Kadınların geçirdiği bu zorlu dönem, ardında büyük bir duygusal birikim bırakıyor; hele de okuyup yazmayı seven ve akademik hayatın peşinden koşan bir kadınsanız kendine has koşullar da getiriyor.
Annelik çok tartışılan bir kavram. Bir anne olarak pozisyonunuz, yeri geldiğinde olumlu, ama hiç ummadığınız anda da olumsuz işleyebilir toplum içinde. Çocuğunuzun o gün sizi en duygulandıran bir davranışını öğle yemeğinde arkadaşlarınızla paylaşırsanız, ebeveynlik deneyimi olsun ya da olmasın, ilgisiz yüzlerle karşılaşabilirsiniz mesela ya da çevreci bir arkadaşınız iklim krizinin nedenlerini nüfus artışıyla bağlantılandırırsa bir anda vicdan azabı duyabilirsiniz.
Anne olmamak ise bu satırları okuyanların zaten malumu olduğunu düşündüğüm pek çok olumsuz tepki doğuruyor toplum nezdinde.
Peki bir de hasbelkader anne olmuş bir kadının düşünsel bütünlüğünü koruması mümkün müdür bunu tartışalım. Okumak zaman ister, hele bir de yazma meraklısıysanız büyük bir konsantrasyon da gerekir. Kadın bir yazar ya da akademisyenseniz, gündelik hayatın takipçisi olmak ve zihinsel olarak dinç kalmak önemlidir. Oysa annelikle birlikte aylar boyunca gündemden uzak olmak ve çevreye ilginin dağılması sıradan hale gelebilir; buna karşın anın tadını çıkarma ve çocukla yaşanan zamanın kıymetini bilme yönündeki tavsiyelerle kısa süreli beyinsel sakinleşmelerin de yaşanabileceği git-gel halleri başlar.
Etrafta art arda yayınlanan makaleler ve kitaplar ise uzak kaldığınız entelektüel çevrelerden hepten koptuğunuz, hatta bir daha geri dönemeyeceğiniz hislerini yaşatır bazı zamanlar. Günlerin gecelere karıştığı ilk birkaç yılın ardından uyku sorunları biraz olsun hafifleyince, eğer hala azminiz varsa, yazmaktan çok arayı kapatma ve yazanlar nasıl yazmış onları okuyayım bari hissi ağır basar.
Benim için iki çocuklu hayatta en kurtarıcı olan, sabah insanı olabilmemdi sanırım. Sabah beşte kalkarsam mutlu, olur da uyanmam saat altıya sarkarsa üzgün oluyordum. Çünkü ancak saat beşlerde kalkarsam herkes uyurken ortalama 3-4 saatlik bir vaktim oluyor, bir gün öncesini geriden de olsa takip etmek, okudukça yazmak, yazdıkça günün koşturmacasına en azından gönül rahatlığıyla ve mutlu başlamak mümkün oluyordu.
Sonra podcastleri ve sesli kitapları keşfettim ve ilginç bir dönem başladı…
Yalnız kalma ihtiyacıyla, dinlediğim bir kitabın ardından gelen sıradakine hemen başlamak için olmadık yemekler yapmaya, hatta hesapta olmayan temizlik işlerini de aradan çıkarmaya çalışırken buldum kendimi. Tıpkı pek çok kadının kaçışını en meşru gösteren alan olarak mutfağı seçmesine benzer bir durumdu bu.
Tabii bir de pandemi dönemi bize çok iyi göstermişti ki modern olarak adlandırdığımız dönemde dahi, şirket CEO’su ya da profesör de olsanız dışarıdan aldığınız bakım ve temizlik desteği sekteye uğradığında evdeki iş dağılımında değişiklik olmuyor, yeni gönüllüler ortaya çıkmıyordu.
Okumaktan dinlemeye geçerek şekil değiştiren entelektüel gelişim imkanı, artık ev işlerini araç, dinlemeyi ise asıl amaç haline getirmişti ve hatta bunun bazen cinsiyetçi roller ve sosyalleşmelerle örülü olan düzeni ruhen hafiflettiğini dahi sanmıştım.
Ta ki bir yandan kitap dinlemeye çalışırken içeriden gelen sesi duyana kadar: “Anne pırt yaptım” diyordu bu ses, tam da güzel sesli kitap okuyucusu “feraset” dediği anda. Sonra “feraset” ve “Anne pırt yaptım” sesleri birbirine girdi, ferasetin önündeki ve arkasındaki kelimeler neydi onları da kaçırmıştım tabii bu arada. Feraset bir dünyada, pırt ise öteki dünyadaydı; benim dünyam ise arada kalmış dünyaydı iki kopuk kelime arasında.
Kadınların geçirdiği bu zorlu dönem, ardında büyük bir duygusal birikim bırakıyor; hele de okuyup yazmayı seven ve akademik hayatın peşinden koşan bir kadınsanız kendine has koşullar da getiriyor.
Saatlerle sınırlı olmayan, üçüncü dünyanın okur yazarı olmanın zorluklarını her daim içeren, yeri geldiğinde gökyüzünü sınır olarak göstermekten çekinmeyen ve her yeni gelişmeyle uzmanlık alanınızı geliştirmeniz beklenen bir dünyaya, yine saat sınırlaması olmayan ve korumasız bir varlığın girmesiyle ortaya çıkan tüm bu git-gel halleri, anksiyeteye hiç de iyi gelmiyor. Akademisyen olmak bir sosyal statü sağlarken, entelektüel doyumsuzluğun özellikle kadınlarda yaşattığı ikilem, aşılması gereken pek çok eşik gibi yeni bir eşik olarak karşımızda duruyor.