6 Nisan’da Polonya’da Yahudi bir ailenin kızıl saçlı kızı olarak dünyaya gelen Rose Schneiderman, işçi sınıfının ve özellikle kadınlarının haklarının yılmaz bir savunucusu olarak ücretlerin artırılması, eşdeğer işe eşit ücret, kamusal-ödenekli çocuk bakımı, doğum izni ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için verdiği mücadeleyle ve bu konudaki güçlü hitabetiyle bilinir. Feminist ve sosyalist Schneiderman, uzun yıllar boyu Kadın Sendikaları Birliği’nin (Women’s Trade Union League – WTUL) başkanlığı yapmış, Büyük Buhran sırasında Başkan Roosevelt’in Çalışma Danışma Kurulu’na (Labor Advisory Board) atanan tek kadın olmuş, Amerikan Ulusal Kadın Oy Hakkı Derneği (National American Women’s Suffrage Association – NAWSA) üyesi olarak kadınların oy hakkı için de mücadele etmiş ve 1917’de New York eyaletinde oy hakkının kazanılmasında rol oynamış, pek çok greve öncülük etmiş, 1911 Triangle Yangını sonrası işçi tarihinin en ünlü konuşmalarından birine imza atmış bir kadın. Hakkında biraz daha az bahsedilen bir başka gerçek ise hiç evlenmemiş ve hayatını bir kadınla paylaşmayı seçmiş olması: Schneiderman, WTUL’da aktif çalışan, kendisi gibi işçi sınıfından ve mücadelesinden yol arkadaşı Maud O’Farrell Swartz (1879–1937) ile, Swartz’ın 1937’de ölümüne dek—hiç aynı evi paylaşmamış oldukları ve Schneiderman’ın kısmen geleneksel yaklaşımından ötürü bu hiç açıkça dillendirilmemiş olduğu halde—uzun süreli bir ilişki yaşamış.

Schneiderman henüz 4 yaşındayken Polonya’da bir Yahudi okuluna yazdırılır. İki yıl sonra ailesi Rus devlet okuluna gidebilsin ve seküler bir eğitim alabilsin diye Chelm’e taşınır. 1890 senesinde Rose ve ailesi Polonya’dan göç ederek Amerika’nın New York kentine yerleşirler. Ancak bundan iki yıl sonra babası ölür. Bu sırada Rose’un annesinin üç küçük çocuğu vardır, dördüncüsüne de hamiledir. Annesi Deborah ek işlerde çalışmaya başlar, ama geçim zorluğundan kısa süreliğine çocuklarını yetimhaneye bırakmak zorunda kalır. Çalıştığı işlerden birini de kaybedince o sırada 13 yaşında olan Rose’un okulu bırakıp çalışmaktan başka çaresi kalmaz. Annesi onun itibarını dert ettiğinden öncelikle satış elemanı olarak işe girer, ancak üç yılın ardından daha fazla para kazanması gerektiğine karar vererek şapka imalat sektörüne geçer. Böylece, 16 yaşında New York’un tekstil fabrikalarında çalışmaya başlamıştır.

Aynı işi yapmalarına rağmen kadın ve erkeklerin aldığı ücretler arasındaki uçuruma giderek daha fazla öfkelenen Rose Schneiderman kısa sürede sendikacı olur. Onu buna iten, meşhur Triangle Yangını’ndan tam 13 yıl önce, 2 Aralık 1898’de, 2 aydır çalışmakta olduğu fabrikada çıkan yangın ve sonrasında yaşananlardır. Bu yangında hem atölyeleri hem iki komşu bina harap olur, dikiş makineleri kullanılamaz hale gelir. Yenilerinin alımı için işçilerin maaşlarından kesinti yapılır. Fabrika yönetiminin sigortadan binlerce dolar aldığı söylenir, ancak işçilerin cebine tek kuruş girmez. Fabrika bu yangın üzerine taşınır. Çalışma koşulları ve ücretler zaten kötüyken iyice berbat hale gelir. Schneiderman ve beraber çalıştığı genç, göçmen Yahudi kadınlar haftada ancak 5 dolar kazanabiliyordur—o da çok çalıştıklarında!

1903’te çalıştığı atölyeyi Birleşik Kumaş Şapka ve Kasket İmalatı İşçileri Sendikası’na (United Cloth Hat and Cap Makers’ Union) örgütler. Bu başarısıyla kadınların sendikal örgütlenme becerisine sahip olmadığını düşünen erkek sendikacıların da saygısını kazanır. 1904 senesinde Uluslararası Kadın Kıyafeti İmalatı İşçileri Sendikası’nın (International Ladies Garment Makers Union – ILGWU) genel yönetim kuruluna seçilerek ulusal bir sendikada görev yapan ilk kadın olur. Hemen sonraki sene şapka üretiminde çalışan erkek-kadın işçilerin grevine öncülük ederek Kadın Sendikaları Birliği’nin (WTUL) dikkatini çeker. 1906’da ise, hem işçi sınıfından hem orta sınıftan üyeleri olmasıyla farklı bir kurum olan WTUL’un New York şubesinin başkan yardımcılığına seçilir.

Scheiderman’ın New York’un Aşağı Doğu Yakası tekstil işçilerini örgütleme alanındaki çalışmaları 1909’da gerçekleşen ve “20.000’in Ayaklanması” (“Uprising of the 20,000”) adı verilen gömlek işçileri genel grevine zemin hazırlar. Bu süreçte, özellikle sendika üyesi olmayanların sendikalı bir işyerinde çalışmasına olanak sağlayan “açık (sendikasız) işyeri” politikasına karşı çalışma yürütür. Greve çıkanlar da büyük ölçüde Scheiderman’ın kendisi gibi göçmen Yahudi kadınlardır. Bu yönüyle bu grev, o zamana dek kadınların başını çektiği ve önemli ölçüde gövdesini oluşturduğu en büyük grev olma özelliği taşır. 11 haftanın sonunda gömlek fabrikalarının patronlarından çoğu pek çok tavizde bulunurlar. Triangle dahil bir kısmı ise uzlaşmayı reddeder.

1911’de, iş güvenliğinin yoksunluğundan ötürü, çoğunluğu genç, göçmen kadın işçiler olan 146 kişinin ölümüne sebep olan Triangle Yangını’ndan sonra yaptığı anma konuşmasında “İşçilerin kurtuluşu kendi ellerindedir,” diyerek şöyle devam eder: “Buraya sırf güzel sözler etmeye gelseydim, bu zavallı, yanmış bedenlere ihanet etmiş olurdum… Kadınlar bu şehirde ilk kez diri diri yakılmıyorlar. Her hafta işçi kız kardeşlerimden birinin zamansız ölüm haberini alıyorum. Her yıl binlercemiz sakat kalıyor. Hayatlarımız öylesine ucuz ve mülkiyet öylesine kutsal ki, tek bir iş için öylesine çoğuz ki, yüz kırk altımızın birden yanarak can vermesi pek az önem taşıyor. İşçiler dayanılmaz koşulları protesto etmek için bildikleri tek yolla seslerini her duyurmaya çalıştığında yasanın güçlü yumruğunun bizi ağır bir şekilde bastırmasına izin veriliyor. Resmî görevlilerin tek bildiği uyarı yapmak. Son derece barışçıl olmamız gerektiği konusunda bu uyarılar ve tüm uyarıların arkasında patronların desteği var. Yaşamı dayanılmaz kılan koşullara karşı ayağa kalktığımızda yasanın gücü, yumruğu bizi püskürtüyor.”

Schneiderman 1910’larda WTUL New York şubesi ve genel başkanı olarak asgari ücret ve iş gününün 8 saatle sınırlandırılması için durmaksızın lobicilik çalışmaları yürütür. Aynı zamanda kadınların oy hakkı için de harekete geçer. Amerikan Ulusal Kadın Oy Hakkı Derneği (National American Women’s Suffrage Association – NAWSA) üyesi olarak, oy hakkını ekonomik haklar için mücadelenin bir parçası olarak değerlendirir. 1912’de “Kadınları, ittifaklar ve can sıkıcı çekişmelerle dolu siyaset alanına soktuğunuzda tüm zarafetleri, cazibeleri yiter—onları erkeksileştirirsiniz,” diyen bir senatöre şöyle cevap vermiştir: “Dökümhanelerde, yüksek ısıdan dolayı—böyle dememe müsaade ederseniz—bellerine kadar çıplak şekilde çalışan kadınlar var. Ama senatör bu kadınların cazibesinin yitimine dair bir şey söylemiyor. Tabii, bu dökümhanelerde çalıştırılma sebeplerini biliyoruz: Erkeklerden daha uzun çalışma saatleri boyunca ve daha ucuza çalışmaları. Çamaşırhanelerde çalışan kadınlar, mesela, elleri sıcak kola içinde, 13-14 saat ayakta durarak, korkunç bir buhar ve ısı ortamında çalışıyorlar. Bu kadınların, tüm yıl boyunca dökümhanelerde veya çamaşırhanelerde ayakta çalışarak kaybetmedikleri güzellikleri ve cazibelerini yılda bir kez bir sandığa bir oy atarak kaybetmeyeceği aşikar. Size şu kadarını söyleyeyim: Hayatta ekmek kavgasından daha zorlu bir kavga yoktur.”

Yine 1912’de oy hakkı için yapılan bir mitingde tarihe mal olmuş cümlelerine imza atar: “Emekçi kadının istediği yalnızca var olma hakkı değil, ‘yaşama’ hakkıdır—zengin bir kadının nasıl yaşama hakkı varsa, güneş görme hakkı, müzik dinleme hakkı, sanattan keyif alma hakkı varsa aynı öyle. Sizin sahip olduğunuz hiçbir şey, en ‘mütevazı’ koşullardaki işçinin de hak ettiğinden fazlası değil. İşçinin ekmeği olmalı ama aynı zamanda gülleri de… Siz, ayrıcalıklara sahip kadınlar, mücadele edecek oy hakkını alabilmemize destek olun.”

Buradaki “Ekmek ve Güller” ifadesi 1912’de Lawrence, Massachusetts’te çoğunluğunu göçmen kadınların oluşturduğu tekstil grevi ile ilişkilendirilir. James Oppenheim bu başlıkta bir şiir yazar ve Mimi Fariña tarafından bestelenerek sayısız sanatçı ve koro tarafından söylenen meşhur bir işçi marşı haline gelir (Mimi Fariña ve Joan Baez düeti).

New York Kadın Oy Hakkı Partisi’nin 1912’deki bir mitingi aynı zamanda Rose Schneiderman için 25 yıllık bir dostluğun—ve hatta ilişkinin—başlangıcıdır. Schneiderman burada İrlandalı Maud O’Farrel Swartz’ı Aşağı Doğu Yakası’nın göçmen işçilerine İtalyanca bir konuşma yaparken ilk kez görür ve çok etkilenerek gidip tanışır. Maud O’Farrel yoksul bir değirmencinin 14 çocuğundan biridir. Babasının isimlerini bile hatırlayamayacak kadar çok çocuğu olduğundan küçük yaşta manastıra, rahibelerin yanına verilir. 18 yaşında, İngiltere’de yaşayan İtalyan bir ailenin yanına mürebbiye olarak işe alınır. 4 yıl sonra Amerika’ya göçer ve mürebbiye olarak çalışmaya devam eder. Ancak mürebbiye olarak yanında çalıştığı ailelerde erkeklerin cinsel tacizine maruz kalır ve iş değiştirir. 1905’te, 26 yaşında, Lee Swartz ile evlenir. Bu mutsuz evlilik kısa sürer. Swartz’dan ayrılıp tek başına yaşamaya başlar, ama belki de Katolik yetiştirilmesinden ötürü, hiçbir zaman boşanmaz ve kocasının soyadını kullanmayı sürdürür. Schneiderman ile tanıştığında epeydir yalnız yaşamaktadır. İkisinin de kişisel belgeleri/yazışmaları kaybolmuş olduğundan ikilinin arasındaki ilişkinin boyutu kesin olarak hiçbir zaman bilinemez. Ama mürebbiyelik sonrası basımevinde çalıştığı onca yıl sendikalı olmayan Swartz, Schneiderman ile tanıştıktan bir yıl sonra sendikaya örgütlenir. 1916’da WTUL New York şubesinin sekreteri olarak çalışmaya başlar. Bu sırada Schneiderman başkandır ve ikili, WTUL’un yerel şubesini birlikte yönettikleri gibi ulusal düzeyde de etkili olurlar. Schneiderman O’Farrel’den “muhteşem bir yoldaş” olarak bahseder; birlikte çalışır, birlikte seyahat eder, birine hediye alınacaksa birlikte alırlar. Schneiderman’ın WTUL’un Philadelphia şubesini kurmak üzere görevlendirdiği Pauline Newman ile bu şubenin sekreteri olarak çalışmaya başlayan Frieda Miller arasında da 1917’den itibaren benzer bir ilişki gelişir. Ama Newman, ailesine bağlı ve geleneksel Schneiderman’dan farklı olarak saçını kısa keser, takım elbise giyer ve aşkını o koşullarda olabildiğince açıkça yaşar. Hatta bir mektupta Schneiderman’dan bu konuda tavsiye istediğinde, Schneiderman’ın cevabı: “Paul, bizim gibi hisseden binlerce kadın olmalı… Benim kişiliğimden dolayı yapamadığımı sen yap ve mutluluk ihtimalinin peşinden git,” olur. Bu dörtlü, dönemin (özellikle kadın) işçi hakları mücadelesinde birbirleriyle dayanışarak epey aktif olurlar. 1900’lerin başında kadın kadına yaşanan aşk ve yoldaşlık ilişkileri ile sendikal mücadele arasındaki bağlar elbette daha detaylı bir yazının konusu…

1914’ten itibaren Schneiderman, artan antisemitizm ve sosyalizm karşıtlığı nedeniyle WTUL’dan ayrılır. ILGWU’da bir süre devam eder, ancak buradaki erkek yönetim kademesinin kadın işçileri görmezden gelişi onu uzaklaştırır. 1917 itibariyle oy hakkı mücadelesine ağırlık verir. New York Kadın Oy Hakkı Partisi’nin (New York Women’s Suffrage Party) Emek-Sanayi kolunun başkanı olur. 1926’da WTUL’a döner. Bu süreçte Eleanor ve Franklin Roosevelt ile yakın arkadaş olur. Özellikle Eleanor Roosevelt’in işçi sınıfının koşulları ve çalışma reformu konusundaki fikirlerini şekillendirmede rol oynar. 1922 yılında Eleanor Roosevelt’i Mali Komisyon’un başına getirerek WTUL’a katar. Roosevelt 1932-33 arası radyo yayınlarının gelirlerini buraya bağışlar, konuşmalarında ve yazılarında öne çıkarır. 1933’te Franklin Roosevelt başkan olduğunda Schneiderman’ı Ulusal Çalışma Danışma Kurulu’na atar. Böylece bu göreve gelen ilk kadın olur. Burada çalışma koşullarının iyileştirilmesi için çalışır, ancak eşdeğer iş için kadınlara düşük ücret verilmesine izin veren yasaları kaldırmayı başaramaz.

1918’den itibaren, savaşın da etkisiyle Schneiderman (ve Philadelphia’da Newman) giderek artan bir şekilde “Bolşevik olma” suçlamasıyla karşı karşıya kalır. Schneiderman’a bu süreçte “Kızıl Rose” bile denir. Sağ siyaset yükselirken, sınıf mücadelesinde “söylemlerini yumuşatmaları” beklenir. Buna bir de oy hakkı mücadelesinde birlikte yol yürüdükleri kadınlarla karşı karşıya gelmek eklenir. Bu gerilim, Ulusal Kadın Partisi (National Women’s Party – NWP) cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklayan bir anayasa değişikliği yapmaya koyulduğunda ayyuka çıkar. WTUL’a göre böylesi genel bir ibare işçi kadınları koruyan yasaları da tehlikeye sokacaktır. Schneiderman, çok çabalayarak elde ettikleri kazanımlardan olma endişesiyle ücret, çalışma saatleri ve güvenlik konularında kadınları gözeten bir Eşit Haklar Tasarısı’nı (Equal Rights Amendment – ERA) birlikte yazmak için uğraşır, ancak (daha önce kadınlardan yana mevcut çalışma yasalarını muhafaza eden bir ERA Wisconsin’de geçirilmiş olmasına rağmen) Ulusal Kadın Partisi ile uzlaşma sağlanamaz. Kadınların haftada 48 saatten fazla çalıştırılmasını önleyecek bir tasarıyla geldiklerinde, birkaç sene önce oy hakkı için birlikte mücadele ettikleri kadınları karşılarında bulurlar. Çünkü bu kadınların nezdinde, bu tür tasarılar, kadınların farklılığını/eşitsizliğini derinleştirmektedir. 1923’te ABD Yüksek Mahkemesi kadın ve erkek arasındaki ayrımların “yok olmaya yakın” olduğunu ilan ettiğinde, bir taraf bunu bir zafer, diğer tarafsa işçi kadınların güvenliğine ve haklarına yönelik bir tehdit olarak görür. Bunun üzerine New York’ta bir takım oteller kadınların ücretlerini erkeklerin yarısına indirdiğinde Schneiderman “Madem eşitiz, kadınlar bu kesintiyi kabul etmesin,” der. Oy hakkı için birlikte mücadele ettiği orta sınıf kadınları, işçilere rağmen hak elde etmekle suçlar ve bunun kız kardeşliğe zarar olduğunu söyler. Ulusal Kadın Partisi çevresi ise Schneiderman’ı kâh Bolşevik olmakla itham eder, kâh “lobicilik yapmakla harcadıkları vakti sendikal örgütlenmeye harcamadıkları için” sendikaların gerilemesinden sorumlu tutar. Schneiderman ise, “İşçi kadınların örgütlenmesi yeterince hızlı değilse bu sendikalara vakit veya enerji ayıramayacak kadar düşük ücretlere, uzun saatler boyunca ve zor şartlarda çalıştıkları içindir,” diye yanıtlar.

1949’da tüm bu görevlerinden ayrılarak, ara sıra çeşitli radyo yayınları ve sendikalar için yaptığı konuşmalar haricinde çekilerek, anılarını yazmaya koyulur. Bunları 1967’de “All for One” (“Hepimiz Birimiz İçin”) adlı kitabında yayınlar. 90 yaşına kadar yaşayarak 11 Ağustos 1972’de hayata veda eder. 1961 senesinde, yangının 50. yılında, Triangle fabrikası üzerine anıt niteliğinde levha yerleştirildiğinde, orada bulunanlar arasındadır.

Orleck, Annelise. Common Sense and a Little Fire: Women and Working-Class Politics in the United States, 1900-1965. University of North Carolina Press, 2017

Adickes, Sandra. To Be Young Was Very Heaven: Women in New York before the First World War. St. Martin’s Griffin, 2000.

https://www.peoplesworld.org/article/today-in-history-feminist-labor-organizer-rose-schneiderman-is-born/

https://jwa.org/blog/10-things-you-should-know-about-rose-schneiderman

http://www.apwu.org/labor-history-articles/rose-schneiderman-organizes-garment-workers-new-york

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.