Çeşitli seviyelerdeki gerilimler ve sınırlı ücretli istihdam seçenekleriyle karşı karşıya kalan bir bekar kadının belirsiz kaderi, Ermeni feministlerini evlilik kurumunu eleştirirken çok dikkatli olmaya sevk etti.

Hasmik Khalapyan

Giriş

1894 yılında, bir boşanma davası sebebiyle baskı altında olan Osmanlı Ermeni Ulusal Meclisi’nin Din Konseyi üyelerinden biri, şöyle hayıflanır: “Tanrı aşkına, bu boşanma konseyin bir sonraki seçimine kadar ertelensin. Konsey üyeliği görevimizi yerine getirirken böyle bir şey yaşanmasın.” (1) Bu isteksizlik, kapsamlı bir evlilik kanununun olmaması, Ermeni yetkililerin yasal kararları uygulayamaması ve yasal yaklaşımların ele almadığı değişen kültürel değerler gibi bir dizi faktöre dayanıyordu. Bu makale*, Osmanlı Ermenileri arasındaki evlenme kanunu ve kültürünün durumunu inceler. Makale, evlilik kurumunu reforme etmekle ilgili karmaşık ve iç içe geçmiş güç ilişkilerini ve Ermeni feministlerin, Ermeni aile anlayışı ve evlilik kültürüne değişiklik getirmek için yürüttükleri çok katmanlı mücadeleyi analiz eder.

Evlenme kültürü ve hukukun durumu

İncelenen dönemde, Osmanlı Ermenileri arasındaki evlilik, yerel kilise tarafından gerçekleştirilen ve kayıtlara geçirilen dini bir eylemdi. Anlaşmalı/zorla evlilikler yaygın bir uygulamaydı. Evlilik, evlenen çiftin değil, iki ailenin arasında kurulan anlaşma olarak görülüyordu. Bu dönemde reformcular arasında olduğu kadar dinler ve laik makamlar arasındaki yaygın inanış, evlilik “ahlaksızlıkları” nedeniyle ailelerin bozulduğuydu. Bu nedenle de hukukî ve söylemsel düzeylerde “ulusumuzu yok eden mikroplara” son vermek için bu taraflarca bir mücadele başlatıldı. (2)

Mücadele edilecek ahlaksızlıklar arasında çocuk evlilikleri ya da erken evlilikler vardı. Yaşla ilgili eleştirilen en yaygın uygulama, beşik kertmesi geleneğiydi. 1811’de yasaklanmasına rağmen beşik kertme örnekleri, 1906’ya kadar bildirilmeye devam edilmişti. (3)

Çeyiz ise bu makamlar ve reformcular tarafından bir başka ahlaksızlık olarak kabul ediliyordu. Çeyiz geleneğinin vuku buluşu şehirler ve kırsal bölgeler arasında farklılık göstermekteydi. Kırsal bölgelerde damadın ailesi, başlık parası denilen bir miktar para ödemek zorundaydı. Ancak şehirlerde gelin kendi çeyizini getiriyordu. Başlık ve çeyiz uygulamaları, özellikle sosyal olarak daha dezavantajlı aileler arasında evlenme oranındaki düşüşün nedeni olarak görülmüştür. (4) Din değiştirme ve boşanma davalarına daha hızlı çözüm bulmak için Müslüman mahkemelerine başvurmalar, Ermeni dini ve laik makamları için büyük endişe kaynağı olmaya başlamıştı. Dinden dönmeler, açılan davanın daha güvenli olması ve davayı istenen bir çözüme ulaştırmak için gerçekleştirilirdi. Örneğin bir çiftin Rum Ortodoksluğuna geçtiği, anlaşmanın çözülmesi üzerine ise Ermeni Kilisesi’ne geri döndüğü gibi durumlar bildirilmişti. (5)

Çok eşlilik, belki de en korkutucu “Hristiyanlık dışı ahlaksızlık” olarak görülürdü. Bu tür durumlar çeşitli illerde defalarca bildirildi. Din Konseyi, özellikle çok eşliliği durdurmak konusunda oldukça istekliydi ve çocuk evliliği, zorla evlilik, çeyiz vb. diğer olgular için daha az efor sarf ediyordu. (6)

Bu aile ve evlilik “ahlaksızlıklarını” durdurmak için belirlenen hedefler, tarafların hepsi için açıktı. Ancak, bu reformda söz sahibi olanın kim olduğu ise net değildi.

Kimin reformu?

Osmanlı Ermenileri’nin 1863 Anayasası, ulusal kurumları laikleştirmeyi amaçlamıştı. Ancak bir güç ilişkisi değişikliği yerine, özellikle aile ve evlilik konularında kaos yaratmıştı. Osmanlı Devleti’nin yapısından dolayı Ermeni topluluğu (millet), tıpkı Yunan ve Yahudi toplulukları gibi dini lider olan patrik tarafından yönetiliyordu. Osmanlı Devleti, Ermeni Patriği’ni topluluğun tek lideri olarak tanıdığı sürece, Ermeniler arasında laiklik içsel olarak sınırlıydı. Aile ve evlilik anlaşmazlıklarını ele alan Milli Meclis Yargı Komitesi, dört dindar ve dört laik üyeden oluşuyordu. Yargı Komitesi’nin görevi, “aile anlaşmazlıklarını çözmek ve Bâb-ı Âli tarafından Patrikliğe verilen davalara bakmak ve onları çözmekti…” (7) Anayasa’ya göre, Yargı Komitesi, bir davayı “anlayışının ötesinde” bulursa, davayı Dini, Sivil ya da Karma Konseylere aktarması gerekiyordu. Yargı Komitesi’nin hükümlerine karşı temyiz dilekçesi verilirse, konunun yine yukarıda bahsedilen üç konseyden herhangi biri tarafından yeniden incelenmesi gerekiyordu. (8) Bu nedenle, sadece Anayasa kapsamında, aile davaları Ermeni milletinin herhangi bir makamı (dini, laik ya da yarı dini/laik) tarafından ele alınabilirdi. Vaka ayrıca Osmanlı Müslüman mahkemelerinde de görülebilirdi, çünkü Hristiyanlar bu mahkemelere başvurma özgürlüğüne sahipti. Dahası, basit bir boşanma davası gibi görülen bir dava, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları ötesine uzanabilirdi. Osmanlı Ermenilerinin Patriği, Sovyet Ermenistan’ının Eçmiyazin (Ana Kilise)’deki Ermeni Katogigosluğu’na bağlı olduğundan, Patrik sorumluluk almadığında ya da almak istemediğinde, evlilik anlaşmazlıkları için buraya başvurulurdu. (9)

Ulusal kurumlar yarı laik yarı dini bir karakter taşımasına rağmen, reform giderek laikleşme diliyle tartışılıp anlaşıldı ve kilise, giderek daha çok kalıcı cehalet ve yavaş ilerleme yüzünden suçlanmaya başladı. Millet içinde çok basit bir soru üzerine derin bir ayrılık vardı: “Evlilik özel ya da kamusal bir kurum mudur?” Dini makamlar “özel” ve “dini” terimlerini eş anlamlı olarak ele almaya devam ederken evliliğin özel bir konu olduğunda ısrar ettiler. Öte yandan, çağdaş aile ve evlilik olgusunu “kamusal” tartışmaya açarak kurumu laikleştirmeye çalışan laik otoriteye göre “kamusal” ve “laik” kavramları eş anlamlıydı. (10) Laik makamlar aynı zamanda birleştirici bir hukuk çerçevesinin geliştirilmesinde de teşvik edici bir rol oynadılar.

“Yeni” bir aile ve evlilik kültürü üzerine görüşmeler

Laik makamlar, evlilikleri laikleştirme amaçlı girişimleriyle Ulusal Meclis’te güç kazanmaya çalışırken, reformcular da aynı hedefe yönelik güncel basın ve edebiyatta başlatılan söylem kampanyasını desteklediler. Bu kampanya, yeni bir aile yapısı ve evlilik kültürünü desteklemeyi amaçlamıştı ve kadınlar, bu söylemin merkezindeydi. Onlar, evlilik ahlaksızlıklarının en büyük mağdurları olarak gösteriyorlardı ve durumları endişeyle dile getiriliyordu:

“Son zamanlarda Ermeni toplumunda aile ve aşk dramlarının ne kadar arttığını inkâr etmek mümkün değil. Özellikle de genç kadınlar, zaman zaman, ilgisiz bir topluma karşı kapalı kapılar ardındaki acılarını ve yaralarını, kendi canları pahasına da olsa sergilerler. Her gün yanlarından geçsek de onlarla ilgilenmek için ne vicdana ne de vakte sahibiz.” (11)

Kırsal alanlardaki kadınların özellikle ezildiği ve korumaya daha çok ihtiyaç duydukları rapor edilmişti. Geniş ailelerde yaşadıklarından önce kocalarının, onların ölümünden sonra da oğullarının ve kayınbiraderlerinin iradesine tabi olurlardı. Özellikle göç eden ve aileye nerede olduklarına dair hiçbir bilgi vermeyen kocaları olan kadınların akıbeti endişe vericiydi. Bu kadınlar, “ulusun kanayan yarasıydı.” (12) Diğer durumlardaki boşanma davalarında farklı tartışmalar yaşansa da “terk edilmiş eşler hakkında iki farklı görüşün olması mümkün değildir. Boşanmayı desteklemek gerekir.” (13)

Reformcular kadınların durumunu iyileştirmek için argümanlar sunsa da gerileyen örf ve adetlerden kadınları sorumlu tuttular. Üst sınıf kadınlardan, alt sınıflardaki kız kardeşlerine birer anne ve eş modeli olarak örnek teşkil etmeleri bekleniyordu. Süt anne bulundurmak, Avrupa’dan taklit ve “acı bir moda” olarak görüldüğü için epey eleştiriliyordu. (14) Başlık parası uygulamasının yaygınlığının sebebi olarak kadınların “oldukça talepkâr” olmaları görülüyordu. (15) Evlilik oranının, genç, eğitimli ve Batılılaşmış erkeklerin evliliği bir yük olarak görmeleri nedeniyle düştüğü genel kanı hâlini almasına rağmen, üst sınıf bekar kadınlar lükse düşkünlükleriyle erkekleri korkuttukları için eleştirilirlerdi. (16)

Öte yandan, “modern” bir karşılıklı rızaya dayanan evlilik ve “modern” Ermeni aile yapısının özü ele alındığında, kadınların değişimin belirleyicileri olarak hizmet etmeleri bekleniyor ve kadınlar “geri kalmış” yöntemleri sebebiyle gelişimi engellemekle suçlanıyorlardı. Eski önyargıların ve yabancı geleneklerin terk edilmesi ve ılımlı yeni normların benimsenmesiyle evlilik iyileştirilebilir, aile Ermeni kültürünün özü olmaya devam edebilirdi. Dönemin edebi eserlerinde evlilikteki ideal kadın imajı şöyle tasvir ediliyordu: O, kocasına yardımcı olabilecek, eğitimli bir kadındı. Güçlü bir ahlaki aile, tüm toplum için ilerlemenin yolu olarak görülüyordu. (17)

Kadınların mücadelesinin yeri ve şekli

Avrupa kadın hareketlerinin tarihi, evlilik kurumunun iyileştirilmesi için örgütlü aktivizmin hikâyesini anlatır. Bu aktivizm sayesinde, kadınlar kişisel ve evlilik durumlarıyla ilgili konularda kadınların lehine yasaların kabul edilmesi konusunda siyasi organlara baskı yaptılar. (18) Ermeni kadın hareketi, düzenli bir aktivizm örneği göstermez. Evlilik ve aile kurumunu geliştirmek üzere kadınlar tarafından yapılan kampanyanın kapsamını anlamak için, Ermeni feministlerinin ve eğitimli kadınların geride bıraktığı zengin edebi mirasa bakmak gerekiyor.

Ermeni kadın romanlarının kahramanı, fin-de-siecle (yüzyılın sonu – özellikle 19. yüzyılın) Avrupa romanlarında karşılaşılan toplumsal cinsiyet normlarına aldırış etmeyen ve evliliği önemsemeyen asi bekar kadınlardan değildi. Dönemin Ermeni kadın feministleri, Patricia Murphy’nin İngiliz Yeni Kadın romanları için savunduğu gibi “edebiyatta kendi alternatif yollarını belirlemeye” çalışmadılar. (19) Edebî yazında, Ermeni kadınlar genellikle reformcular ve erkek romancıların dile getirdiği endişeleri yinelemenin yanı sıra eserlerinin merkezine kadınların çıkarlarını ve kadınların mutluluğunu yerleştirdiler. Romanlarında ne kadar evlilik kurumuna eleştirel yaklaşsalar da yazarların evliliğe karşı olumlu tutumlarını bu şekilde dile getirdiler. Sibil’in Pupul’una göre, “Bir kadının kalbinin tek bir ipliği vardır – o da aşktır; tek hayatı vardır – o da ailedir; tek bir görevi vardır – o da anneliktir.” (20) Düsap bile tüm radikalliğine rağmen, evliliği “toplumun temeli” (21) ve “kutsal bir anlaşma” (22) olarak gördü.

Yukarıda açıklanan çeşitli seviyelerdeki gerilimler ve sınırlı ücretli istihdam seçenekleriyle karşı karşıya kalan bir bekar kadının belirsiz kaderi, Ermeni feministlerini evlilik kurumunu eleştirirken çok dikkatli olmaya sevk etti. Deniz Kandiyoti’nin, kadınlara geleneksel ailenin dışında hiçbir sığınak sunmayan bir toplumda Osmanlı Müslüman kadınlarının durumunu savunduğu gibi, “kadınların en azından başlangıçta, daha özgür olan erkek kardeşlerinin adımlarını takip etmekle kaybedecek çok şeyleri ve çok az somut kazançları olması hiç de şaşırtıcı değildir.” (23)

Yeni kadın ve rızaya dayalı evlilik

Kadın yazınından da anlaşıldığı üzere, feministler herhangi bir reformu gerçekleştirmenin tek yolu olarak kendi hayat arkadaşlarını seçme özgürlüğünü gördüler. Zorla evlilik kabul edilemez ve toplum için zararlıdır, çünkü “sevgi olmadığında, sadece sorumluluk fikri vardır ve bu fikir (sorumluluk) sadece evlilik çatısı altında ruhsuz bir beden olarak ortaya çıkar…” (24) Modern bir aile, romantik bir aşk ve rızaya dayalı bir evliliğin prensiplerine dayanmalıydı. Evlilik, “iki ruhun, birbirinin mutluluğu için karşılıklı özverili bir anlaşması, birbirlerinin yükünü hafifletmeleri, birbirlerini sevmeleri” şeklinde bir birliktelik olmalıydı. (25) Romantik aşka dayalı evlilik, evlilikte deneyimledikleri ve eserlerinde yazdıkları kadınların zararlarını sona erdirecekti (örneğin çocuklu evlilikler (26); geniş ailelerde kaynana-kayınvalide vs. damat gelin ilişkilerinin karmaşıklığı (27) çeyiz, sadakatsizlik (28), vb.). Çünkü kadınların erkeklerle eşit şartlarda bu birlikte var olmalarını sağlayacaktı.

Feminist yazarlar, kadınları, evlilik kurumuna girmeden önce şayet kendileri mükemmelliğe ulaşmışlarsa evlilik kurumunu değiştirebilecek kapasitede görüyorlardı. Bu nedenle, (geleceğin) eşleri ve anneleri olarak, onların kahramanları eğitim, ücretli istihdam ve sosyal/hayırsever çalışmalara erişim kampanyaları sayesinde güçlendirilmiş kadınların sahip olabileceği tüm niteliklere sahipti. Bu niteliklerin en önemlisi eğitimdi. O dönemde ailenin yıkılmasına sebep olan şeyin güzellik ve lüks sevdası değil, “eğitimli kadınların eksikliği” olduğu geniş çapta yayılmış bir inançtı. (29) Eğitim, çeyizin yerini alacaktı: “İdeal bir aileye ancak kadının çeyizi beyni, çalışkanlığı ya da bir tür mesleği ve sonsuz hassasiyeti, kadınsı şefkati olduğunda sahip olunabilir.” (30) Eğitim, genç kadınların işgücüne girmelerine izin verecekti, bu da onlara gelecekteki kocalarını seçme özgürlüğü ve bekar kalmayı tercih ederlerse de kendilerini geçindirme yeteneği verecekti.

“Modern” evli genç kadın, artık yaşlı üyelerin geleneksel normlara bağlı kalmaya devam ettiği geniş bir ailede yaşayamazdı. Eğitimleri sayesinde olgunlaştıklarından “iyi bir eş” ve “iyi bir anne” olmaya hazırlardı. Ev ekonomileri ve çocuk yetiştirme konularında kayınvalideleri gibi yaşlı kadınların müdahalesine ihtiyaçları yoktu. Mari Beyleryan’ın kahramanı Almast, kayınvalidesinden kötü muamele gördüğünde ve genç çiftin hayatına müdahale edildiğinde eşine sevgi dolu davranamayacağını anlar. (31) Yesayan’ın kahramanı Adile’ye de kayınvalidesinin varlığı, ona evde kendini bir “hizmetçi” gibi hissettirir. Hem Beyleryan hem de Yesayan, kayınvalidelerle yaşanan çatışmalar nedeniyle sevgi dolu bir karı- koca ilişkisinin imkânsız olduğunu gösterir. (32)

Yeni kadın, eski evler

Kadın romanları, kadınların reform edilmiş ailelerde “Yeni Kadınlar” ve “Yeni Eşler” olmaya hazır olduğunu ancak “Eski Evler”in henüz onları kabul etmeye hazır olmadığını gösteriyordu. Yesayan, ilerleme ve modernite üzerine hâkim olan atmosferin eski evlilik değerleriyle bağdaşmadığını düşünüyordu. Ona göre, üst sınıflar arasında, pantolonları Paris modasına göre genişleyen ya da daralan erkeklerin talep ettiği nakit çeyizin iki yüz ila beş yüz altın arasında olması paradoksaldı.” (33)

Yeni Kadın endişe ve korku yaratıyordu. Eğitimli kadın ne kadar takdir edilse de en eğitimli erkek için bile arzu edilen bir eş değildi. Eğitim, Yesayan’ın Annik’inin felaketi olmuştu. Kendisini toplum ve evlilik konularına eleştirel bir yaklaşım geliştiren “tehlikeli akımın” içinde bulunca yalnız kalmıştı. (34) Sibil’in cesur ve yetenekli Pupul’u genç erkekler tarafından övülmesine rağmen, “onunla evlenmeye cesaret edemeyen çok sayıda erkek vardı.” Avrupa’da eğitim almış olan Pupul ile nişanlanan Dikran, nişanlısının eğitiminden duyduğu rahatsızlığı alayla dile getirir:

“İşte İstanbul’un genç kadınları arasındaki en talihlisi… Gözlerinin güzelliğinin yanı sıra yirmi bini, başındaki saç kadar da hayranı var. Ama bir sanatsever olduğu için hiçbir erkeği beğenmiyor. Bilir misin, amca, İstanbul’da eğitimli bir kadın olmak evde kalmanın garantisidir!” (35)

Toplumu henüz Yeni Kadın’a hazır değilmiş gibi resmetmek, belli ki kadınların sürekli erkek eleştirisine ve güncel basında ve edebiyatta olumsuz imajlara maruz kalmasına bir tepkiydi. Örneğin, Sibil, Krikor Zohrab’ın edebi eserlerinde kadınları tasvir etme şeklinden duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi. Bu eserlerde görünüşe göre: “sanki aklı ve kalbi olan kadınlar yok olmuş da sadece fiziksel çekiciliğiyle aile ve toplum hayatını değiştirmeye çalışan kadınlar kalmış… Dikkat edin! Kırktan fazla kısa öyküsünde, dürüst, namuslu ve aşkına aklı ve kalbiyle sadık kalan tek bir kadın yoktur.” (36)

Kadın merkezli ve kapsayıcı değişim tahayyülleri

Bu Yeni Kadın’ın tasvirinde, feminist yazarların edebi eserleri genellikle, kadınların kişisel mutluluğunun toplumsal mutluluğun merkezine yerleştirilme biçimiyle erkeklerinkinden farklıdır. Yeni Kadın ne kadar aktif bir karakter olarak tasvir edilirse edilsin, sosyal aktiviteler ve eğitim kendi kendini gerçekleştiren ya da kişisel mutluluğa ulaşmadaki başarısızlığın ikamesi olarak görülmez. Ayrıca kamusal yaşamdaki başarısı ve toplumun genelinin refahı, kadınların evlilikteki kişisel mutluluğuna bağlı olarak görülüyordu, çünkü “eğer genç bir kadının kalbi aşkı için ölmüşse o zaman dünya için de ölmüş demektir.” (37)

Mutsuz bir kadının ıstırabı, kocasının da ıstırabı olur. Mari Sıvacıyan, Matilda’nın azalan maddi durumunu onu kendisiyle evlenmeye zorlamak için kullanan kocasını, “dayanılmaz” bir hayata sahip ve ilgisizliğe “terk edilmiş” biri olarak tasvir eder. (38) Kadınların çilesi, sessiz de olsa, onları evliliğe zorlayan kocalar için bir felakete dönüşebiliyordu. Yesayan’ın kısa öyküsünde on iki yaşında evlenen bir kız çocuğu bu duruma sesini çıkarmaz. Ancak öfke, acı ve nefret dolu gözleriyle musallat olduğu kocasını etkisi altına alarak, onun ölümüne sebep olur. (39) Yine Yesayan’ın diğer bir kahramanı Arusyak, zoraki evliliğin acısını öylesine belirgin bir biçimde çeker ki, kocasını intihara sürükler. (40)

Değişim mücadelesini Ermeni geleneğinin sınırlarıyla ilişkilendirmek

Feminist yazarlar, “Ulusu için gelişme” ve “Ermeni geleneksel rollerinden vazgeçme” arasındaki ince çizgiyi aşmamaya özen gösterdiler. Feministler değişimi savunsalar da onlar için “iyi” genç kadın, muazzam acılara rağmen zorlukları zarafetle ve itaatkâr bir şekilde kabul eden biriydi. Dolayısıyla, zoraki evliliklere karşı olmalarına rağmen, feminist eserlerinin kahramanları kendi mutluluklarını feda etmeye hazırlardı ve babalarının iradesine itaat ediyorlardı. Bu eserlerde romantik aşk, anne baba sevgisiyle eşdeğer görülüyordu. Sibil’in Pupul’u, babasını üzmekten korktuğu için Dikran ile nişanını bozmaz ve değer verdiği iki kişi arasında seçim yapmanın dayanılmaz acısını yaşar:

“Gece gündüz yaşlı adama duyduğu minnettarlık ve şefkat, kalbinde Garnik’e duyduğu tutkulu aşkla yarışıyor ve birincinin ikinciyi yenemediği gibi ikinci de birinciyi yenemiyordu.” (41)

Sibil, kahramanının kararını şu şekilde haklı çıkarır: “Kim vicdan azabı çekmeden tanık olabilir ki yaşlı bir adamın gözyaşlarına? O asil zatın (babanın) imdadına koşmak için en büyük arzusunu feda etmeye kim yanaşmaz ki? (42)

Düsap, kahramanını kişisel mutluluktan çok anne baba sevgisine değer verdiği için över ve Siranuş’u “evlat sevgisinin çiçekleriyle bezenmiş bir aşk şehidi” olarak adlandırır. (43) Siranuş, “O benim hayatımın yaratıcısı ve ona sonsuza dek saygı göstermekle yükümlüyüm” der. (44)

Sıvacıyan’ın asi Matildası, babasının psikolojik baskılarına boyun eğerek kendisinden yaşça büyük bir adamla evlenir. Ailesinin maddi durumunu kurtarabilmek uğruna, babasının, kendi mutluluğunu feda etmesi için yalvarışlarına karşı çıkamaz. Sıvacıyan, Matilda’nın kararı üzerine “ailesine olan sevgisi için aşkını feda etti” diye yazar. (45) Feminist yazarlar kahramanlarını itaatkâr kızlar olarak tasvir ederek eleştirilerin Ermeni kültürünü terk etme girişimi olarak görülmesini engellediler. Feminist yazarlar, kadınların (ve kültürün) üstünlüğüne güçlü bir inançla, Ermeni kadınının en saf, en edepli ve en ahlaklı göründüğü zamansal (artzamanlı tarihsel karşılaştırmalarla) ve mekânsal (coğrafi karşılaştırmalarla) bir tahayyül yarattılar. Sibil, Pupul’un aşkı ve anne baba sevgisi arasında seçim yapmak zorunda kalması üzerine yaşadığı çalkantıyı düşünerek şöyle yazar:

“Yeni bir edebiyat ekolünün romancısı bu satırlar karşısında gülebilirdi, belki bir Fransız kadını, duyduğu vicdan azabından ötürü Pupul’a ‘ahmak’ diyebilirdi. Ama, yüksek düzeyde bir akıl yürütme ve liberal düşünce seviyesine sahip bir genç Ermeni kadın, mesela Bayan Geghamoff model alınabilir, vicdani kanunlara da kulak verirdi. Eğer tecrübesizliği nedeniyle bir hata yapmışsa, bedelini hayatıyla ödeyecektir.” (46)

Sonuç

19. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar, aile yapısı ve evlilik kurumunu yeniden düzenlemeye yönelik tartışmalar ve girişimler, Ermeni milleti içindeki ruhban sınıfı ve sivil vatandaşlar arasındaki gerginlikler nedeniyle son derece hassas bir çerçevede gerçekleşti. Her iki taraf da evlilik ve ailede zararlı gelenekleri sona erdirecek bir yasa gerektiğini kabul etmiş olsa da Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar bu amaca nasıl ulaşılacağı konusunda bir fikir birliği sağlanamadı. Kadınlar, evlilik ve aile reformu konusundaki kamusal söylemlere katılmadılar. Bunun yerine, yazılarında yarattıkları kurgusal karakterlerin sesleriyle evlilik ve ailedeki cinsiyet eşitsizliklerine yönelik endişelerini ifade ettiler. Bu eserler aracılığıyla Ermeni kadını eğitimli, bağımsızdı; yeni bir evlilik ve aile kültürü kurmaya hazırdı. Feminist yazarlar, kadınların mutluluğunun toplumsal ilerlemeye bağlı olduğu kadar, toplumun mutluluğunun ve ilerlemesinin de kadınların kişisel mutluluğuna dayalı olduğunu öne sürdüler. Bu iddia, özel ve kamusal, kişisel ve siyasi çizgileri birbirine karıştırdı.

* Bu makalenin bir önceki versiyonu, Cinsiyet Ayrımcılığı: Ordu, Medya, Politika, Evlilik, Eğitim (Yerevan: Henrich Böll Foundation/Women’s Resource Center Armenia, 2016) adlı kitapta yayınlanmıştır. Konuyla ilgili daha uzun ve detaylı bir tartışma için Hasmik Khalapyan’ın (2009) “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusalcılık ve Ermeni Kadın Hareketi, 1875-1914)” (Doktora Tezi, Central European Üniversitesi, Budapeşte, Macaristan) adlı çalışması incelenebilir.

Bu yazının orijinali EVN Report sitesinde yayınlanmıştır.

Çeviren: Dilek Işık

1- Hayrenik 1018 (9 Aralık 1894).

2- age.

3- Hagop Papazyan, «Գիւղերու ամուսնական բարքերէն» [“Köylerde Evlilik Adetleri Üzerine”]. Manzume-i Efkâr (7 Ekim 1906).

4- Bkz., Massis (1 Haziran 1885); Hayrenik (20 Ağustos 1894); Byuzandion (24 Şubat 1905).

5- age.

6- Bkz. örneğin, Shahen, [“İllerde Zimmete Geçme Olayları”]. Massis 3756 (9 Şubat 1885).

7- Ulusal Anayasa, Madde 47.

8- age.

9- age.

10- Millet Meclisi tutanakları. 7. Oturum (2 Ağustos 1885), s. 129.

11- Levon Başalyan, «Մեռելի մը վրայ»: [“Ölü Bir Kadın Üzerine”]. Hayrenik 854 (26 Haziran 1894).

12- «Ընկեցիկ անայր կիներ»: [“Terk Edilmiş Eşler”]. Arevelian Mamoul 22 (15 Kasım 1899), s. 937-44.

13- age.

14- Entanik 6 (1 Aralık 1883).

15- age; Entanik 4 (1 Kasım 1883); Entanik 5 (15 Kasım 1883).

16- Kadınlar, oğullarına olan bağlılıkları ve müstakbel gelinlerine olan nefretleri nedeniyle de evlilik oranlarındaki düşüşten sorumlu tutuldular. Bkz. Karapet Stepanyan, «Հայրերն ի՞նչ կընեն»: [“Babalar Ne Yapıyor?”]. Arevelian Mamoul (15 Mayıs 1902).

17- Bakınız örneğin Benjamin Yeghiazarian, Լուծեալ Սեր [Çözünmüş Aşk]. (İstanbul: 1894); H. Pashayan, Աղջկան մը յիշատակարանը [Genç Bir Kadının Günlüğü]. (İstanbul: 1895).

18- Mary Lyndon Shanley, Victoria İngiltere’sinde Feminizm, Evlilik ve Hukuk (Princeton: Princeton University Press, 1989); Carol Dyhouse, İngiltere’de Feminizm ve Aile, 1880-1939 (Londra: Blackwell, 1989).

19- Patricia Murphy, Zaman Önemlidir. Geçicilik, Toplumsal Cinsiyet ve Yeni Kadın (Albany: State University of New York Press, 2001), s. 120.

20- age, s. 414.

21- Düsap, “Giriş”, Սիրանոյշ: [Siranuş], s.167.

22- Düsap, Siranuş, s. 263.

23- Deniz Kandiyoti, “İmparatorluktan Ulus Devlete: Türkiye’de Kadın Sorununda Dönüşümler”, Retriening Women’s History: Changer Perceptions Of Women of Role in Politics and Society, ed. Jay Kleinberg. (Paris: BERG/UNESCO, 1992), s. 226-27.

24- Düsap, Siranuş’ta “Giriş”, s. 167.

25- Düsap, Siranuş, s. 263.

26- Sibil’in başkahramanı Pupul, İstanbul’dan Anadolu’da bir köye gitmek üzere ayrıldığında, Sibil’in şiirsel dili doğrudan çocuk yaşta evliliklerin eleştirisine dönüşür. Ona göre Bilecik’te 12 yaşında bekar bir kız çocuğu kalmamıştı ve “içlerinden biri bir kazaya kurban giderse, nişanlısı yaşına uygun yeni [nişanlı] bulmakta büyük zorluk çekiyordu.” Sibil, Աղջկան մը սիրտը [Genç Bir Kadının Kalbi], s. 364.”

27- Mari Beyleryan, «Սկեսուրը․Գավառական կեանքը»: [“Kayınvalide: Taşra Hayatından”]. Artemis (Mart 1902), s. 88-96; Zabel Yesayan, «Քողը»: [“Peçe], Artık Sevmediklerinde (Konstantinopolis: 1925).

28- Düsap, Siranuş; Mari Sıvacıyan, Բռնի Ամուսնութիւն [Zorla Evlilik]. Hayrenik (1894).

29- Sibil, Genç Bir Kadının Kalbi, s. 249.

30- Isguhi K. Enkserciyan, «Պե՞տք է դրամօժիտ առնել»: [“Çeyiz İstenmeli mi?”]. Manzume-i Efkâr (2 Eylül 1906).

31- Mari Beyleryan, “Kayınvalide…” Artemis (Mart 1902), s. 88-96.

32- Zabel Yesayan, “Peçe”.

33- Yesayan, Սիլիհտարի պարտեզները [Silihdar Bahçeleri], s. 482.

34- Yesayan, “Saygıdeğer İnsanlar.”

35- Sibil, Genç Bir Kadının Kalbi, s. 230.

36- Sibil, §Զօհրապի հերոսները¦, Çalışmalar, s. 164. Ders 1913’te verildi.

37- Sibil, Genç Bir Kadının Kalbi, s. 447.

38- Sıvacıyan, “Zorla Evlendirme.”

39- Zabel Yesayan, §Աչքերը¦: [Gözler]. Arevelian Mamoul 50 (1904).

40- Zabel Yesayan, “Acı Saatleri․”

41- Sibil, Genç Bir Kadının Kalbi, s. 295-96.

42- age, s. 225.

43- Düsap, Siranuş, s. 225.

44- age, s. 327-28.

45- Sıvacıyan, “Zorla Evlendirme.”

46- Sibil, Genç Bir Kadının Kalbi, s. 297-8.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.