“Kocamcılık” aldı başını gidiyor artık insanların kendilerini ifade etmek için bulduğu alanlarda. Özgürlüğümüz için, hayal ettiğimiz dünya için verdiğimiz kavgaların hiçbir anlamı yokmuşcasına.

5Harfliler Arşivi

Kendi X (Twitter) hesabımı 2020’de açmıştım. O zamanlar küçük bir kısmımızın İstanbul’da hareket içinde kadın grevleri için harıl harıl ya da şöyle diyeyim “aşkla” çalıştığımız zamanlardı. Artık bir şeyleri somutlaştırmak ve yola çıkmak istiyorduk, sosyal medya hesaplarımızı da açmıştık: Kadınlar* Greve İnisiyatifi. Bu süreçte paylaşım yapacak bir hesap daha olsun fena mı olur diye düşünüp kendi ismimle mecraya girmiş bulundum. Ancak son zamanlarda daha dikkatli takip etmeye başladım. Tam da bu yüzden kendisiyle ilişkimi en kısa haliyle özetlemek istedim.

Kimlerin elinde oyuncak olduğumuzu, hangi fikirlerle karşı karşıya kaldığımızı ve çoğu insanın kendi fanusunda yaşadığını görmek açısından izlemeye değer olabilir. Bir kararma hali söz konusu. Bunu düşüncelerimizi paylaştığımız her yerde görebilmek mümkün. İçimizin kararmasını anlıyorum tabii ki, özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra olanları düşündükçe. Burada anlaşılmayacak hiçbir şey yok. Ancak kendi adıma en azından o noktaya geldiğimde oradan çıkmak için çaba harcadığımı özellikle söylemek istiyorum çünkü bazı zamanlar umutsuzluklarını sakınmasızca etrafa saçan, bulaştıran insanlara karşı hoşgörülü olmayı anlamlı bulmuyorum. Bana sorumsuzluğun bir başka biçimi gibi geliyor bu ve sosyal medya da bu sorumsuzluğu hayata geçirebilecek en uygun alanlardan. Gördüğüm kadarıyla işe yarıyor da, sadece kendimiz yaşamakla kalmıyoruz başkalarına da yaşatıyoruz. Fakat ilginçtir (belki de değildir) son zamanlarda hem burada olup bitenlerde hem de olup bitenler çerçevesinde düşününce şöyle şeyler ortaya çıkıyor: Hayattaki en önemli ve tek şeymişcesine konuşulan flört ilişkileri, evlilik kutsayıcılık, kocamcılık, erkek arkadaşım karşı cinsin bir gönderisini beğenirse aldatmış olur, ondan ayrılırımcılık; sevgilim en yakın kız arkadaşıyla böyle poz veremezcilik ve tabii ki erkek arkadaşımın en yakın arkadaşı kadın olamazcılık. Hatta genel olarak karşı cinslerden yakın arkadaş olamazcılık; 20 yaşında bulduğunuz erkeği bırakmayın ve evlenin yoksa bir daha asla bulamazsıncılık, evlenmeden önce hayatta sevişmemcilik ve zaten sevişen kadının yüzüne bakmamcılık, 30 yaş üstündeki kadını “tercih” etmezlercilik ve elbette olmazsa olmaz, erkeklerin kadınlarla kurduğu berbat ilişkiler… Böyle insanın içini karartan değil ama biz şimdi neredeyiz diye sorduran birtakım gündemler ve dört yıl sonra yeniden yazmama vesile oldular. Daha önce “Bu yalnızlıkla nasıl baş edeceğiz” diye bir yazı yazmıştım. Burada hızlanan zamandan, tüketilen ilişkilerden ve etkilerinden bahsetmiştim çok kısaca. Biraz oraya selam çakıyorum ve daha dar çerçevede ve bahse konu olan gündemler nezdinde bir şeyler demek istersem ne derim diye düşünüyorum.

“Dating app”, buradan başlarım. Flört uygulamalarının varlığını anlamakla ve etrafımda kullanmak isteyen herkesi ama özellikle kadınları desteklemekle beraber kendim için hiçbir zaman kullandığım şeyler olmadılar ve muhtemelen de olmayacaklar. İçinde olduğumuz, kısmen ya da çok çok bulaştığımız tüketim kültürünün bir parçası olarak görüyorum ve en azından bazı şeyleri hayatımda muhafaza etmek istiyorum. Bunların başında ilişkiler geliyor sanırım. Bunun için bana muhafazakar diyebilir misiniz? “Yeni” olan her şeye sorgusuz sualsiz atlamanın adı ilerlemecilik olmasa gerek. Eskisi gibi (eskide kalmış gibi) kamusal bir alanda, sosyalleştiğin herhangi bir yerde, arkadaş ortamında, tek başına takılırken insani temas kurduğun herhangi biriyle tanışmanın ve buralardan ilerlemenin tadını tercih ediyorum, olsa da olmasa da. Evet, “insani temas”, o kadar kilit bir nokta ki bu ve günümüzde gittikçe azalan. Bu teması kurmak istemediğimiz anlar değil, kurmak isteyip de kuramadığımız anlar meselem şu an. Hiç tanımadığın birine sabah günaydın demek, yolda göz göze geldiğin biriyle karşılıklı gülümsemek, alışveriş yaptığın markette aynı anda elma aldığın biriyle elmalardan konuşmak, gittiğin kitapçıda beğendiğin birinin hangi kitabı alacağının peşine düşmek, oturduğun çaycıda dikkatini çeken birine  merhaba demek, barda görüp de hoşlandığın o erkekle sohbeti başlatmak… Kadın olarak konuşuyorum ve karşımda bir erkeğin olduğunu varsayıyorum. Bu temas kurmak istediğiniz kişi erkekse, gönül rahatlığıyla hareket etmenin zorlaştığı bir zamandayız. Acaba sınırı aşar mı, acaba taciz eder mi, acaba takip eder mi? Bir de her selamın sabahın “flört” diye kodlanması var çünkü. İşte burada muhafazakarlaşan hayatlarımızdan bahsedebiliriz belki. İnsani temasın geliştiği ve belki de gerçekten başladığı, kan bağının dışına taştığı, farklı cinsiyetlerin her türden iletişim kurduğu karma eğitim veren okullara ve eğitim sistemine ve öğretmenlere saldırıları düşününce; sağcıların, iktidarın sürdürdüğü politikaların kendileri açısından kısmen de olsa sonuçlandığını görmek -özellikle kız çocukları ve genç kadınlar açısından- öfke uyandırıcı ve bir o kadar da üzücü. Düşünüyorum mesela, tanımak istediğim bir erkeğin hayatında hiç kadın arkadaşı olmadığını. Yakın arkadaş olmak zorunda değil ama arkadaş ortamında hiç kadın olmadığını. Bende şüphe uyandıran ve açıkçası önüme engel koyan bir durum olurdu muhtemelen. Kadınlarla nasıl iletişim kuracağını bilmeyen, kadınlarla dost olmayı bilmeyen bir erkekle ne güzellikte bir ilişki yaşanabilir ki? Ama şimdilerde, sosyal medya ortamında örneğin “Sevgilimin karşı cinsten arkadaşı olamaz.” tadında konuşuluyor ve bu durum epey romantize ediliyor, sevginin göstergesi olarak mimleniyor.

Evlilikler, “gerçek aşk”ın vücut bulmuş hali olarak görülüyor. Bu yeni bir şey, yeni bir zaman değil belki bu anlamda, ama biz mücadele edenler açısından neden evlilik kurumuyla derdimizin olduğunu unuttuğumuz ve yükselişe geçen bu evlilik güzellemeleriyle ne yapacağımızı bilmediğimiz ya da üzerine düşünemediğimiz bir zaman olduğu kesin. Evlilik neydi? Cinsiyetçi işbölümüydü. Kadınların bedenine, emeğine, cinselliğine el koymaktı. Mülkiyet ilişkileriydi. Şiddetin bin bir yüzüydü; ekonomik mi dersin, fiziksel mi dersin, duygusal mı dersin… Yani şöyle düşünüyorum, feminist politik bir yaşam sürmeye çalışanlar olarak da; kimsenin sevdiği insanla bir arada yaşamak istediği için evlenmek zorunda kalmadığı, kuir ilişkileri görünmez kılacak evliliklerin olmadığı, çocuk doğurmak isteyen ya da sevdiği erkekle sevişmek isteyen bir kadının devletin iznine tabi olmadığı, varolabilmek için bir erkeğin soyadını almak zorunda olmadığı, insanların bir hayat kurmak- ev kurmak için, aile tarafından, çevre tarafından, toplum tarafından onaylanmak için, babasından korktuğu için bir deftere imza atmak zorunda kalmadığı; kız çocuklarının hayal edebildiği tek şey “beyaz gelinlik” olmasın diye de mücadele etmiyor muyduk? Nasıl ve ne zaman bu ritüeller ve evlilikler bizler açısından eleştiril(e)mez, sesli bir şekilde ifade edil(e)mez ve alkışlanabilir hale gelmiş olabilir? Düşünüyorum, koca evini aile evinden bir kaçış olarak görmek zorunda kalanlar için, hetero-patriyarkanın, her bir unsurunun bize dayattıklarından kurtulmak için çabalarken bu “normalleşmeye” nasıl, ne şekilde vardık? Muhafazakarlaşan hayatlarımızı konuşalım. “Kocamcılık” aldı başını gidiyor artık insanların kendilerini ifade etmek için bulduğu alanlarda. Özgürlüğümüz için, hayal ettiğimiz dünya için verdiğimiz kavgaların hiçbir anlamı yokmuşcasına. Birini gerçekten sevmenin karşılığı neden parmağına yüzük takmak olsun mesela? Neden? Derdim hiçbir zaman insanların birbirini sevmesi olmadı. Hatta iletişim kanallarının hunharca çoğaldığı ama iletişimin olanca azaldığı bu çağda uygulama aracılığıyla ya da değil, bu düzende, en az 245 kadının öldürüldüğü (Ocak-Ağustos 2024, Bianet) bu ülkede ve dünyanın her yerinde hâlâ bir erkeğe güvenebilmenin, en azından buna kapı aralamanın; aşık olmanın, duygularını yaşamakta diretmenin cesaret olduğunu düşünüyorum. Sevişmek istediğimiz bir erkeği elinden tutup eve götürmenin ya da o evde bizi neler bekleyeceğini düşünmeden bir eli tutup gitmenin cesaret olduğunu düşünüyorum. Fakat başkalarından beklediğimiz tutarlılığa, sözle eylemin birlikteliğine, en azından çelişkilerimizi ortadan kaldırmak için bir çabaya ihtiyacımız var. Hep aynı yere geliyorum, hep önce kendimizden başlamaya.

Politika çoğu zaman bildiklerini tekrar etmek, en baştan başlamak demek bana göre. Yani biz –hâlâ- bekaretin kadın bedenini tahakküm altına almak için uydurulmuş bir yalan olduğunu tekrar tekrar, en başa sararak anlatmak zorunda kalabiliriz. Kadınların sağlık bilgilerinin, yani aslında sevişmiş mi sevişmemiş mi hamile mi değil mi bilgisinin peşine düşen devletin, ele geçirdiği bilgileri babalarla paylaştığı bir zamanda daha da yüksek sesle söylemek gerek bazı şeyleri. Sevişmek için evlenmek zorunda değiliz. Zaten daha önce başkalarıyla beraber olmuş, sevmiş, sevişmiş; yanlışını, doğrusunu görmüş kişilerle daha güzel ilişkiler yaşanmaz mı? Birinin ilki olmak hiç önemli bir mesele değil bence, önemli olan yaşadıklarından öğrendiklerinle daha doyumlu ilişkiler kurabilmek. Başkalarından öğrendiklerinle daha güzel sevebilmek. Ve de hayatının merkezine dostluk ilişkilerini koymuş biri olarak ki en doğrusu bu demiyorum ama tek seçeneğimiz sanılan türde aşk ilişkileri olmak zorunda değil diye söylüyorum; başka aşklar da vardır. Yoğun dostluklar gibi, en yakın arkadaşlarına duyduğun aşk gibi. Sevginin, saygının, karşılıklı anlayışın, dinlemenin, anlatmanın, tartışabilmenin, tanımaya çalışmanın, detayları görmenin, emek vermenin, yan yana durmanın, destek olmanın, çatışmanın, dayanışmanın, birlikte ağlamanın, birlikte eğlenmenin, gülebilmenin, varlığıyla mutlu olmanın, değer vermenin, güvenmenin, sırtını yaslamanın, omzunda yer açmanın, öğrenmenin, gözetmenin, alan tanımanın, çok sevdiğini ve çok sevildiğini bilmenin, hissetmenin var olduğu ilişkiler. “Mutlu ve doyumlu bir yaşamın anahtarı romantizm değil, arkadaşlık mıdır?” başlığıyla bir yazı yayımlanmıştı burada. Güzel bir pencere açabileceğini düşünüyorum bu sorunun, özellikle hayatı sadece ve öncelikle bir çift olarak yaşamak zorunda olduğunu düşünenler için.

Gerçek aşk nedir? Bunu kimseye “şudur, budur” diye tek atımlık bir tanımla ifade edemem.
Gerçek aşk ne değildir? Belki hepimize böyle bir soruyla yola çıkmayı önerebilirim.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.