Kadını kimliksizleştiren, varlığını kocası ve çocuğu üzerinden mümkün kılan ataerkil sistem tradwife akımıyla güçleniyor.
Bu zamana kadar kadınlara devlet ve tüm aygıtları (medya, edebiyat, bilim, aile, siyaset vb.) nasıl görünmeleri nasıl davranmaları nasıl hareket etmeleri nasıl bir hayat yaşamaları gerektiğini anlatırken gelinen son noktada sosyal medyada yeni bir akım belirdi: Tradwife/Traditional Wife.
Sosyal medyanın araçsallığı yeni değil elbette, kadınların bedenleri üzerindeki tahakkümün “trend” adı altında sürekli yeniden üretildiği bir alan. Crop modasını yaygınlaştırarak kadının bedenine göre bir üretimi değil de kıyafete göre kadının bedenini şekillendiren, bir yanıyla sürekli güzel görünmesinin dayatıldığı, kazandığı paranın çoğunu, vaktini ve aklını, güzelliği ve nasıl göründüğüyle meşgul etmesi istenen, bir yandan kadına küçük çantaları benimsetirken bir yandan da sürekli güzel görünmesi istendiği için bu ihtiyacı karşılamak adına yanında makyaj malzemelerini taşıması gerektiğini de söyleyen, kadının kamusal alandaki yerini küçük bedeniyle daraltmaya çalışan bir iktidarın aracı. Tradwife akımına bakacak olursak; kadını sabahleyin evinin kapısında kocasını öperek uğurlarken, araba dolusu çocuğunu otomobilinde gezdirirken, pırıl pırıl mutfağında gülümseyerek yemek yaparken gösteren sevimli bir portre çiziyor ve milyonlarca kadın, yaşamını bunları görerek ve bunlara benzemeye çalışarak geçiriyor. Evlerinin ekmeğini kendileri yapıyor, sirkeden tutun da yoğurt ve tereyağı gibi her şeyi üretiyorlar. Evdeki görünmeyen emeğin kârı çok üst seviyelerde çünkü aslında marketlerden alınan ürünlerin çoğu evde yapılıyor ve erkek tıpkı kapitalist sistem gibi kârını kadın emeği üzerinden arttırıyor. Un alıp evde ekmek yapmak fırından ekmek almaktan daha kârlı… Kadınların başlıca istekleri kusursuz birer eş ve anne olmak, beş çocuk doğurup güzel bir evde oturmak. Başlıca savaşımı da koca bulmak ve onu eve bağlamak alanında veriyorlar. Evin dışında olup biten ve kadınlara ilişkin olmayan dünya sorunlarını düşünecek vakitleri yok, esaslı karar gerektiren tüm işler erkeklere bırakılmış durumda. Kadıncıl rolleriyle böbürleniyor, mesleklerinin ev kadınlığı olduğunu söylemekten kıvanç duyuyorlar. Tradwife’lar aslında küçük yaşlarda evlenmek zorunda kalan annelerimizden farklı bir durumdalar çünkü bir meslekleri ve bir yaşamları olmasına rağmen ev kadınlığı yaşamını kendi mutlulukları ve huzurları için seçiyorlar. Yani seçeneksiz olan annelerimize göre bu kadınlar seçeneksiz değiller, onlar seçenekler içinden en doğrusunu bulup seçmişler gibi davranıyorlar. Kadınlar için en doğrusu bu… Böylece genç kadınlara dünyadaki mutluluğun ve konforun böyle bir yaşamdan geçtiğinin propagandası yapılıyor. Zengin erkeklerle evlenip bu yaşamı kendine sunmak tek başarı olarak görülüyor. Kadını kimliksizleştiren, varlığını kocası ve çocuğu üzerinden mümkün kılan ataerkil sistem tradwife akımıyla güçleniyor. Kadının gücünü ve benliğini ev işleriyle, kocasıyla ve çocuğuyla doldurarak isyan etme, yaşamı sorgulama ve kendini toplumsal cinsiyet rollerinden ayrıştırmaya çalışma gibi yetilerinden azade kılıyor. Özgürleşme adına hareket yeteneği olan kadın, ezilen kimliğinden uzaklaştırılmaya ve sistemi tehdit etme potansiyeli törpülenmeye çalışılıyor. Kadınlar bir yanıyla evin tüm işlerini yapıp aynı zamanda çocuk bakarlarken bir yandan da “mükemmel” bir dış görüntüyle karşımıza çıkıyorlar, tüm ev işlerini yapılı saçlarla, makyajla ve iyi kıyafetlerle sergilemeye çalışıyorlar. Yemekleri yaparken de her şeyi en organik versiyonuyla kullanıyorlar ki, bu da müthiş bir iş yükü demek. Paylaştıkları videolara gelen yorumlara bakacak olursak kadınlar tradwife’ların yaptıkları şekliyle bir yemek yapmaya giriştiklerinde en az dört-beş saat sürdüğünü bu yemeği yapmak “iyi” görünmek, çocuklarla ilgilenmek gibi işlerin günlük işleyişte pek mümkün olmadığını söylüyorlar. Yani kadınlara propaganda ettikleri şey insanüstü bir emek istiyor ve kadınlar her şeyi yapmak ve her şey olmak uğruna telef oluyorlar. Tradwife akımında birçok kadın profili var. Örneğin milyon takipçisi olan Ballerinafarm hesabına bakacak olursak çok fazla çocuk doğuruyor ve bu doğum ev ortamında, kadının doğum sırasındaki koşulları göz önünde bulundurulmadan “normal” doğum şeklinde gerçekleşiyor. Normal doğumun ve çok çocuğun övüldüğü böyle bir yaşamın kadının kendi tercihi olduğu yanılgısıyla pompalanan bir trend.
Tradwife akımı neden hayatımıza girdi sorusunu soracak olursak, kapitalizmin, ataerkil düzenin yarattığı tüm eşitsizlikler dünyada sağın yükselmesi olgusuyla birleşince, kadınlara geleneksel cinsiyet rollerinin modernize edilerek yeniden üretilmesi dayatılıyor. Burjuvazinin en yüksek kârlılık eğrisine artık ulaşamaması, kapitalizmin var oluş gerekçesi olan maksimum kârın elde edilmesinin sekteye uğramaya başlamasıyla, kapitalizm varoluşsal bir krize girdi. Krizi atlatmak adına burjuvazinin sağ ideolojilere yönelmesi, neoliberal politikalara geçiş, sosyal devlet anlayışından uzaklaşma gibi bazı sonuçlar doğurdu. Sosyal devlet anlayışının terk edilmesiyle çocuğun, yaşlının bakımı kadınların üzerine yıkılıyor. Kadın aile kurumu içine sıkıştırılarak evde hem üreme politikalarıyla türün üremesini sağlarken hem de ücretsiz bakım emeğiyle devletin görevini üzerine almış oluyor. Toplumun en küçük yapı taşı birey değil de aile olarak görülüyor. Aile devletin ayağını bastığı maddi bir temel. Bu yüzden devletler ve burjuvazi benimsemiş oldukları sağ, muhafazakar ideolojinin inşa edilmesi ve yayılması, doğum politikalarının işleyişi konusunda aile kurumunu araçsallaştırıyor. Muhafazakarlık, insanlar arasındaki eşitsiz ilişkiyi “doğal”laştıran, geleneksel yapılara sırtını dayamış, toplumsal cinsiyet politikaları üzerinde oldukça etkili siyasi bir ideoloji. Kadının devletin ideolojisini benimsemesi, onun istediği kişiye dönüşmesi, bunun rıza üretilerek ya da zora dayalı olarak yapılmasıyla istenilen toplum kadın ve aile üzerinden yeniden üretiliyor. Bütün bunların yanı sıra neoliberal politikaların kadın hareketine nasıl yansıdığına bakacak olursak; her kadının bireysel seçimlerini “seçim feminizmi” adı altında meşrulaştırmaya yönelik bir bakış açısı doğuruyor. Tradwife’larda kadınların bireysel olarak, geleneksel rolleri ve aile kurumunu seçmeleri ve bunun kadının “özgür” bir seçimi olarak anlatılması, feminizmi geriye düşüren bir nokta olacak gibi görünüyor. Bu durum, feminizmin var oluş koşulunu zedeleyebilir, bireye indirgenen bir feminizm kadın hareketinin politik zeminini sarsabilir. Tabii ki her kadının hangi koşullar, hangi değişkenler (sınıf, ırk vb.) etrafında karar aldığını görmek, kadınları anlamak, dayanışmak ve beraber güçlenmek adına ilericidir. Fakat kadınların aldığı her bireysel karar, özgürleşmemize ne ölçüde hizmet ediyor, hizmet ediyor mu diye sormak gerekir. Çünkü ataerkil sistem kadınlara, yaşananlar kendi seçimiymiş gibi göstererek, aslında rıza üreterek kadının sömürüsünü derinleştiriyor ve böylece kadının bilincinde sakatlık yaratıyor. Tabii kadınların neden tradwife olmayı seçtiklerini düşünecek olursak, büyük bir geleceksizlik ve yoksulluğun hakim olduğu toplumda kadınlar bu durumdan iki kat etkileniyorlar, çaresiz ve seçeneksiz bırakılmaya çalışılıyorlar. Kadınlar çoğu sektörde kadın oldukları için, işin koşullarının kadınlara uygun olmadığı gerekçe gösterilerek işe alınmıyor, erkeklerle aynı işi yaptıkları durumlarda bile daha düşük ücret politikalarına maruz bırakılıyorlar. Devletin, cinsel suçlar kapsamında cezasızlık politikaları da kadınlar için güvensizlik ortamı yaratıyor, toplumda can güvenliği ve ekonomik güvencesi olmayan kadın, aile içinde kalmaya devam etmek zorunda bırakılıyor. Türkiye gibi ucuz işgücü üzerinden ekonomisini döndüren bir ülkede, doğurganlığın azalması, genç işçi sayısının azalması nedeniyle bir tehdit oluşturduğundan, kadınlar çaresiz, bir nevi seçeneksiz bırakılıyorlar. Bunun bir sonucu olarak da kadınlar kamusal alanı terk edip özel alanda kalmayı, ev içi emeği, çocuk üretimi ve bakımını, yaşlı bakımını seçme yoluna gidiyorlar. Devletin sosyal devlet olma niteliğini yitirmesi sermaye-emek, kadın-erkek arasındaki çelişkiyi derinleştiriyor. Bu ise, erkek egemen sistemin elini kuvvetlendiriyor ve kadınlar aile kurumu içine hapsedilmeye zorlanıyorlar. Tabii bu zorlama modernize edilerek daha güzel bir ev ve iyi kıyafetlerle yapılınca adı ve türü değişmiyor, ataerki sadece kılık değiştiriyor.
Kadını aile ve çocuk politikalarına sıkıştıran, kadını üreme mekanizması olarak gören, kamusal alandaki görünümünü kısıtlayan ve özel alana sıkıştırarak, bunu kadının kendi tercihi gibi sunan bir ideoloji söz konusu. Kadın hareketinin kazanımlarının bir bir altının kazılmaya çalışıldığı, baskı ve zorla kadın mücadelesini geriye düşürmeye çalışan iktidarlar, aile kurumuna ve özel alana dönmesi için kadına dört koldan saldırıyor. Bu saldırı, dünyanın büyük bir çoğunluğunun ekranı kaydırarak yaşadığı günümüzde sosyal medya üzerinden propaganda yoluyla gerçekleşiyor. İktidarların kendi egemenliklerini güçlendirmek için kullandıkları zor mekanizmaları bazen sosyal medyadaki bir akım olarak kendini gösterebiliyor.