Bir şekilde büyük miktarda enerji harcayarak kendini beğenmiş biri olmadığınızı kanıtlamaya çalışma. Rekabeti dağıtma, gıpta etme, insanların sizde alınganlık yaratmamasını sağlamaya yönelik güçlü bir içgüdü vardır. Tüm o kadınsı kendini küçük görmeler, sürekli özür dileyen halde olmalar aynı delirtici, tüketici görüngünün parçası (dikkat: Yeni bir app Just Not Sorry kadınları maillerinde yer alan özürlerden kurtarmak ve engellenmiş güçlerine kavuşmaları için tasarlanmış. Bir de Amy Schumer’’in değmeyecek şeyler için sürekli özür dileyen kadınlarla ilgili şu parlak skecine bakın).
Birincisi, feminist bilincin bu son aşamasında, bazılarımızın, yalnızca erkeklerin değil diğer kadınların da, düşmanlığını savurmaktansa halen neden daha zayıf, daha az yetkin, daha az kendinden emin, daha az güçlü görünmeye ihtiyaç duyduğunu merak edebiliriz. Şu basit ifade, “Çalışmam, önerdiğiniz miktardan daha değerlidir”, bu bağlamda oldukça rahatsız edicidir. Çünkü bu ifade başkalarının kıskançlığını ya da gücenikliğini üstümüze çekmemek veya öne çıkmamak için, kendimize güvenimizi gizlemek, ipin altından geçebilmek, başarımızı ya da parlaklığımızı azaltmak için hayat boyu aldığımız o ince, gizli, uzun süreli eğitime karşı işler. Her zaman farkında olduğumuz, alçak sesle sorulan acımasız bir soru vardır: “Kadına kendisinin diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünmesini sağlayan şey nedir?”. Bu sesi yatıştırmak ve susturmak için yapacaklarım olacak.
Yeni mini kampanyamın bir parçası olarak artık bazı şeyleri farklı şekilde yapmak için erkek arkadaşlara ve meslektaşlara pazarlık etmeyi nasıl öğrendiklerini soruyorum. Öylece biliyorlardı işte. Biri elmas tüccarı ebeveynleri ile büyümüştü, pazarlığı ve fiyat için müzakere etmeyi hayatın doğal bir parçası olarak görüyor. “Bunu bir tiyatro performansı olarak düşünüyorum” diyor ki bu benim korku dolu ve aşırı bilinçli yaklaşımımdan çok daha tehlikesiz ve rahat gibi görünüyor.
Sonraki birkaç hafta boyunca korkusuz ve dişli bildiğim kadın arkadaşlarla birlikte bu konudan konuştuk ama onlar bile kendi maaş görüşmeleri söz konusu olduğunda temkinli görünüyorlardı. Seçkin şirketinin zirvesinde başarılı bir iş kadını olan ve adına şimdilik Sara diyeceğim bir arkadaşım, “Bir kadının, merdivenin tepesindeyken de dikkatli olması gerektiğinin inanılmaz derecede farkındayım. En üst düzeyde bile kadınlar farklı şekilde yargılanıyor,” diyor.
Bir kadın profesör, iş teklifinden sonra daha fazla para talep etmeye karar verdi. Kişisel ve ideolojik olarak buna adanmış çünkü daha geniş sosyolojik bağlama karşı uyanık. Ama şu anda, bunu talep etmek hala onu inanılmaz derecede sarsıyor. Kendi mektubunu yazmak yerine, akademideki kadınlar için olan bir web sitesine gitti ve hazır yazılmış bir mektubu kopyalayıp yapıştırdı. Daha sonra, kendisinin daha tarz bir yazar olduğu ve derdini kendi sözleriyle yazması gerektiği aklına geldi. Üniversite ise buna hayır dedi.
Kendisinin bir şablon arama konusundaki refkeksini anlıyorum; kılavuzluk edecek herhangi bir plan, model, el kitabı yokmuş gibi hissedersiniz. Bana öyle geliyor ki Sheryl Sandberg’in Lean In’e geri dönmem gerekiyor. Kitap çıktığında kitaba karşı biraz ukala bir tavrım vardı: Kendisine karşı çok sıcak hissettim, belli belirsiz bir şekilde takdir etmiştim, ama başkaları için de geçerli olabileceğini düşündüm – daha çok kurumsal tiplere. Çocukluklarında kendilerini sürekli sıkıştıran feminist bir anne ile büyümemiş kadınlara. Ama aslında kitap, tam olarak bahsettiğim psikolojik tereddütlere ve iç çatışmalara değiniyor. Sandberg şöyle yazıyor: “Kadınların erkekler kadar pazarlık yapmasına şaşmamalı. Bu, yüksek topuklarla bir mayın tarlasından geçmeye çalışmak gibi bir şey.”
60’lı yaşların başında olan, hayran olduğum ve örnek aldığım bir kadın yazar “Bana ders vermek için ne teklif edilirse kabul ederdim,” dedi. Şimdi, sadece hayır diyor ve onlar da her zaman daha fazla para teklifiyle geri geliyorlar. Birkaç aydır, ben de aynı şeyi yapmaya çalışıyorum, tabii insanlar beni her şeye evet dediğim zamanlardaki kadar sevmiyor olsalar da bu böyle. Bunun için kendimi güçlendirmeliyim. Bu doğal olmayan, agresif bir şeyler hissettiriyor. Aslında kendimi gerçekten bunu yapacak noktaya getirdiğimdeyse garip bir güç sarsıntısı yaşıyorum.
Bu e-postayı bir editöre yazıyorum: “Teklifinizdeki işi yapmayı çok isterim, fakat önerdiğiniz bu para ile işi doğru bir şekilde yapmak için yeterince zaman harcayabileceğimden emin değilim… Özür dilerim! Daha yüce gönüllü olmak isterdim, ama hayat izin vermiyor. Ücrette biraz daha iyileştirme yapma şansınız olur mu?”
Tabii ki hala özür diliyorum, ama en azından yarı-doğrudan bir şekilde, çalışmamın değerinin ne olduğuna dair bir iddiada bulunuyorum. Mesela birkaç ay öncesine kadar, daha düşük ücret alacaktım ve bunda da bir sorun görmeyecektim. 10 dakika sonra editör, baya daha yüksek bir ücret teklifiyle geri döndüğünde hayretler içinde kaldım. Bu kadar kolaydı. Ama işte, istemelisin.
Dünyanın bir milyon küçük müzakere ve işlem üzerine kurulduğu, her gün insanların daha fazla para istediği ve bazılarının bunu aldıkları bazılarının ise alamadıkları basit fikri, dünya çapında liyakat sahibi profesyonel biri için vahiy olmamalıdır. Ama meslektaşım bana maaşını müzakere etmekten bahsettiğinde, sanki gözümden bir perde kalkmış gibi hissettim: İnsanlar bunu yapıyor mu?
Bazen bir iş teklifi alsam ne yapacağımı düşünürüm. İlk içgüdüsel tepkim, hala uyumlu ve kibar olmak. Ve hala agresif olma konusunda ya da bana iş teklif eden kişiyi mutsuz veya garip veya canı sıkılmış hissettirme konusunda endişelenirim (Birisi yabancıları rahat ve mutlu hissettirme sorumluluğunun nereden geldiğini merak etmeli artık. Kadınlar dünyadaki tüm garip anları silme sorumluluğunu mu miras aldılar?). Fakat kendimi istemeye zorlayacağım, kendimi yeneceğim. Bu kelimeleri dile getirmeyi başarırsam kendime güzel ve pratik olmayan bir çift ayakkabı sözü veriyorum. Ne derler: Gerçek olana kadar rol yap.
Sonuç yerine, ince uzun, süper güvenli, mutfak sandalyesine çökmüş ve aç bir kurt gibi çikolatalı kurabiyelere bakan 12 yaşındaki kızıma eğer biri ona bebek bakıcılığı için çok az para verirse daha fazlasını isteyip istemeyeceğini soruyorum. “Yaaa, muhtemelen yapamam” diyor.
Farkına vardım da bu savaş epey sarp yokuşta.
Çeviri: Ebru Işıklı
Bu yazının orijinali The Guardian’da yayınlanmıştır.