Bir filmde bir karakterle özdeşleşirsiniz hani, genelde de ana karakter olur o. Bu film öyle değildi işte. Ben hem aksak ayağıyla dünyaya yabancı gözlerle bakan Reyhan, hem annesinin yanında kalmış hayatı annesinin yönergeleriyle yönlendirilmekten bitap Nazan, hem sol tarafımın yokluğuyla gözleri görmeyen Ömer, hem küçük yaşta en büyük cezanın kesildiği Leman’dım.
Melisa Önel’in yönettiği, senaryosunu Feride Çiçekoğlu ile beraber yazdığı 2022 yapımı Aniden filmini izledim. Filmin ana karakteri Reyhan. Emar sahnesiyle başlıyor film; doktor, Reyhan’ın beyninde bir şeyler olabileceğinden bahsediyor. Koku almıyor Reyhan. Doktor ne koklatırsa koklatsın yok hiçbir şey duyumsamıyor. Koku alma duyusunu yitirdiği sırada, aksayan bacağına bir sakatlık daha eklerken ölüme yaklaştığını hissettiği bir dönemde kaçmaya çalıştığı her şeyin içinden geçen bir Reyhan. Bu cümleyi yazdığımda senaristlerin küçük oyununu yeni fark ediyorum. Böylesine güçlü bir rayihası olan bir bitkinin adının koku duyusunu kaybeden ana karaktere verilmesi…
Reyhan’ın dünyası -dünyaları mı demeli- film boyunca dünyam oldu benim. Film bittiğinde kalkıp her zamanki rutinlerim için banyoya gittim. Göz protezimi çıkardım, yine enfeksiyon kapmıştı, irinliydi, yıkadım. Boş yuvasıyla aynaya baktım. Bir bacağımın sakat olması mı bir gözümün olmaması mı diye tarttım, karar veremedim. Gözümü yuvasına geri taktım. Sağlam olanından bir hayli küçük göründü gözüme. On yıl demişlerdi yaparken, on yıl idare eder. Sekiz yıl dedim aynaya bakarken sekiz yıl geçmiş ve bunu dedikleri zaman dün gibi aklımda. Otuz beş bin olmuş bu zaman zarfında ama normal değil mi bir diş bile ne kadar şimdi! Göz bu, o da olsun o kadar.
Patenlerini taktı, kaydı sonra sakat bacağıyla Reyhan. Öylece öldü mü, dedi annem. Ölüm mölüm yoktu hâlbuki filmde, annem kendince sakat bacağıyla paten kayan Reyhan’ı düşürüp öldürmüştü belki de. Bense, gözümle birlikte kaybettiğim bir yeteneğim var mıydı diye düşünüyordum. Reyhan buz pateninde kaymayı kaybetmişti on iki yaşında. Hem ben üç buçuk yaşında ne yeteneği kaybedebilirdim ki! Bilmiyorum anne dedim. Bir sessizlik sardı etrafı. Filmin oyuncularını kontrol ettim, emin oldum Zabel oyunundan Aysel’i tanıdım. Sanki çok tanışıklığım varmış gibi gurur duydum. Yine de arkadaşımın arkadaşıdır.
Filmde bir de görme engelli öğretmen Ömer vardı ve görme engelli çocuklar. Ömer, Reyhan’ı aksayan adımlarının diğer insanlarınkinden farklı çıkan ritminden tanıyordu. Ömer ve çocuklar korunaklı bir dünyada yaşıyor gibi görünüyorlardı. Belki de film bu kısma pek değinmemişti, yoksa değinmek mi istememişti?
Daha geçen gün tiyatrodan çıktım, yürüyerek eve gidiyordum. Çift şeritli yola geldim. Yayaya yeşil yanıyordu. Hemen geçecektim. Sonra bir iç ses, soluna bak, dedi. Soldan hızla çocuk yaşta bir sürücünün kullandığı motor önümden geçti. Geçerken gülüyordu. Etraftan söylenenler oldu. Protez olan gözüm soldu. O iç ses olmasa şu an ben de olmazdım. Artık her karşıdan karşıya geçerken sadece ışığa değil arabalara da bakıyorum. Peki iki gözü görmeyenler, onlar nereye bakıyorlar? Onlara kim söylüyor o motorun, onlara yeşil yanarken de üzerlerine gelebileceğini?
Annesine öfkeliydi Nazan, Reyhan’ın kardeşi. “Ne iyi etti de gitti Almanya’ya Reyhan, ben kaldım da ne oldu?” diye söyleniyordu. Çok haklıydı. Annesinin istekleriyle şekillenip giden hayatından nefes alamaz olmuştu. O çarşaflar yıkanacak, asılacak, toplanacak, tam onun istediği zamanda. Ne kadar da tanıdık. Biz de benzer annelere sahiptik, Reyhan ve Nazan’la aynı jenerasyondandık.
Çocuk yaşta Reyhan’ın bacağının suçunun apar topar üzerine atılıp toplumun her zamanki ak bacıklığıyla (küçükken teyzem senin yüzün ak bacık diyerek elleriyle yüzümü ellerinin arasına alır, sonra benim yüzüm kapkara diyerek ellerini kendi yüzüne götürürdü. Buradan akbacıklığın apak bir şey olduğunu tahmin eder, temiz ve masum oluşun tadını çıkarırdım.) işin içinden çıkmasının acısını yalnızlığıyla çeken Leman peki? Yüreği katılaşmış geç gelen özrün bile kabulü yok artık. Bir daha sevmemeyi öğrenmiş belki, kim bilir? Hangimiz öğrenmedik ki!
Bir filmde bir karakterle özdeşleşirsiniz hani, genelde de ana karakter olur o. Bu film öyle değildi işte. Ben hem aksak ayağıyla dünyaya yabancı gözlerle bakan Reyhan, hem annesinin yanında kalmış hayatı annesinin yönergeleriyle yönlendirilmekten bitap Nazan, hem sol tarafımın yokluğuyla gözleri görmeyen Ömer, hem küçük yaşta en büyük cezanın kesildiği Leman’dım. Annesinin yükleyeceği utançtan korkup bacağını sakatlayan Reyhan’ın cezasının kesildiği Leman. Ama en çok beyninde bir şey olup bittiğini bilen, bu anlamsız hayatta son bir kez turist gibi gezinmeye çabalayan Reyhan’dım. Onun gözleriyle gördüm, onun sakat bacağıyla yürüdüm. Suskunluğum onun ayağının ritmine karıştı. Sahi iki gözlü olsaydım ne yeteneğim olacaktı?