Geçtiğimiz Kasım ayında Tunus’taki Hakikat ve Haysiyet Komisyonu’nun kamuya açık oturumlarının başlamasıyla birlikte, bölgede kadınlara yönelik devlet şiddetinin gerçekliğiyle bir kez daha yüz yüze kaldık. Tunus örneği, bize devletin cinsel şiddeti ve hakikatle yüzleşme konusunda neler söylüyor? Arkadaşımız Hind Ahmad Zaki, daha önce Washington Post’ta yayınlanmış olan bu yazısını, Çatlak Zemin için yazdığı güncelleme notuyla birlikte çevirip yayınlamamıza izin verdi.
On yıllar boyunca Tunuslu kadınlar devlet aktörleri eliyle sistematik cinsel şiddete maruz bırakıldılar. İki yıldan kısa bir süre önce Hakikat ve Haysiyet Komisyonu’nun (HHK) kurulması, bu kadınları güçlendirerek, kendilerine karşı işlenmiş bu suçların kamusal alanda tanınmasını ve yasal yaptırımların uygulanmasını talep etmelerinin önünü açtı. Devlet aktörleri eliyle işlenen cinsel suçların tazmini, Tunus’un devrim sonrası demokratik geçiş döneminin önemli, ama yakın zamana kadar hakkında konuşulmayan bir veçhesi.
Tecavüzün bir politik sindirme aracı olarak kullanılışının yaygınlığı ve devlet aktörleri eliyle cinsel şiddete maruz bırakılan kadınların sayısı, Tunus’u yakından takip eden gözlemcileri dahi şaşırttı. Komisyon, 20 binden fazla mağdurun hikayesini dinleyecekti. Oturumların başlamasıyla birlikte, devletin muhalif kadınlara ve erkek muhaliflerin yakını olan kadınlara uyguladığı sistematik cinsel şiddetin çirkin tablosu ortaya çıktı. Komisyon üyelerine göre, 2014 Temmuz’u ile 2015 Aralık’ı arasında binlerce kadın tecavüze uğradıkları ve gözaltında işkenceye maruz bırakıldıkları yönünde tanıklıklar paylaştı; kimileri maruz bırakıldıkları bu muameleden ötürü sürmekte olan ve daha belki de on yıllarca sürecek fiziksel ve ruhsal hasara uğramıştı.
Tunus’un emeklemekte olan geçiş dönemi adaleti, önce hükümetteki yozlaşmaya ve özel olarak cinsiyete dayalı şiddetten ziyade genel olarak insan hakları ihlallerine odaklandı. Tunus devletinin tecavüz ve cinsel saldırıyı kadınlara karşı sistematik olarak kullanışının varmış olduğu radde, ancak komisyon hayatta kalabilmiş olan yüzlerce kadının tanıklıklarını dinlemeye başlayınca anlaşıldı. Kadınlar da tıpkı erkekler gibi hapis, seyahat yasakları ve çeşitli hükümet ihlalleriyle karşı karşıya bırakılmıştı, ancak tüm bunların üstüne fazladan bir tehdide daha maruz kalmışlardı: tecavüz ve cinsel saldırı.
Kadın yanlısı yasalarıyla genelde Arap dünyasında istisna kabul edilen bir devletin kendi kadın vatandaşlarına yönelttiği şiddet, Tunus’taki ve bölgedeki devlet feminizminin çelişkisini ortaya koyuyor. Her ne kadar yakın tarihli gelişmeler -örneğin temsiliyette cinsiyet eşitliği ilkesinin anayasal güvence altına alınması- resmi siyasette kadın hakları adına önemli kazanımlar teşkil etse de, bu haklar kamusal ve özel alanda cinsiyet temelli şiddet konularını kapsamıyor. Bu suçlar hâlâ bir utanç kültürüyle çevrili olduğu ölçüde, suçlular için cezasızlık devam ediyor; bu suçlular ister devlet aktörleri olsun, ister kadınların kocaları ve sevgilileri.
Hâlâ sürdürdüğüm doktora araştırmam kapsamında 2014-2015 yılları arasında HHK üyeleriyle, aktivistlerle ve komisyona tanıklıklarını anlatan kadınlarla görüşmeler yaptım ve hükümet arşivlerini inceledim. HHK henüz çalışmasını tamamlamamış olsa da, Tunuslu kadınlar açsından İslami/seküler ikiliğinin ötesinde yeni hak kazanımları için mücadele etmeye ve sembolik adaleti tesis etmeye yönelik önemli bir fırsat sunuyor. Benim araştırmam, Tunus HHK’nun doğurduğu çelişkili sonuçlara odaklanıyor.
Geçiş dönemi adaletinin yöntemsel ve politik açmazları
Komisyon 9 Haziran 2014’te, 1955’ten bu yana devlet ya da devlet adına hareket eden aktörler tarafından gerçekleştirilmiş olan insan hakları ihlallerini incelemek üzere kuruldu. Başlangıçta ülkenin iki büyük partisi olan İslamcı Ennahda ve seküler Nidaa Tounes’in desteğini alan komisyona araştırma, arabuluculuk ve tazminat dahil geniş yetkiler verildi.
Fakat komisyonun kurulma sürecinin kendisi, en başından itibaren siyasi kamplar arasında kutuplaşmaya neden oldu. Bir yanda Ennahda, İslamcı bloğa sıcak bakan sivil toplum aktivistlerini komisyona seçerek, toplumun tüm kesimlerinin yeterli temsil edilmesini engellemekle suçlandı. Komisyon başkanı olarak eski gazeteci ve insan hakları aktivisti Sihem Bensedine’in atanması, Ennahda’nın seküler muhalifleri tarafından komisyonun İslamcıları kayıracağının işareti olarak görüldü. Komisyonun tutarlı bir yol haritası da yoktu. HHK kurulduğundan beri 16 binden fazla işkence mağduru sivilden tanıklık toplamış olsa da, komisyon üyeleri kendi aralarında bile eldeki bu malzemeyle ne yapılması gerektiği konusunda anlaşabilmiş değil. Kimileri, gerçeklerin açığa çıkarılması karşılığında suçlulara yönelik bir nevi genel affın hayata geçirilmesini ve bir toplumsal uzlaşma sağlanmasını savunuyor. Kimileriyse adaletin sağlanabilmesi için ceza mahkemesi süreçleri dahil olmak üzere hukuki yolların açık tutulması gerektiğini düşünüyor.
HHK’nun yetkilerine paralel bir yaptırım gücüne sahip olmadığı gerçeği, komisyon üyeleri Başkanlık Sarayı arşivlerine, İçişleri Bakanlığı’na ait milli istihbarat kayıtlarına ulaşmak istediklerinde başkanlık muhafızları tarafından engellince ortaya çıkmış oldu.
Bu durum, Tunus’taki genel kutuplaşma ortamının bir semptomu. Komisyon, Tunus’un kırılgan demokratikleşme sürecinin nüvesi, fakat çözülmemiş pek çok sorunun yükünü de devraldı. Kırılgan da olsa demokratik geçişi mümkün kılan tarihi 2013 anlaşması, üç ana eksen üzerine oturuyordu: Seçimlerin meşruiyeti, alınan oy sayısından bağımsız olarak eşit parti temsili ve Ennahda’nın İslami terör tehdidine karşı güvenlik önlemlerini artırması. Bu prensiplerin her biri genel olarak geçiş dönemi adaletini ve özel olarak da cinsiyet adaletini belli şekillerde etkiledi.
Demokratik geçiş döneminde cinsiyet adaleti
Bu kırılgan politik uzlaşı, HHK’nun işleyişini hem biçimsel olarak, hem de içerik açısından etkiledi. Seçimler ve politika konusunda varılan uzlaşmaların hassas dengesi hem Ennahda’yı hem Nidaa Tunes’i gerçek bir geçiş dönemi adaleti süreci işletmek konusunda çekimser bıraktı. Devlet kaynaklı cinsel şiddet mağdurlarının çoğu İslamcı muhalefetin üyesi ya da üye yakını olduğu için, Ennahda’nın çekimserliğini anlamak biraz güç. Partinin genç üyeleri, Ennahda’nın lider kadrolarının kamuoyunun istekliliğine rağmen süren çekimserliğini defalarca eleştirdi. 2015 başlarında görüştüğüm bu üyelerden biri, bana bu çekimserliğin kadroların ‘derin devlet’le, yani devletin hâlâ işlemekte olan emniyet aygıtıyla iyi geçinmek istemesinden kaynaklandığını söyledi. Ennahda’nın genç üyeleri, Ennahda’nın kontrolü altındaki 2012 yılı parlamentosunun geçiş dönemi adaletine kapı aralayacak ve adalete hizmet edecek komisyonun kurulmasını yasallaştıracak yasayı çıkarmayı yıl boyu erteleyip durmuş olmasından şikayetçiydi.
Bu durum, Nidaa Tounes’in 2015’te hem parlamento hem başkanlık seçimlerinde kazandığı ezici zaferden sonra bile devam etti. Bu yılın başlarında Ennahda, Tunus Başkanı Beji Caid Essebsi’nin önerdiği ‘ekonomik uzlaşma’ yasasına, yani eski rejimdeki yozlaşmadan nemalananlara cezasızlık getirilmesine karşı hiçbir hamlede bulunmadı. Söz konusu yasa parlamentodan geçmemiş olsa da, Ennahda’nın sessizliği, devletin insan hakları ihlalleri geçmişiyle yüzleşmek konusundaki çekimserliğini ortaya koyması açısından anlamlı. Bu çekimserliğin altında, yüzleşmenin halihazırda hassas olan politik uzlaşmayı tümden bozması ve Ennahda’ya yöneltilen radikal İslamcı grupları gizlice destekleme suçlamalarının doğrulanması korkusu yatıyor.
Bu politik arka plana ek olarak, HHK’nun açıkça belirlenmiş prosedürlerinin ve hedeflerinin olmayışı, cinsel şiddet tanıklıklarını komisyonla paylaşan pek çok kadının bu tanıklıkların işlevsiz olduğunu hissettikleri bir ortam yarattı. Ennahda üyesi bir mağdurun dediği gibi, “Neden gidip tanıklık yapayım? Ben maddi tazminat istemiyorum. Ben adalet arıyorum. Bana bunları yapanların suçlarını kabul etmesini ve özür dilemesini istiyorum. Sadece bu mümkün olursa [komisyona] giderim.” Tanıklığını komisyona sunmuş olan kadınların da bu sürecin hakiki bir adalet tesis edeceğine yönelik kuşkuları var. Tunus’un derin devletinin mağdurları sessiz kalmaya zorladığı yönündeki iddialar da bu konudaki ilerlemenin önünde başka bir engel olarak gösteriliyor.
Bu yapısal faktörlerin yanı sıra, cinsel suçları örten utanç kültürü de komisyonun hedeflerini ve prosedürlerini etkiledi. Dini arka plandan gelen mağdurların çoğu, yaşadıklarını kamusal alanda dillendirmek istemiyor. Fakat komisyonun önüne çıkıp tanıklıklarını sunmaya hazırlar. Bazıları için bu yalnızca kişisel değil, aynı zamanda politik bir edim. Devletin geçmişteki ihlalleriyle yüzleşmek, onlar için ilerlemenin ve derin devletin kurumlarının yerinden edilmesinin tek yolu. Öğrencilik zamanında kampüste bildiri dağıttığı için göz altına alınan ve cinsel saldırıya uğrayan bir mağdur, “Tanıklığıma ne olacağını bilmiyorum. Bana saldıran polislerin isimlerini biliyorum, ama şu anda nerede olduklarını ya da hayatta olup olmadıklarını bilmiyorum. Önemli olan, tanıklığımın, artık bu yapılanların kimsenin yanına kalmayacağını tüm Tunus halkına gösterecek olması,” diyor.
İleriye bakmak
Tunus’taki cinsiyete dayalı mücadeleler ve bunların karmaşık sonuçları, demokratikleşme ve cinsiyet adaletine daha yakından bakmamızı şart koşuyor. Tunus örneği, bu ikisinin muhakkak birbiriyle bağdaşmayabileceğini gösteriyor. Nidaa Tounes’in yükselişi ve seçim başarısı, eski siyasi ve ekonomik rejimin elitlerinin yeni demokratik sistem üzerinde etki kazanmasını sağladı. Ülkenin iki büyük partisi milli istikrar arayışında ortaklaşmışken, adalet tali kaldı.
Her şeye rağmen, Tunus’taki geçiş dönemi adaleti, cinsiyete dayalı ihlalleri dikkate almak zorunda kaldı. Demokratik geçiş, devletin geçmişteki politik amaçlı cinsel şiddet kullanımını gözler önüne sermiş olsa da, bu meseleye ilişkin somut bir eyleme geçmeyi başaramaması, geleneksel ve hegemonik cinsiyet kategorilerinin yeniden üretilmesi riskini barındırıyor.
Tunus’un geçiş dönemi adaleti süreci, ülkenin tarihini sancılı bir süzgeçten geçirerek, kadın haklarına ilişkin yeni anlatılar kurmak için bir fırsat yarattı. Bu süreç, kadınların gündelik hayatlarına ilişkin karışık sonuçlar yaratmış olmakla birlikte, bu sonuçların kimileri şaşırtıcı derecede güçlendirici olabiliyor, özellikle de bu süreç cinsiyet adaleti için daha fazla hukuki ve politik örgütlenmenin nüvesini oluşturacaksa. Fakat bunun gerçekleşebilmesi için HHK’nun geçmiş yaraları sarmak ve cinsiyet adaletini sağlamak yönünde azalan siyasi iradeyi idame edecek ölçüde halk desteği kazanması şart.
17 Kasım 2016 günü, Hakikat ve Haysiyet Komisyonu, Tunus Diktatörlüğü’nün mağdurlarının 1955’ten beri maruz kaldıkları insan hakları ihlallerini paylaştığı ilk kamuya açık oturumunu gerçekleştirdi. Böylece pek çok kadın mağdur tecavüz, cinsel saldırı ve hamile kadınlara yönelik düşükle sonuçlanan şiddet öykülerini kamuya açık bir şekilde dillendirdi. Bu oturumlar, ülkenin kirli geçmişiyle yüzleşmesi için büyük bir fırsat sunuyor ve mağdurlar için adalet umudu taşıyor. Yine de, HHK’nun Tunus’taki güvenlik aygıtının kapsamlı bir şekilde dönüştürülmesini sağlayıp sağlayamayacağını ve cinsel şiddete maruz bırakılan kadınlar dahil mağdurların bu suçların tazminini veya yöntemsel adalet mekanizmalarını işletip işletmeyeceğini bekleyip göreceğiz. Kurulduğu 2014 yılından 2016’nın Aralık ayına HHK 62 binin üzerinde başvuru aldı, 6 binden fazlası kadın olmak üzere 11 bin kadar kişinin tanıklığını kabul etti.
Çeviren: Ayşe Toksöz