Burada konu, sanatçının bir fail oluşu ve bu suçu işlerken de ürettikleri ile elde ettiği “konumu” kullanıyor oluşu.
“Susma bitsin!” dedik ve bir bir döküldü içimize sığdıramadığımız, kendimize bile itiraf edemediğimiz, kaçtığımız, unuttuğumuz, yaşadığımız, şahit olduğumuz yükler… Attığımız, okuduğumuz her tweet, yaptığımız her ifşa ve paylaştığımız her darbe bizi, birbirimizle buluşturdu, “kadın kadının yurdu” oldu. Unuttuğumuzu, sustuğumuzu, bildiğimizi, yaşadığımızı, yuttuklarımızı dökerken; nefesimiz düğüm düğüm olsa da, birimiz bir diğerinin cesaretinden ilham aldı. Travmalarımız da, cesaretimiz de bir çığ gibi büyüdü.
Fakat uykularınız kaçsın dedikçe, yine uykusu kaçan biz olduk.
Çünkü failler ile duygudaşlık yapmaya meyilli toplumumuz; “Kanıtı var mıymış?”, “Neden yıllarca susmuş?”, “Aman bu da mı tacizmiş?”, “Ne varmış canım bunda?”, “Kantarın topuzu kaçmış artık ama…”, “Bunu da kim taciz etsin?”, “Linç etmek de fazla ama…” cümleleri ile mağduru sanık sandalyesine oturttu, suçladı, bir de üstüne yargıladı.
Cezamız mı? Müebbet kadın düşmanlığı…
Toplumsal cinsiyet eşitliği bilincinden uzak toplumumuzda yayılan kadın düşmanlığına dair hiçbir şeye de şaşıramıyoruz aslına bakarsanız. Çünkü, bir erkeğin sözü, canı, emeği, onuru, bir kadının canından, sözünden, emeğinden “kıymetli”.
Erkekler, itibarlarını, mesleklerini, yetkilerini ve ataerkil toplumun normlarını sonuna kadar kullanıp, bizleri sürdürdükleri her ilişki çeşidinde çok farklı biçimlerde istismar ediyorlar. Kurduğumuz birçok ilişki sürecinde bu durumu farklı çeşitleri ile yaşıyoruz. Bu kişi bazen tanıyıp bildiğimiz biri oluyor, bazen de bir yabancı. Uygulayanın kim olduğu, sosyoekonomik durumu, yaşı, vs. değişse de, değişmeyen şey failin, yaptığı eylemin bilincinde olması ve bu eylemi alışkanlık haline getirmesi. Bir de “güç” aldıkları toplumsal normlar var tabii. “Nasıl olsa bana bir şey olmaz” algısı, “Ben sanatçıyım” özgüveni ve savunması da bunlardan biri elbette.
Bunların hiçbiri failin suçunu hafifletmiyor ve değiştirmiyorken, “Sanatçının eylemlerini ve eserlerini ayırmalı mıyız, yoksa birlikte mi değerlendirmeliyiz?” sorusu ortaya atıldı. Burada konu sanatçının özel hayatı değil maalesef, seçimleri, görüşleri, yönelimleri de değil. Burada konu, sanatçının bir fail oluşu ve bu suçu işlerken de ürettikleri ile elde ettiği “konumu” kullanıyor oluşu. O nedenle de birbirinden ayrı değerlendirmek pek de akıl kârı değil gibi.
Yani, anlayacağınız, çok sevgili fail seviciler, buradan da faili meşru kılacak bir yol bulmaktan vazgeçin ve artık fail ile empati kurmayı bırakın. Tabii bir fail ya da fail adayı değilseniz.
Öyle ya, eğer bir fail değilseniz neden bir fail ile empati yapmak için bu denli çaba?
Bu soruyu beyninizde dönüp durması umudu ile buraya bırakıyorum. Yanıtını ise ancak kendiniz ile yüzleşerek verebilirsiniz. Kolay gelsin ve uykularınız hiç değilse biraz kaçsın isterim… Neden mi, çünkü bizim hep kaçıyor…
Birçok kadın susmamaya cesaret ederken, içimizde hâlâ “Konuşsam en yakınım bile bana inanmaz.”, “Acaba başıma bir iş alır mıyım?”, “Ben bunu nasıl anlatayım.” gibi çekincelerle susanlar var.
Ruhumuzda bir ağrı, bir ağırlık…
Fakat yine de çok güçlüyüz ve artık bizim değil, sizin de uykularınız kaçacak!