Bu kitabı siz var ettiniz. Şimdiyse o sizi var ediyor gibi davranıyor, ondan vazgeçemiyorsunuz. O kitap sizin, içindekiler sizin, sizsiniz o. Yazılarınızı, kitabın amacını, ütopyasını sahiplenmelisiniz.

Raija Jokinen, Struggle, 1996

Çok yalın, bir o kadar da katmanlı bir gerçekle başlamak istiyorum. Taciz, cinsel saldırı ya da şiddet faili birini sosyal medyada ifşa etmek hiç kolay değil. O güne kadar edindiğiniz hayat bilgisi, haklılığınızdan aldığınız güç, kendinizi ifade edecek sözcüklere sahip olmanız, gözü karalığınız, başka keskin virajlarda güçlenen kaslarınız, size inananların varlığı, sessizlik perdesini sizden önce ve sizinle yırtanların varlığı, elden ele özenle taşıdığımız o karanfil… Bunlara ve çok daha fazlasına sahip olsanız dahi birini ifşa etmek hiç kolay değil.

Ben başıma geleni, birkaç esaslı dost dışında, ancak 14 yıl sonra anlatabilmiştim. Yıllar elbette beni de es geçmemişti, iyisiyle kötüsüyle. Ben de tacize uğrayan başka pek çok insan gibi öncelikle başıma gelen şeyin adını koymakta zorlanmıştım ki bu süreç yıllar alabiliyor. Özellikle de tacizde bulunan kişi bir yakınınız, hiyerarşik olarak sizden yukarı konumda olan ya da sizin saygı ve/ya hayranlıkla kendinizden yukarı konumlandırdığınız, asıl niyetlerini saklama konusunda mahir ve manipülatif biriyse “adını koymak” kendi içinde pek çok hali; inkârı, ihaneti, kabullenmeyi, öfkeyi, çaresizliği, suçluluğu da beraberinde getiriyor ve bu karanlık, dev dalgaları olan denizden karaya çıkmak ya da çıktığınızda yüzleşecek, hesap soracak nefesi ciğerlerinizde bulmak kolay değil.

Benim hikâyemde ayağıma dolanan hep suçluluk oldu. Başıma gelen şey henüz olmak üzereyken tüm bunlara izin verdiğim ya da ayak seslerini zamanında fark edip mesafe koymadığım için, olurken gereken tepkiyi veremediğim için, üzerinden geçen yıllar boyunca da hesap soramadığım için suçlu hissettim hep. Zihnimin iç tartışmalarında sıra ne zaman faile geldi, ne zaman onu muhatap alabildim hatırlamıyorum, geçiş bulanık. O kadar uzun zaman kendimle kavga ettim ve o kavgalardan o kadar yenik ayrıldım ki bunu cümle âleme duyuracak, hesap soracak ve diğer kadınları ona karşı uyaracak cesareti ve hakkı bir türlü bulamadım kendimde. “Neden bekledin”, “Neden zamanında şikâyetçi olmadın”, “Söylediklerinin doğru olduğu ne malum” soruları yıllar geçtikçe kemikleşip sertleşiyor, maruz bırakıldığım ve konuşulması gereken asıl gerçek ise bu sorular karşısında kırılgan ve zayıf bir sese dönüşüyordu gözümde.

Sonra kadınlar konuştu, diğer kadınlar dinledi, anladı, hissetti, inandı, sormadılar bu soruları. Maruz bırakıldığım ve konuşulması gereken asıl gerçek, itibarını ve kendi kararlı sesini kazandı onların varlığıyla. Suçluluğun yerini haklılık ve dayanışma aldı. O güne kadar kanıtlayamayacağım için sustuğum, yalnızca birkaç dostun bildiği gerçek şimdi tam da bu nedenle, tam da kanıtlayamayacağım için anlatmam gereken bir gerçeğe dönüştü. Konuşanlar ve onların sesine ses verenler sayesinde kendimi yendim ve yine kendimi alıp çıktım o savaştan. Başkalarının savaşında da var olabilirdim artık.

Geçilen bu çetin yollar, ifşadan sonra ise başka yokuşlara çıktı. Örneğin en sık karşılaştığımız, benim de kendimi hazırladığım mahkeme süreci bunlardan biriydi. Geri adım atmayı bir an bile düşünmesem de konuyu mahkemeye taşımanın faillerin elinde ne kadar güçlü bir yıldırıcı olduğunu bütün hücrelerimde hissettim. Tacize uğradığımı, iftira kastımın olmadığını ya da zamanında neden şikâyetçi olmadığımı sanık konumunda anlatmak gerçekten yaralayıcı. Ama ben buna bir “savunma” gözüyle bakmadım hiç, bir kavgaya davet edilmiştim ve bütün gücümle vuruşacaktım. Eril yargının kadın+lar hakkında verdiği eril kararlar nedeniyle haklılığımın tescilini o salondan beklemiyordum. Aleyhimde verilecek muhtemel bir kararın beni “haksız” çıkarmasını dert etmesem de faile ve başka potansiyel faillere cesaret verecek olmasını çokça dert ediyordum.

Bu yolun bir başka yokuşu, mağdur suçlayıcılar vardı bir de, yoruyorlardı. Ama bir de sessiz kalanlar vardı ki… Dost görünen, yoldaş görünen, yanında olması beklenen… En büyük hayal kırıklıklarının, en dik yamaçların mimarıydı onlar. Tırmandım, benden önce tırmananlar karşıladı beni o tepede.

Ben başıma geleni 14 yıl sonra, 2020 Aralık’ında yükselen dayanışmanın beni de cesaretlendirmesi sayesinde anlatabilmiştim. İmge Kitabevi Yayınları sahibi Refik Tabakçı tarafından 2006 yılında taciz edilmiştim. Çalışanıydım, ilk işimdi ve 24 yaşındaydım. İfşa sonrası gerek açıktan kendilerinin paylaşmasıyla gerekse özel mesaj yoluyla başka kadınları, yine aynı işveren pozisyonunu ve kurucusu olduğu yayınevinin itibarını kullanarak taciz ettiğini öğrendim. Aralarında suskunluğunu ilk kez bozanlar, yılların kabuğunu kaldıranlar, çok ama çok uzun süre taşıdıkları haksız suçluluk duygusuyla yüzleşme cesareti gösteren kadınlar vardı.

Sonrası İmge Kitabevi Yayınları X hesabından iler tutar yanı olmayan, “İmge Kitabevi Yayınları/Refik Tabakçı” imzası taşıyan bir açıklama ve hakkımda açılan hakaret davası. ÇHD Kadın Komisyonu bu davada benimle dayanışma içinde olduklarını deklare etti ve olağanüstü bir duruş sergiledi. Sonuç ise hepimiz adına kıvanç ve umut doluydu. İftira kastı bulunamamıştı, bu açıklamanın toplum yaşantısına katkısı vardı, zamanaşımı süresi dahilinde şikâyetçi olduğumda nasıl ki iftira suçundan kamu davası açılmayacaksa bu paylaşım nedeniyle de hakaret kastıyla hareket ettiğim iddia edilemezdi, duyum tanığımın beyanı şüphe oluşması için yeterliydi ve tüm bunlar sonucunda “ceza verilmesine yer olmadığı”na karar verildi. Biz beraat istediğimiz, Refik Tabakçı da ceza almamı istediği için konu istinafa taşındı ancak 2023 yılında her iki tarafın itirazları da kesin olarak reddedildi. Böylece biz kadınlar bu tür davalar için emsal niteliği taşıyan önemli bir kararla çıktık oradan. Keşke hakkımda beraat verilseydi, ama bu da az şey değil.

Tüm bu süreç boyunca İmge Kitabevi Yayınları ile Refik Tabakçı’yı hiçbir şekilde birlikte değerlendirmedim. Muhatabım Refik Tabakçı idi ve İmge’nin entelektüel birikimini kıymetli saydım, ayrı bir yere koydum. Ama İmge Kitabevi Yayınları X hesabı ifşadan sonra beni engelledi, Refik Tabakçı ile ortak imza taşıyan açıklamalar yayımlayarak onun sesi oldu ve arkasında durduğunu gösterdi. Bunlarla birlikte karşımızda bir sermayedar, karar verici pozisyonda olan biri vardı ve Hasan Ali Toptaş örneğinin aksine onu halihazırdaki konumundan edecek bir güç yoktu maalesef.

Yine de hepimizin kolektif hafızasına, mücadele ısrarına, emeğine güvendim ve böylece “onların” konumlarıyla kazandıkları ve arkasında kadınların hayatlarını kararttıkları o itibar duvarına -yıkamadıysak da- hep birlikte derin bir çizik attık.

Uzun uzun anlatmaya çalıştığım bu ifşa öncesi, ifşa ve sonrası kendi küçük tarihimde önemli, öğretici, anlamlı bir başlıktı ve benimle birlikte yaşamaya devam ediyor. Çünkü hesap kapanmadı. Bir yüzleşme olmadı, Refik Tabakçı kendisine itibar sağlayan konumunu yitirmedi, bir bedel ödemedi. Tam aksine; hiçbir şey olmamış gibi yayın hayatına devam ederek, koltuğundan vazgeçmeyerek, dava sürecinde sahibinin sesi haline getirdiği yayınevi sosyal medya hesabından karara ilişkin hiçbir açıklama yapmayarak, ezcümle konuyu sessizce unutuluşa sürükleyerek tüm bunları yok saymayı seçti.

Sonra bir şey oldu. Tüm bu yok saymanın, hiçbir şey olmamış gibi davranmanın nasıl sınır tanımadığını gösteren bir şey oldu. Refik Tabakçı’ya sahip çıkan İmge Kitabevi Yayınları ya da bir başka deyişle İmge Kitabevi Yayınları’nın göbekten bağlı olduğu varlık nedeni Refik Tabakçı, yaklaşık 40 feminist yazarın imzasını taşıyan ve 1000 sayfayı aşan iki ciltlik kitabın Feminizm Aktivizm ve Gündelik Hayat adlı ilk cildini yayımladı. Kapağında “Birbirimiz için isyandayız” dövizi taşıyan kadınların fotoğrafı. Doktora öğrencilerinin Eser Köker’e armağanı.

“… feminist pedagojiden kadınların özyaşam öykülerine, göçmen kadın işçilerden dijital feminist aktivizme, gündelik hayattan dördüncü dalga feminist hareketlere uzanan geniş bir yelpazedeki” yazıların derlendiği bu kitabın, tacizci patronunu sahiplenen bir yayınevinden çıkmasının yüzü olsaydı eğer pis bir sırıtışa tekabül ederdi bu. Ama ben buradayım hâlâ. O sırıtışı soldurmaya geldim.

Önce yazarlar ve editörlerden e-posta adreslerine ulaşabildiklerime toplu bir mail atarak süreci anlattım, ulaşamadıklarıma da onların bildirmesini rica ettim. Birkaçı yanıt verdi. Bilmiyorlardı; olan biteni benden duyduklarını, üzüntülerini, şaşkınlıklarını ve benimle dayanışma içinde olduklarını dile getirdiler. Bir gün sonra ise “Editörler adına” imzası taşıyan bir mail aldım. “Bu kitabın, kitabı armağan ettiğimiz hocamızın ve yazarlarımızın isminin taciz iddialarıyla birlikte anılmasından dolayı son derece üzgün” olduklarını, konu hakkında daha önceden bilgi sahibi olmadıklarını, kitabın ardındaki üç yılı bulan kolektif emeği anlatıyor; aylar öncesinden sözleşme imzalandığı için basımı durduramayacaklarını, bugün değilse de “kitapların sonraki baskılarında feminist dayanışmanın gereği olan her türlü adımı atmaya hazır” olduklarını yazıyorlardı. (Yazarların da yapılacaklar noktasında kendileriyle hemfikir olup olmadığını sordum, ancak bir yanıt alamadım.)

Günler sonra yazarlardan biriyle, Funda Şenol’la iletişim kurdum. Bir yol haritası çizmek üzere editörlerin benimle iletişim halinde olduğunu sanıyordu, ben de günlerdir kimsenin benimle temas kurmadığını anlattım ona. O da bu durumdan memnun değildi.

Süreç ilerledikçe iç yazışmalardan izlediği kadarıyla, editörler ve yazarların bir bölümünün ortak kararının kolektif bir tavır alınması yönünde olduğunu söyledi. İkinci cildin yayımlanmasından hemen sonra ortak bir metin kaleme alınacağının editörler tarafından duyurulduğunu ekledi.

İyiydim, iyi hissediyordum. Sorumluluğumu yerine getirmiş, haberdar etmiş ve dayanışma göstereceklerini öğrenmiştim. Az şey değildi. Yaklaşık 40 kadının, 40 feminist akademisyenin bu meseleye kayıtsız kalmaması hepimizi ileri taşıyacak bir hamle, taciz karşısında dikilen ve çatlakları eksik olmayan duvara kocaman bir tuğla demekti. Konuştuğu/yazdığı gibi yaşamanın gereği ve haysiyeti de hepsinin üstünde.

Umutla bekledim ama söylenen açıklama gelmediği gibi Sözün Dolaştığı Yer adlı ikinci kitabın PR çalışmaları bizzat editörlerinden biri tarafından sosyal medya hesabı üzerinden yapılmaya başladı. (Beni de engelledi, gerçekten inanılmaz.) Yine Funda Hoca’yla iletişim kurdum, çünkü olan biteni anlamak için tek kanalım oydu. Yazar ve editörlerin ortak bir metin yayımlamayacağını öğrendi, üzgün ve hayal kırıklığına uğramış durumdaydı. Nihayetinde yaklaşık 40 kadın içinden yalnızca biri (rakamla 1), yalnızca Funda Şenol tavır alarak kendi sosyal medyasından bir açıklama yaptı.

İki mesele vardı önümde; biri reflekslerimiz, diğeri hafızasızlaştırma.

Hangi taşı kaldırsak altından bir pislik çıkıyor. Kendimizi bir anda taciz, cinsel saldırı, istismar ya da şiddet faili biriyle yan yana gelmiş, iş yapmış, bağ kurmuş, âşık olmuş, ahbap olmuş buluyoruz. Bazıları biz daha herhangi bir ilişki düzleminde buluşmadan ifşa edilmiş oluyor, ama bunu ya duymuyor ya da duyduysak bile unutabiliyoruz. Unutmanın ya da haberdar olmamanın elbette pek çok reel nedeni var. Ülkenin sonu gelmeyen ve bir gün bile güldürmeyen gündem yoğunluğu, gerici karanlık, eril söylem, yoksulluk gibi pek çok gerçeklikle mücadele ederken bireysel olarak tüm bunların takipçisi olmamız mümkün değil, beklenmemeli de. Örgütlülüğümüzün ve temas halinde olmamızın, birimizin unuttuğunu diğerinin hatırlamasının, birimizin bilmediğini diğerinin anlatmasının failleri hesaplaşmaya ve yüzleşmeye zorlayan bir yanı olduğu gibi bizi bu faillerle hasbelkader yan yana gelmekten koruyan bir yanı da var.

Ama bu toplumsal nefes darlığı içinde gerçek bir yüzleşme ve adil bir hesaplaşma olmadığında da hafızasızlaştırma, unutturma ve aklama devreye giriyor. Failler hayatlarımızdan çok daha kıymetli gördükleri itibarları için hukuku bir yıldırma ve sindirme aracı olarak kullanıyor, açtıkları bu davaları çoğunlukla ve maalesef kazanıyor, böylece pek kıymetli itibarları ve sahte inandırıcılıkları katlanıp sesleri gürleşirken onların suçlarını teşhir edecek ağızlar bu haksızlık karşısında yılgınlığa ve suskunluğa gömülüyor. Bu da failin ve ondan güç alanların suçlarına yeni suçlar eklemesinin yolunu açıyor.

Silah olarak kullandıkları hukukun kendi ayaklarına dolandığı durumlarda ise -bizim örneğimizde olduğu gibi- pek kıymetli itibarlarını korumanın yolunu unutturma çabasında buluyorlar. Bu çaba, gerçeği saptırmakla da olabiliyor, bundan hiç bahsetmemekle de. Ya da konunun arkasından dolanarak feminist bir kitap basmaya cüret edip kendini aklamaya yeltenmekle…

Ama ben buradayım hâlâ. Unutturmamaya geldim.

Bilmemekte, duymamakta beis yok. Ama öğrendikten sonra yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan sorumluyuz. Hiç tanımadığımız, gönül bağı ya da güven ilişkisi kurmadığımız biri hakkında tavır almak görece kolay. Bir gün gerçekten sevdiğimiz, inandığımız, tanıdığımızı sandığımız ya da birlikte iş yaptığımız, kariyerimizi birlikte inşa ettiğimiz biri de ifşa edilebilir. Bağımsız ve ilkeli bir soruşturma sürecine hepimizin ihtiyacı var. Peki en azından mesafelenebiliyor muyuz, o güne değin söz konusu tanımadığımız insanlar olduğunda koyduğumuz tavrın en azından benzerini -kendimize, duygularımıza, bağlarımıza rağmen- koyabiliyor muyuz?

Yayımlanan iki ciltlik bu feminist serinin ardından yaşananlar, bu soruya hayal kırıklıklarıyla dolu bir yanıt niteliği taşıyor. Ama ben buradayım hâlâ, onarmaya geldim.

Yazarlar ve editörlere:

Sözleşme, tekrar baskı… Bunlar İmge’nin oyun alanı, onun sınırları ve siz şimdiye kadar o sınırlar içinde kalmayı, o sınırların belirleyiciliği dahilinde hareket etmeyi seçtiniz. O sözleşmenin bağlayıcılığı hepimizin malumu, tek seçenek feshetmek değildi. Feminist mücadele içinde yer alan insanların bunun dışında da pek çok seçeneği vardı, hep var. Yapmaktan vazgeçtiğiniz o meçhul ortak açıklama her zaman bir seçenek olarak duruyor önünüzde. Bu yazı bile ona engel değil. Çünkü bizler, “Artık cinsiyetçi gelenek tarafından makyaj yapmaya zorlanmayan kadınlar olarak aynaya bakıyorduk ve kendimizle olduğumuz gibi yüzleşmeye alışmıştık.”[1]

Bu kitabı siz var ettiniz. Şimdiyse o sizi var ediyor gibi davranıyor, ondan vazgeçemiyorsunuz. O kitap sizin, içindekiler sizin, sizsiniz o. Yazılarınızı, kitabın amacını, ütopyasını sahiplenmelisiniz.

“Bilmiyorduk, öğrendiğimizde geç olmuştu, sözleşme imzaladık” argümanını elinizin kolunuzun bağlı olduğuna getirip bir eylemsizliğin altlığı yaptığınızı bana kolayca anlatabildiniz. Sonra her ne olduysa önce bir açıklama yapacağınızı, sonra da bundan vazgeçtiğinizi öğrendim ki o arada ne yaşandığı hiç ama hiç önemli değil. Ama bu vazgeçiş, bana yazdığınız o vasat yanıtın, yani “kitapların sonraki baskılarında feminist dayanışmanın gereği olan her türlü adımı” atmaya hazır olduğunuzu bildiren yanıtın fersah fersah gerisine götürdü sizi. Biraradalığınız, sessizliğinizi meşru gösterebilir ya da sizi pek çok “zahmet”ten ve “baş ağrısı”ndan kurtarabilir ama şu sorunun ağrısına benzemez hiçbiri: Hocanıza armağan kitabınızı, heyecanınızı bizim yaşadıklarımızdan daha kıymetli yapan şey ne?

Bugün yapmadığınız, yapmamayı seçtiğiniz her şey bizim emeğimize, kendi emeğinize gölge düşürmekle kalmadı; yaklaşık 40 feminist kadının bir araya gelip tacizi sahiplenen bir yayınevinden kitap çıkarmasını “bilmiyorduk, öğrendiğimizde geç olmuştu, sözleşmemiz vardı, tekrar baskıyı bekleyeceğiz, hocamıza armağan etmek istedik” darlığında değerlendirdiniz; birbirimizden güç aldığımıza inandırıp yarı yolda bıraktınız ve hepsinden, hepsinden önemlisi de olan bitenden ben anlatana kadar bihaber oluşunuzun asıl mekanizmasına, yani tüm bu unutturma ve aklama çabasına, hafızasızlaştırmaya, birbirimizden ayrı düşmeye, birbirimize sırt çevirmeye ve böylece faillerin güçlenmelerine yol açtınız.

Bunu anlamanızı bütün kalbimle diliyorum. Bütün kalbimle, bu unutturma ve aklama çabasının parçası olmamanızı diliyorum. Ses çıkarın. Bunu benim için yapmayacaksınız. Bugüne değin savunduğunuz değerlerin ve feminist mücadelenin gereği bu.

“Buraya bir inanç, bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun.”

[1] Bell Hooks, Feminizm Herkes İçindir

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.