Feminist akademisyenler, aktivistler ve sanatçılar olarak, artık harekete geçme zamanının geldiğini beyan ediyoruz. Trump’ın dört yıllık başkanlığına, buna karşı bir planımız olmadan dayanamayız.
ABD’li kadınların cinsiyetçi, ırkçı ve yobaz başkan Donald Trump’a karşı örgütlenme çağrılarına geçtiğimiz hafta bir yenisi eklendi. 21 Ocak 2017’de ABD’nin her yerinde gerçekleşen protesto yürüyüşlerinden esinlenen onbinden fazla feminist akademisyen, gücünü feminist örgütlenmeden alan tarihi bir bildiriye imza attı. Aralarında Angela Davis, Cynthia Enloe, Donna Haraway, Judith Butler, Wendy Brown, Joan Scott gibi tanınmış isimlerin de olduğu grup, akademisyen kimliklerinin yanı sıra, ABD vatandaşları olarak kamusal, siyasal meselelerde söz sahibi olma hakkına vurgu yapıyor ve dünya genelinde tüm feminist akademisyenlere sesleniyor.
13 Şubat’ta https://feministscholarstatement.com/ adresinde yayınlanan bildiriyi paylaşıyoruz:
8 Kasım 2016 Salı günü ABD’de büyükçe bir azınlığı oluşturan bir grup seçmen, hayatının neredeyse kırk yılını savunmasız insanları kışkırtarak geçirmiş, ayan beyan cinsiyetçi ve amansız ırkçı bilyoner Donald Trump’ı Beyaz Saray’a göndermeye karar verdi. Trump’ın en tutarlı ve bilindik kamusal tutumu kadınlara, beyaz ırktan olmayanlara, göçmenlere, Müslümanlara ve engellilere yönelik nefret kusmak. Trump, kendisinin de şakayla karışık ifade ettiği gibi, şöhreti sayesinde kadınlara kolayca cinsel saldırıda bulunmuş olmakla böbürleniyor. Şahit olduğumuz siyasi değişim, seçilmiş başkanın kabinesine açıkça yobaz olan adamları ataması da dâhil, beyaz, erkek, heteroseksüel, cisgender (doğduğunda edindiği cinsiyeti değiştirmeyen, ç.n.), güçlü kuvvetli ve orta ya da üst sınıftan olmayan herkesin yapısal olarak harcanabilirliğini ve sistematik bir biçimde hiçe sayılışını teyit ediyor.
Feminist akademisyenler, aktivistler ve sanatçılar olarak, artık harekete geçme zamanının geldiğini beyan ediyoruz. Trump’ın dört yıllık başkanlığına, buna karşı bir planımız olmadan dayanamayız. Cinsel sağlık haklarına sahip çıkmalı, siyahların hayatları için mücadele etmeli, LGBTQIA’ların haklarını savunmalı, yerli halkların kaynaklarına el konulup yerlerinden edilmelerinin önünü kesmeli, kaçak göçmenler için güvenli alanlar oluşturmalı ve onların sözcülüğünü yapmalı, İslamofobiyi yüksek sesle reddetmeli ve ekonomik hiyerarşinin en altında yer alanları yüzüstü bırakan, kaynakları toplumun en üst %1’lik kesiminin eline teslim eden neoliberal politikalara karşı çıkmalıyız. ABD içinde ve dışında askerileşmeye karşı çıkmalı, tüm gezegeni yok olma tehdidi altında bırakan iklim değişikliği inkârını ifşa etmeliyiz.
Anlamaya, ödün vermeye ve işbirliği yapmaya yönelik çağrıları da reddetmeliyiz. Boyun eğemeyiz ve eğmeyeceğiz. En önemli önceliğimiz direniş olacak. Otokrasinin inşasına karşı direnmeliyiz. Demokrasinin bu şekilde çarpıtılmasına karşı direnmeliyiz. İçinden geçtiğimiz günleri “demokrasinin işleyişi” diye yutturmaya çalışan tüm söylemlere meydan okumalı, karşılarında eğilmemeliyiz. Bu demokrasi değil; bu, 21. yüzyıl ABD’sinde faşizmin yükselişidir. Adını koymalıyız ki üzerine gidip onu bozguna uğratabilelim. ABD içinde ve dışındaki en korunmasız kesimler, bizlerin lafı dolandırmasını ya da sessiz kalmasını kaldıramaz. Yerleşimci sömürgecilik ve emperyalizmin küresel boyuttaki tehdidi hiç bu kadar gerçek, bizim bu adaletsizliklere karşı çıkmaktaki kararlılığımızsa hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Somut olarak, ABD içinde, ABD-Meksika sınırına bir duvar örülmesine ve Müslümanların kayıt altına alınmalarına karşı çıkıyoruz!
Bu anı ve haklarını savunduğumuz toplulukları, en değerli düşüncelerimize, kendimizi adadığımız eğitime ve örgütlenme gücümüze borçluyuz. Trump’ın başkanlığının ilk yüz gününde, yaptıklarından doğrudan etkilenecek insanların acil ihtiyaçlarını karşılamak için yaratıcı çözümler geliştirmek zorundayız. İçinden geçtiğimiz dönemin zorluklarını kavramamızı sağlayacak yeni, daha hassas ve daha radikal analitik çerçeveler oluşturmaya yönelmeliyiz.
Şu an yapabileceğimiz en önemli şey, eylemlerimizle toplumun kenarlarında yaşayanlara koşulsuz desteğimizi sunmak, medyanın işini yapmasında ısrarcı olmak ve protesto ve muhalefet hakkımıza sahip çıkmaktır. Sessiz kalmanın bizleri korumayacağını açıkça anlamış bulunuyoruz. 8 Kasım’dan sonra sessizlik, yalnızca söyleyecek sözü olmamak değil, aynı zamanda özgürlükçü düşünce ve eylemin şiddetli ataletidir. Öyleyse, neyi bekliyoruz? Beklediğimiz, biziz. Sıkı bir azimle, inandığımız değerler ve ilkeler için, sevdiğimiz insanlar için, ayakta kalmaya ve savaşmaya söz veriyoruz.
Çeviri: Selin Çağatay