Gizem’le ve Hatay Deprem Dayanışması’yla yolumuz Mart 2023’te Afet için Feminist Dayanışma’nın Hatay’a örgütlediği “Mor Tır” dağıtımı sırasında Samandağ’daki depoda kesişti. Bugün, depremin üzerinden tam bir yıl geçmişken onunla Hatay’ın bir yılını, tüm yapılmayanları, ulaşımdan sağlığa, barınmadan eğitime Samandağ’da bugünkü koşulları, bunun karşısında kadınların dirayetini, tüm engellere rağmen bir arada yaşam kurma azmini konuştuk.
Kısaca seni tanıyabilir miyiz? Hatay Deprem Dayanışması nasıl kuruldu, neler yapıyor kısaca aktarabilir misin?
Depremden sonra Hatay’a gelen gönüllüler, Hataylı olup dışarıda yaşayanlar, farklı şehirlerden gelenler ve depremi Hatay’da yaşayanların oluşturduğu bir kriz koordinasyon merkezi vardı. Hatay Deprem Dayanışması buradaki gönüllülük ağının sonucunda oluştu. Bu gönüllülük ağı önce insani yardım malzemelerinin dağıtım organizasyonu ve ihtiyaç tespiti üzerinden şekillendi. Daha sonra yıkımın boyutunun fazla olmasından kaynaklı kalıcı çalışma yapılması gerektiği fikri ortaya çıktı. Bu yüzden Hataylı olup Adana’da yaşayanlar mart ayında Adana’da Deprem Dayanışması Derneği’ni kurdular çünkü o zaman Hatay’daki kamu kurumları açık değildi. Kamu kurumlarına ulaşılamıyordu.
Sen ne şekilde dahil oldun?
Kocaeli’nde depremi yaşamış ve göçük altında kalmış 4 arkadaşımla beraber depremin olduğu ilk gün yola çıkacaktık. Yolların kapalı olduğu bilgisi gelince ertesi gün yola çıkmaya karar verdik. 8 Şubat’ta Hatay’a vardığımızda önce Hatay’ın en merkezi yerlerinden biri olan Uğur Mumcu Meydanı’na gittik. Orada bir kaos vardı, koordinasyon oluşturulamadığı için dahil olamadık. Samandağ’da daha önce birlikte Kadın Emeği Kolektifi’nde çalıştığımız, farklı alanlarda iletişimde olduğumuz arkadaşlarımız vardı. Onların Samandağ’da bir kafede Kriz Koordinasyon Merkezi oluşturduğunu öğrendik. Samandağ’a gittik ve o merkezde çalışmaya başladık. Oranın alan olarak bize yeterli gelmeyeceğini anlayıp bir depo bulmaya çalıştık. Depremin öncesinde narenciye fabrikası olan bir yeri kullanmak için sahibiyle anlaştık. Malzemelerin oraya gelmesi, dağıtımı ve ihtiyaç tespiti konusunda destek için duyup oraya gelenlerle, farklı dernekler ve şehirlerden gelenlerle orada çalışmaya başladık. Mesela Van’dan 15 kişilik bir ekip geldi, Yunanistan’dan arama kurtarma için gelen 3-4 öğrencinin yolu düştü, Afet için Feminist Dayanışma, “Mor Tırı” oraya indirip dağıtımını yaptı. Erzincan Katre Kadın Derneği de yüklediği malzemeleri oraya getirdi ve dağıtımını birlikte yaptık. Daha sonra belediyeler vb. herkesin dahil olduğu ortak bir depo oldu. Ben de önce depo sonra diğer çalışmalarla bu bir yılda Samandağ’da olmaya devam ettim.
Depremin üzerinden bir yıl geçti ve hala barınma başta olmak üzere bir sürü sorun olduğunu biliyoruz ama eminiz ki görmediğimiz daha pek çok şey var. Genel olarak Samandağ’da ve Hatay’da hayat nasıl?
Hayat çok zor ve insani koşullardan çok uzak bir şekilde sürüyor. Hala çadırlar var, insanlar çadırlarda yaşıyor. Konteyner kentleri her an su basıyor. Çadır yangınları, konteyner yangınları, elektrik kaçakları ve bunlara bağlı çarpılmalar… Yani can güvenliği yok zaten. Hiçbir altyapı yok. Çöpler toplanmıyor. Yollar kötü. Enkazlar okul yollarının önüne dökülüyor. Binalar yıkılıyor ve okuldan çıkıp evlerine giden çocuklar enkazların üzerinden geçiyor. Bir de yıkımlar çok kontrolsüz bir biçimde yapıldığı için sürekli bir travma tetikleme hali var, her an nerden geçersek kafamıza bir şey düşmez tedirginliğiyle yürünüyor yollarda. Sürekli elektrik kesiliyor. İnternet hep sıkıntı. Toplu ulaşım zaten yok. İnsanlar artık otostopu bir kültür edindi, birbirleriyle bu şekilde araçlarını paylaşıyor. Sağlığa erişim çok kötü çünkü hem toplu taşıma yok hem de çoğu branştaki uzmanlıklar yok. Serinyol’daki Eğitim Araştırma Hastanesi zarar gördü. Çoğu branşta uzman olmadığı için Adana, Mersin gibi civar illere gidiliyor. Bu da ayrıca bir ulaşım maliyeti anlamına geliyor. Hijyen koşulları çok kötü, hala temiz suya erişim yok. Bu yüzden hala hazır su tüketiliyor.
Kamu kurumları okul binalarına el koydu. Yani çocuklar konteynerde eğitim görüyor, okullar ise kamu binası olarak kullanılıyor ve bir yıl geçmesine rağmen kamu kurumları için mekan oluşturmak yerine çocukların okullarına el koymayı sürdürüyorlar. Bir de okullar birbirleriyle birleştirildi, çocukların eğitim düzeni tamamen bozuldu. Esnafın dükkanları yıkıldı. Bununla ilgili herhangi bir teşvik ya da destek yok. Kadınların yan yana gelebilecekleri alan, mekan bulmak çok zor. Çeşitli dernekler faaliyetlerini yürütebilecekleri alan bulmakta zorlanıyor. Yerel yönetimler felaket. Üzerine bir de devlet otoritesi ki zaten bugün bizi tehdit etti, açıkça oy yoksa, merkezi yönetimle yerel yönetim aynı değilse size hizmet yok dedi. Yeniden inşa nasıl olacak? Kültürel miras nasıl korunacak? Bunlarla ilgili her şey belirsiz. Eski Antakya dümdüz oldu. Kiliseler, tarihi yerler, esnafların dükkanları… Bir de rezerv alanı ilan edildi zaten her yer.
Rezerv alanı ilan edilmesi nasıl etkiliyor insanları? Deprem bölgesinde bu nasıl işliyor?
Genel olarak bilgi edinme hakkı ihlali var. Kimse doğru bilgiye erişemiyor. Rezerv alanı ilan edilen yerlerdeki insanların özel mülklerinin karşılığı ne olacak? Hak kayıpları nasıl önlenecek? Bunlarla ilgili herkesin kafasında bir sürü soru işareti var. Samandağ’da merkezin, çarşının tamamı rezerv alanı ilan edildi. Daha yeni Hassa’da 33 bin zeytin ağacını toplu konut yapmak için katlettiler. Dikmece’de benzer bir süreç zaten devam ediyor. Kuş Cenneti moloz yığını oldu. Dere yatağı olan Yeşilköy moloz alanı oldu. Ne çevreye ne doğaya ne kadına ne çocuğa ne engelliye yaşam hakkı tanınmıyor. Engellilerin zaten yolda hareket edebilecekleri bir alan yok. Sağlığa erişimleri çok sıkıntılı. Böyle devam ediyor bir yıldır.
Toplu konutlardan bahsettin. Evleri yıkılanlardan bazılarının TOKİ’ye başvuru hakkı olduğunu, başvurduklarını biliyoruz. Bir yılın sonunda o başvurdukları evlerin nereye yapılacağı, sürecin ne şekilde ilerleyeceğine dair bir bilgi var mı?
Örneğin Samandağ’da kamu arazilerine ya da rezerv ilan edilen yerlere toplu konutlar yapılacağı söyleniyor. Ama Samandağ’da kaç bina yıkıldı, şimdi Samandağ’a kaç bina yapılacak, kaç konut olacak, yıkılan hanelerdeki insanlara yeterli sayıda konut olacak mı, bundan daha fazlası yapılacaksa buralara kimler yerleştirilecek, mesela Antakya’da evi yıkılan da mı Samandağ’a getirilecek? Bunların hepsi soru işareti. Ya da mesela şimdi Asi’nin altmış metre gerisinden toplu konutlara başlandı, 1250 konut olacak diye biliyorum ben ve bunlar dört katlı olacak deniliyor. Tam emin değilim bu kat sayılarından ama çok yüksek konutlar olmayacak. Ama Antakya dümdüz oldu; bu 1250 konutun haricinde başka nereye ne yapılacak, o kadar insanın hanesini Antakya’ya mı yapacaklar? Hadi öyle yapmadılar, Hassa’daki konutlara kimleri yerleştirecekler? Mesela Antakya’daki Hassa’ya mı gidecek? Hiçbir şey belli değil. Yani Antakya’da kaç konut yıkıldı, şimdi kaç konut yapılacak, her evi yıkılan orada konut sahibi olabilecek mi? Olamayacaksa nereye gönderilecek? Bir yandan İskenderun çıkışında, Hassa’da, Reyhanlı’da, Kırıkhan’da bir sürü konut yapılıyor. Bunlar o bölgelerde de evleri yıkılan insanlar için mi yoksa buralardaki boşluklara farklı ilçelerden insanların yerleştirilmesi için mi gibi bir sorunun cevabı yok. Yani bir insanın evi Defne’de yıkılmışsa kendini Kırıkhan’da bulabilir. Ne evi Defne’de olana Defne’de ev yapacağız deniyor ne bunun tersi söyleniyor. Hala dev bir belirsizlik var yani.
Depremden beri Samandağ’da yaşıyorsun. Bir kadın olarak hem kendi deneyiminden hem de diğer kadınların deprem sonrası deneyimlerinden biraz bahsedebilir misin? Deprem sonrası kadınların yaşam şartları nasıl, gündelik hayatları nasıl akıyor?
Kadınlar depremden önce binbir zorlukla ev içi emeğin yükünü taşırken şu anda bu yük on katına çıktı diyebiliriz. Çünkü artık ev içi değil, adeta sülale içi emek var. Yıkım nedeniyle aileler çevre çeperleriyle birlikte yaşamaya başladı. Bu kalabalık, ortak yaşamın bütün yükünü kadınlar çekiyor. Bizim alanlarımızda da öyle mesela. Hayatta hep organizasyon, planlama reflekslerimiz daha gelişkin olmak zorunda kaldığı için çoğu erkek bir yerlerde rahatça otururken biz oturamıyoruz. Sürekli yaşananlara tanıklık etme, tespit etme ve bir şeyleri düzeltme çabasına giriyoruz. Psikolojik yükün altına da giriyoruz. O yüzden de daha çok yoruluyoruz, daha çok yıpranıyoruz.
Bir erkek sabah işine giderken hazırlanan kahvaltısını yiyip işine gidebiliyor, akşam döndüğünde yemeğini yiyip yatağında, çadırında uyuyabiliyorken kadınların mesaisi beşte başlıyor. Çocuklara kahvaltı hazırla, servise bindir, iş yap, dön yemeğini hazırla, sürekli bir organizasyon, eksiği giderme, planlama, sürekli bunun için çaba var. Bütün engelli ve yaşlıların bakımı kadınların üstüne kalmış durumda. Yaşlıların bakımı zaten depremden önce zorken kadınlar şu anda çadır ve konteynerlerde inanılmaz kötü koşullarda bunu yapıyorlar. Konteyner dediğiniz alan yirmi metrekare. Kadınlar eskiden en azından kendi mahrem alanlarının da olduğu, 2+1 gibi evlerde yaşarken şu anda yirmi metrekarede hep beraber yaşıyorlar. Hiçbir mahrem alanı, kendine ait alanı yok. Kafası attığında oturup kendi kendine kalabileceği bir yeri yok.
Psikolog arkadaşlarla bir kadın çalışması yapmıştık Koyunoğlu’nda. Bir kadın şöyle demişti: “Eşim depremden sonra çok etkilendi, çok üzüldü, hiçbir şey yapmıyor. Bunalıma girdi, psikolojisi bozuldu.” O kadına peki sen ne hissediyorsun, sen nasılsın diye sorduk. Benim buna hakkım yok dedi. Yani üzülmeye, bunu yansıtmaya, kederlenmeye, kötü olmaya bile hakkının olmadığı bir duygu durumu bu kadınlar için. O yüzden kadınlar için normal şartlar zor, deprem zor, hele ki böyle tamamen yıkılmış bir kentte kadın olmak ayrıca zor.
Toplu ulaşım yok ve Samandağ’da otostopun ulaşım biçimi hâline geldiğinden bahsettin, sen de bu koşul içerisinde yaşıyorsun. Bir yerden bir yere gidememek ne demek kadınlar için? Yine, sağlık hizmetleri kötü durumda dedin. Mesela, bugün Hatay’da hamile olan, herhangi bir jinekolog ihtiyacı olan, kürtaj olmak isteyen, başka bir sağlık durumu olan vs. bir kadın olmak ne demek? Depremden bir yıl sonra neredeyiz?
Benim gördüğüm, kadınlar kendi sağlık sorunları olduklarında bunu inanılmaz erteliyorlar ve doktora gitmiyorlar. Yani sorun kendisiyle ilgili önemli bir şey olduğunda o ulaşımın kahrını çekmiyor. Mesela diyelim ki memesinde kitle var, gitmiyor hastaneye. Ama mesela çocuğu hastaysa o yol çilesini çekmek zorunda kalıyor. Hep başkası için yapıyor yani. Saatte bir gelen toplu taşıma varsa onu denk getirmeye çalışıyor. O toplu taşıma eğer gideceği yere kadar gitmiyorsa onun üzerine bir de başka bir toplu taşımanın saatini denk getirmeye çalışıyor. Ya da çevresinden bir araç temin etmek için yardım talep etmek zorunda kalıyor. Bunları da bulamadığında çaresiz kalıyor, çünkü kadınlar için otostop öyle rahat değil. Toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı hiç tanımadıkları kişileri durdurup o arabalara binmeleri sıkıntılı. Çünkü bu da hakkında konuşulan ve kadınlar üzerinde baskı oluşturan bir şey. O yüzden çoğu bunu denemiyor. Belki daha gençler, öğrenciler ya da yaşlılar bunu tercih ediyor ama diğer kadınlar bunu çok yapamıyor. Elalem ne der, konu komşu ne der düşüncesi var. Onun için de aslında çaresizlikler içerisinde kendi çarelerini bulmaya çalışıyor kadınlar. Ama hayat gerçekten bu kadar zor olmamalı diyorsun. Hastaneye, diğer kamusal alanlara ulaşım için işleyen bir toplu taşımanın tam bir yıldır sağlanamadığı bir koşuldayız.
Kamu kurumlarına erişimsizlik de kadınların hayatını çok zorlaştırıyor. Bazıları kaymakamlık gibi okul binalarına geçti, bazısı ise farklı yerlerde çeşitli konteynerlerin içinde. Kadınlar gittiklerinde muhatap alınmamayla da karşılaşabiliyor. Sürekli oradan oraya gönderiliyorlar. Yani sorunun çözümü için hizmet vermek yerine, biz ona bakmıyoruz diyorlar. E kim bakıyor? Şu kurum. Sonra kadın oraya gidiyor, onlar da biz bakmıyoruz diyor. Böylece kadınların sürekli oradan oraya sürüklendiği bir mekanizma var. Bunu bir de ulaşımın olmadığı koşullarda yapıyorlar.
Şöyle küçük bir örnek vereyim: Bizim alanda kalan bir aile var. Kadının eşinin ayağı protez, bir dernek protezini karşılamak için onları İzmir’e davet etti. Orada ölçü alacaklardı, kontrolü olacaktı vesaire. Dernek aileyi protez işi halledilene kadar otelde konaklatıyor ve sonra Hatay’a geri dönüyorlar. Bir bakıyorlar kira yardımları kesilmiş. Niye? Otelde kaldıkları için. O kadın kira yardımını tekrar bağlatabilmek için AFAD’a gitti, şuraya dilekçe yazacaksınız dediler. Protezi karşılayan dernekten dilekçe istediler, kadın aldı, sonra bu olmaz dediler. Otelden kayıt istenmesi lazım dediler, istedi. Kadını günlerce bütün kamu kurumlarında süründürdüler. Kaymakamlığa mı gitmedi, AFAD’a mı gitmedi, oteli mi aramadı, derneği mi aramadı ve tüm bunlar sadece kadının engelli kocasının protezini yapacak gönüllü bir dernek onları otelde konaklattığı için. Şimdi bununla uğraşmak nasıl bir şey? Depremzedeysen otelde kalamazsın. Senin böyle bir hakkın yok. Yani sen eğer iki gün otelde barınabiliyorsan senin barınma sorunun yoktur deyip geçiyorlar. Bir de eskiden bütün kamu kurumları az çok merkezdeydi. Şimdi Hatay Valiliği Serinyol’a doğru bir yerlere taşındı. AFAD Müdürlüğü, Serinyol çıkışında. Samandağ’daki bir kadın AFAD Müdürlüğü’ne ulaşabilmek için en az üç vasıta değiştirmek zorunda. Üç vasıtayla bir buçuk saat yol gidip sonra AFAD Müdürlüğü’ne itiraz etmesi gerekiyor. Böyle ulaşılamaz bir kamu söz konusu.
Engelli kocasının proteziyle ilgilenmek kadar “meşru” bir konuda bile durum böyleyken bir de boşanma gibi, şiddetten uzaklaşmak gibi “makbul sayılmayan” sebepler için kamu kurumlarına ulaşmak, bunun peşinde koşmak iyice imkansız hâle geliyordur herhalde?
Kesinlikle. Kadınların zaten bu koşullarda şiddet sarmalından çıkmaya cesaretleri de kırılıyor. Yani tüm mekanizma çıkmasınlar diye, o şiddeti yaşamaya devam etsinler diye kurulmuş. Karakola gitse zaten muamele kötü, hadi barışın bizi uğraştırmayın denecek ki zaten tam da böyle deniliyor. ŞÖNİM’dekiler (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi) bile karakollardaki süreçlerde sıkıntı yaşadıklarını söylüyorlar. Zaten Hatay’da Kadın Konukevi (sığınak) gibi bir alan olmadığı için kadınlar il dışına sevk ediliyor. Hele bu koşullarda kadınlar çocuklarını bırakamadığı için ya da mülküyle ilgili bir belirsizlik, el konma tehdidi olduğu için bırakıp il dışına gidemiyorlar. Kadınlar geleceksizlik kaygısıyla şiddet koşulunda yaşamaya devam etmek zorunda kalıyorlar.
Tüm bu zor koşullara rağmen depremin ardındaki süreçte kadınlar olarak örgütlendiniz ve Rimmen Kadın Kooperatifi kuruldu. Bu kooperatif nasıl ortaya çıktı, hikayesi nedir, şimdi neler yapıyorsunuz bunlardan da biraz bahseder misin?
Aslında biz dağıtımlar sırasında kadınlarla sohbet ederken deprem öncesinde hayatta ne yaptıklarını, nasıl geçindiklerini dinlemiştik. Bu sohbetler sayesinde kalıcı bir iş yapma fikri olursa ne yapmak isteyecekleri, yani ne olursa dahil olmak isteyecekleri konusunda biraz sahadan deneyim edinmiştik. Bunun üzerine kadınların aslında eskiden yapıp mutlu oldukları, kendilerini iyi hissettikleri hem iş ürettikleri hem sosyal alan olarak birbirleriyle buluştukları bu türden alanları tekrar oluşturabilir miyiz diye düşündük. Daha sonra kadın örgütleri, Afet için Feminist Dayanışma ve Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin katkısıyla Mara El Sanatları Atölyesi kuruldu. Başka bir grup kadın da daha önce halk eğitim kursuna gidip oralarda sosyalleştiklerini, aslında yıllardır aynı grupla örgü örmenin bir arkadaş çevresi oluşturduğunu, buna devam etmek istediklerini söyledi. Bu halk eğitim kursunun açılmasını da sağladık. Yine çadırkentteki kadınlar normalde Hatay mutfağının ürünlerini kendi imkanlarıyla yapıp deprem öncesinde para kazandıklarını ama artık bir mutfakları olmadığı için üretim yapamadıklarının söylediklerinde Afet için Feminist Dayanışma’yla beraber bir kolektif mutfak kurma fikri gelişti. Bu sonuç olarak başka bir afet durumunda yine aşevi görevi görebilecek kolektif gezici bir mutfak oldu. Tüm bu deneyimlerin üzerine, farklı yeteneklerde ve çalışma alanlarındaki kadınları bir araya getirmek, üretimlerini bir pazar alanına ulaştırabilmek adına yasal prosedür kısmını karşılamak için bir kadın kooperatifi kurmaya karar verdik. Yani aslında dikiş, örgü, gıda, dokuma ve sabun üretimi gibi farklı alanlarda, kadınların kendi özgünlüklerinde, kendi alanlarının kurallarını oluşturmaya çalışarak, bunu da bir çatı altında yaptıkları bir kooperatif oldu Rimmen. Rimmen Arapça’da “nar” demek, bereket demek. Bizim için Rimmen, bir nar gibi, hem tek tek her bir kadının öznelliği ve önemini hem de bir arada olmanın, kolektif çalışmanın değerini simgelediği için anlamlı.
Peki deprem gibi bir yıkımın ardından kadınlar için örgütlenme, kooperatif, bu bahsettiğin bir aradalık, kolektif çalışma hali neden önemli? Neden buna ihtiyaç duyuyoruz?
Aslında depremden önce kadınların bir şekilde kendilerine ait bir hayatları, yaşam standartları vardı. Ama şu anda herkesin aynı koşullarda bir yaşamı var. Aynı derdin çaresini de çözümünü de birlikte bulmak ya da dayanışarak burayı aşmak gibi bir ihtiyaç var. Bir psikolog en çok yıpratan şeyin insan odaklı travmalar olduğunu söylemişti. Hatay’daki insanlar da “herkes bizi terk etti, bizi ölümle burun buruna bıraktılar’’ diyerek ağır bir terk edilme travması yaşıyorlar. Bu yalnız bırakılma, terk edilme ve böyle bir travma karşısında en iyileştirici şeyin de bir aradalık, yan yana gelme, dayanışma ve birlikte bir şeyleri başarma isteği olduğunu düşünüyorum. Bunu kadınlar da böyle anlatıyor. Biz buraya sadece ekonomik bir kazanç sağlamak için gelmiyoruz, ben burada hayatımdaki bütün yükle baş edebilme gücünü elde ediyorum diyorlar. Mesela çok canım sıkılsa da buradan gülerek çıkabiliyorum diyorlar. Başka bir kadın “ben buranın neşesiyim” derken aslında kendi enerjisinin başkasına da keyif verdiğinin farkında. Bunun onlara iyi geldiğinin farkında. O yüzden de aslında kadınların yan yana geldiklerinde birbirlerini güçlendirme deneyimleri örgütlenmenin gerekliliğini gösteriyor. Aynı zamanda bir arada durduklarında sesleri daha fazla duyuluyor ve daha fazla insana ulaşıyorlar.
Anlattığın gibi tüm bu kötülüğün arasında kadınlar bir araya gelerek, hayatlarına devam etmenin de pek çok yolunu buluyorlar. Bir yılda pozitif anlamda çok bir şey değişmemesine rağmen inanılmaz bir yaşama direnci, varlığını sürdürmeye dair bir dirayet var. Bununla ilgili ne düşünüyorsun?
Başka yerlerde de böyle olur muydu bilmiyorum. Biraz Hatay’ın öznel durumunun da altını çizmek gerekir. Orada birlikte yaşam deneyimi yüksektir. İmece usulü insanların çok bildiği bir sistemdir. Aslında her zaman başkalarına kapılarını açmaya alışık olanlar şu anda ilk defa talep eden pozisyonunda buldular kendilerini. Buna çok alışık değiller. Bunun karşısında birlikte olma, yan yana gelme ve beraber üretme hali onlara depremden önceki hayatlarındaki o biraradalık ve paylaşımcılığı hatırlatıyor bence. Çünkü zaten onlar hep böyle bir yaşam pratiğinin içindeydi. Bahçesindeki elmasını bölüşür. Toprağından çıkanı bölüşür. Salçasını birlikte yapar, onu bölüşür. Zeytinini kırar, onu bölüşür. Şimdi de ortak bir şeye emek etmek, o eski hissiyatı çağrıştırdığı için de bence buraya tutunuyorlar.
Bir de bu coğrafyada yaşayan kadınlar başka yerlerdeki bireysel yaşamı, yabancılaşmayı, konforlu ama diyalogsuz ve komşuluksuz bir apartman dairesini tercih etmiyorlar. Çünkü onları hayata bağlayan o sosyal alan, o kapı önü konuşmaları, bir şeyleri birlikte planlıyor olmanın verdiği hayat tecrübesi. Bu yüzden dışarı giden insanlar, o şehirlerde kendilerini ait hissetmiyorlar ve geri dönüyorlar. Bu koşullara rağmen geri dönmelerinin nedeni hem biraz kültürel hem de insanların toprakla ve çevreleriyle olan bağıyla ilgili. Kadınlar niye bunda daha dirayetli? Çünkü bu koşulları da o hayatı da var edenler ve edecek olanlar yine kadınlar. Hayatın hem bu kadar yükünü çekip hem de bu kadar bir hayat neşesiyle devam etme gücü bulabiliyorlarsa o kenti de tekrar ayağa kaldıracak, yeniden şekillendirecek, eski günlerine döndürecek en önemli güç kaynaklarından biri kadınlar. Belki de bu güçlerini bu kolektif alanlara akıtmalarının nedeni de bir an önce aslında kendi yaşamlarını tekrar var etmek. Bana da bunun parçası olmak iyi hissettiriyor. Bu bir yılda dışarıdan izleseydim, oraya bir katkı sunamasaydım çok daha kötü hissederdim. Şimdi de önümüzde bir sürü plan program, yapılacak daha çok şey var.
Eklemek istediğin bir şey var mı?
Deprem bölgesinin dışındaki insanların buradaki insanlara üzülerek, bazen acıyarak, vah vah ederek bakmak yerine, buradaki zor koşullara, bunca imkansızlığa rağmen kadınların ve buradaki insanların neler yapabiliyor olduğunu görmesini, duyurmasını isterim. Bence bu çok kıymetli. Kadınların bu koşullarda neler başardığını görsünler. Artık üzülmek yerine dayanışmayı büyütmek gerekli diyebilirim.