Günümüz devletlerinin hemen hepsi kapitalist olduğu kadar patriyarkal (ve ırkçı). Ancak bu devletler farklı biçimler aldıkları gibi, bu biçimlerin öne sürdüğü cinsiyet eşitsizliğinin derecesi de farklı.
Catharine A. MacKinnon, feminizmin devlet kuramından yoksun olduğunu söyleyeli neredeyse 30 yıl oldu. Bu süre zarfında feminist devlet kuramı da gelişti. Ancak günümüzde kadınların ve LGBTİ+ bireylerin kazanılmış haklarına yönelik saldırıların birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı niteliklere sahip devletler eliyle gerçekleştirilmesi, feminist kuramın devlet tahlili konusunda daha fazla yol alması gerektiğini gösteriyor. Türkiye’deki patriyarkal devlet yapısı ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sürecine odaklanan aşağıdaki yazı*, bu yolda atılan bir adım olma niyetinde.
Cinsiyetsiz devlet kuramları
Yaygın kabul gören kuramlar, devletin patriyarkal karakterini yok sayar. Örneğin Weberyan yaklaşımı kabul edenlere göre, Batı dışında kalan toplumların geleneksel ve irrasyonel nitelikleri modern kurumların oluşumunu engeller ve otoriter patrimonyal devlet biçimlerinin oluşmasına yol açar (Moore 1966; Tilly 1990; Heper 1985; Mardin 2006 [1967]). Marksist kuramcılar ise, devletin kapitalist karakterine odaklanırken (Poulantzas 1969; Wood 1981; Offe and Keane 1984; Jessop 2002, 1990), adına ticarileşme modeli denilen bir diğer akım da küresel kapitalist sistemin çevre ülkelerdeki devlet oluşum sürecine olan etkilerini inceler (Wallerstein 2004, 1974; Amin 1976; Alavi 1972; Keyder 1987; Boratav 2011). Bana göre, Weberyan yaklaşım devlet biçimlerini şekillendiren faktörleri ve tarihsel süreçteki dönüşümlerini açıklamak yerine varsayar. Böylelikle, bizleri modernleşme temelinde aşamacı ya da özcü bir tahlile sürükler.[1] Marksist yaklaşımlar ise ya kapitalizm ve sınıf çelişkisi temelinde ya da yerel dinamikleri ihmal ederek küresel kapitalizm bazında indirgemeci tahlilleri ön plana çıkartır. Özetle, aralarındaki farklılıklara rağmen söz konusu kuramlar devlet oluşum sürecinde cinsiyet eşitsizliğinin oynadığı rolü görmezden gelir. Bu ihmal Türkiye’de devletin patriyarkal karakterini kültürel dini değerlere, modernleşmenin muhafazakâr türevlerine, neoliberalizme ya da bu faktörlerin ortaklaşalığına indirgeme eğilimi doğuruyor.
Devleti nasıl kuramsallaştırabiliriz?
Cinsiyetsiz devlet kuramlarının düştüğü hataya düşmeksizin hem özcü ya da aşamalı bir modernleşme anlayışından hem de kapitalizm temelinde indirgemeci yaklaşımlardan uzaklaşmak mümkün. Bunun için, keşisimsellik yöntemi ile ikili sistem kuramları arasında köprü kuran çoklu sistem kuramlarından faydalanıyorum (Folbre 2021, 2020; Walby 2020a). Önerdiğim kuramsal çerçeveye göre, karşılıklı olarak birbirini şekillendiren sistemler ve rejimler (cinsiyet temelinde bir baskı ve sömürü sistemi olan patriyarka, sınıf temelindeki baskı ve sömürü sistemi olan kapitalizm ile din ve etnisite temelindeki ırkçı baskı rejimleri) devlet üzerinde etkili olduğu müddetçe, devletin çoklu ajandaları oluşuyor. Dolayısıyla, devleti biçimlendiren temel faktör kapitalizm (ya da neoliberalizm) değil. Aksine, devletin çoklu karakterini, işlevini ve ajandalarını hesaba katmak önemli. Patriyarkal, kapitalist ve ırkçı devlet ajanlarını tarihsel süreçte belirleyen sadece ezen ve sömüren konumunda bulunan gruplar ve birbirleri arasındaki çatışma değil. Cinsiyet, sınıf ve ırk-etnisite temelinde ezilen ve sömürülen grupların toplumsal mücadelesi de devleti şekillendiren önemli bir faktör.
Devletin ajandalarını belirleyen faktörleri tarihsel ve coğrafi öznelliği içerisinde ele almak önemli. Kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimine ışık tutan kuramlar, sınıf çelişkisinin dışında kalan farklı toplumsal grupların önemine dikkat çeker. Örneğin, köylüler, tüccarlar, ağalar, dini liderler. Kentli ve köylü küçük üretici ve esnafın Türkiye’de devletin patriyarkal karakterini şekillendirme anlamında etkili olduğunu başka bir yerde yazmıştım (Kocabıçak 2021, 2020). Bu çalışmada farklı bir gruptan bahsetmek istiyorum. Demokratik kanalların tıkanması sonucu kadınların erkeklere oranla kamusal karar alma süreçlerinden daha fazla dışlandığı durumda, belirli bir seçkin erkek grubu, rejimin liderleri üzerindeki etkisini arttırarak güçlü bir konuma geliyor. Benim adına rejimin adamları dediğim bu grup (örneğin dini liderler, köşe yazarları, gazeteciler, akademisyenler, farklı partilerden politikacılar ve sanatçılar), demokrasi dışı kanallar aracılığı ile rejim üzerindeki etkisini arttırıyor. Dolayısıyla, devletin patriyarkal karakterine karşı mücadele ederken, demokrasi kanallarının tıkandığı koşulları göz ardı etmemek gerekiyor.
Analitik düzlemde faydalı olduğunu düşündüğüm bir diğer konu da farklı patriyarkal devlet türlerinin ayrıştırılması gerekliliği. Günümüz devletlerinin hemen hepsi kapitalist olduğu kadar patriyarkal (ve ırkçı). Ancak bu devletler farklı biçimler aldıkları gibi, bu biçimlerin öne sürdüğü cinsiyet eşitsizliğinin derecesi de farklı. Cinsiyet rejiminin farklı türlerini inceleyen kuramlardan yola çıkarak (Moghadam 2020; Walby 2020b; Shire and Nemoto 2020), devletin çatışan ve örtüşen iki temel patriyarkal biçimi olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki, kadınların büyük çoğunluğunu aile-içi ücretsiz emekçi olarak tutmak isteyen patriyarkal hane odaklı devlet. Diğeri ise kadınların bakım dahil ev içindeki görev ve sorumluluklarını ihmal etmeyecekleri şekilde ücretli işgücüne katılmalarını teşvik eden, dolayısıyla kadınların ücretli/ücretsiz emek kıskacının sürekliliğini odağına alan patriyarkal kıskaç odaklı devlet. Petrol/doğal gaz zengini bazı otoriter rejimlerde en iyi örneklerini bulabileceğimiz patriyarkal hane-içi devlet, kadınların ve LGBTİ+ bireylerin eğitim, ücretli emek, toplumsal karar mekanizmaları, siyasal temsiliyet, kültürel ve dini kurumların liderliği ve diğer kamusal alanlara erişimini kısıtlarken, cinsiyet temelindeki şiddeti hoş görür. Neoliberal ya da sosyal demokrat rejimlerin egemen olduğu ülkelerde rastladığımız patriyarkal kıskaç devleti ise, kamusal alandaki cinsiyet eşitsizliğini hedeflerken, cinsiyete dayalı şiddete karşı da görece daha ciddi bir mücadele verir. Bir yandan da hane-içi ücretsiz üretim faaliyetlerinin kesintisiz bir şekilde devam edebilmesi için ya piyasa ya devlet ya da ikisinin birlikteliğine dayalı sosyal politikalara önem verir.
Türkiye’de devletin patriyarkal karakteri: değişim ve süreklilik
Türkiye’de patriyarkal hane odaklı devletin yerini kıskaç odaklı devlete bıraktığını söyleyebilir miyiz? Halen devam etmekte olan bu çalışma kapsamında, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan bu yana devletin patriyarkal hane odaklı karakteri ile kıskaç odaklı karakteri arasında sürekli bir çarpışma olduğunu gördüm. Hemen her patriyarkal devletin yukarıda bahsettiğim iki temel karakteri arasında bir gerilim olduğundan bahsedilebilir. Ancak, Türkiye koşullarında hane odaklı patriyarkal devletten kıskaç odaklı patriyarkal devlete geçiş sınırlı kalmış görünüyor. 2000 ile 2019 arasındaki döneme dair yaptığım inceleme patriyarkal devletin hane odaklı karakterinin halen baskın olduğunu gösteriyor:
- Devlet, görece daha az eğitimli kentli kadınları evde ücretsiz bakım emeğine (çocuk bakımı dahil) mahkûm edecek sosyal politikaları hayata geçirirken, kırsalda kadınların küçük-orta ölçekli çiftliklerde ücretsiz aile işçisi olarak çalışmasını da teşvik ediyor. Dolayısıyla ücretli/ücretsiz emek kıskacı yerine, kadınların büyük çoğunluğunu, özellikle işçi sınıfı kökenli kadınları, ücretsiz hane-içi emeğe hapsediyor. Hesaplarıma göre 2021 yılında çalışma yaşındaki kadınların (15- 64 yaş) sadece yüzde 31’i kayıt-içi ya da kayıt-dışı sektörde herhangi bir şekilde ücretli emeğe erişebiliyor (ILOSTAT 2020).
- Son yıllarda, demokratik kanalların tıkanması sonucu kadınların kamusal karar alma mekanizmalarına erişimi ve siyasal temsiliyeti sınırlanırken, toplumsal hareketlere yönelik baskıların artmasından feminist ve LGBTİ+ hareketleri de payını alıyor. Kadınların kendi cinselliği üzerindeki denetimi (yeniden üretim becerileri dahil) devlet eliyle yürütülen doğumu teşvik eden natalist, homofobik ve transfobik politika ve söylem ile ciddi anlamda kısıtlanıyor.
- Devletin cinsiyet temelindeki şiddeti önlemek adına hayata geçirdiği sosyal politikalar ve yasal düzenlemeler ise, kadınların şiddet gördükleri heteroseksüel natrans aile yapısı dışında kalan alternatiflere erişimini kısıtlarken, aynı zamanda bekar, ayrılmış, ya da boşanmış kadınlara ve LGBTİ+ bireylere yönelik şiddeti hoş görüyor. Devlet eliyle kadınlar, şiddet gördükleri aile yapısına hapsediliyor.
Hane odaklı patriyarkal devletten, kıskaç odaklı patriyarkal devlete geçişin oldukça sınırlı kalmış olmasının sebebi nedir? Aslında patriyarkal kıskaç devleti, erken Cumhuriyet döneminde dahi beliriyor (1923- 1940’lar). Ancak bu dönemde, toplumsal cinsiyet temelinde ezen ve sömüren bir grup olan (natrans heteroseksüel) erkekler, devletin kapitalist ajandası ile Türklük ile Sünni Müslümanlık temelinde inşa edilen ırkçı ajandasına yaslanarak pazarlık gücünü ve devlet üzerindeki etkisini arttırmayı başarıyor. Kadınların devlet üzerindeki etkisini muhafaza edemedikleri bu dönem, hane odaklı patriyarkal devletin yeniden güçlenmesi ile sonlanıyor. Bu yazının devamında, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması sürecine odaklanarak, erkeklerin (1) devletin Türk Müslüman ırkçı ajandasını nasıl kendi talepleri doğrultusunda kullandığını ve (2) rejimin adamlarının desteği ile patriyarkal hane odaklı devlet karakterini nasıl muhafaza ettiğini inceleyeceğim.
Sözleşmeden çekilme sürecinin gösterdikleri
Yaptığım araştırmanın ön sonuçlarına göre, 2015 ile 2018 arasında, erkek hakları grupları çocuk evliliğine kısıtlamalar getiren yasalara, nafakanın ödenmesi için getirilen yaptırımlara, ve çocukların velayetinin anneye verilmesine karşı örgütleniyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kısmen da olsa hayata geçirilmesini sağlayan 6284 no’lu yasa bu gruplar tarafından eleştirilse de Sözleşme doğrudan hedef alınmıyor. Özellikle sosyal medya üzerinden örgütlenen erkek hakları grupları, yukarıdaki yasal düzenlemelere dair dezenformasyon kampanyaları ve sokak eylemleri düzenleyerek, bu yasaların kurbanı olduklarını iddia ediyorlar. Bu dönemde, söz konusu taleplerin ve kampanyaların rejimin adamları tarafından desteklendiğini de görüyoruz.
Ancak, 2019 yılından itibaren erkek hakları grupları söylemlerinde stratejik bir değişikliğe gidiyor. Önceki dönemde gerek taleplerinin gerekse kampanyalarının odağında İstanbul Sözleşmesi yer almazken, bu yıldan itibaren taleplerini ifade ederken sözleşmeyi hedef alıyorlar. Eşcinsel ilişkileri ve kadının erkekten bağımsız olmasını Türk Müslüman aile yapısına yönelik en büyük tehdit olarak gösteriyorlar. Bu stratejinin bir parçası olarak, kendi çıkarları doğrultusunda tanımladıkları aile yapısının, Türk Müslüman toplumunun maddi ve sosyal varoluşunun ön koşulu olduğunu iddia ederken, her zaman duyduğumuz ‘Batı Türkiye’yi mahvetmek istiyor’ paranoyasını da İstanbul Sözleşmesi minvalinde yeniden gündeme getiriyorlar. Erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü temin etmesinde natrans heteroseksüel aile kilit bir rol oynadığı için homofobi ve transfobi yerli ve milli değer olarak tanımlanıyor.
Devletin Türk Müslüman ırkçı ajandasına uygun olarak benimsenen bu yeni taktik, erkek hakları grupları ile rejimin adamları arasında daha önceden var olan dayanışma ilişkisini bu defa başarıya taşıyor. Söz konusu talepler, sadece hükümet ve ana koalisyon partisi değil, muhalefetteki Saadet Partisi tarafından da destekleniyor. Sonrası malum. Kadınların hep bir ağızdan yükselen itirazına rağmen, hükümet Türk Müslüman aile değerleri ile uyumsuzluğuna ve eşcinselliğin oluşturduğu tehdide gönderme yaparak sözleşmeden çekiliyor. Muhalefet parti liderleri açıkça sözleşmenin arkasında durmuş olsalar da erkek üye ve seçmen tabanının bir kısmının söz konusu patriyarkal talepleri desteklediğini de kişisel görüşmelerimden anlıyorum.
Özetle, erkek hakları gruplarının etkisi rejimin adamlarından aldıkları desteğe rağmen kadınların mücadelesi sonucu ilk evrede kırılıyor. Ancak, devletin Türk Müslüman ırkçı ajandasına dayalı yeni bir strateji kurdukları 2019 yılından itibaren, patriyarkanın öznesi olan erkekler pazarlık gücünü ve devlet üzerindeki etkisini arttırmayı başarırken, kadınların mücadelesi bu strateji karşında bölünüyor ve devlet üzerindeki etkisi zayıflıyor. Böylelikle hane odaklı patriyarkal devlet karakteri muhafaza ediliyor, kıskaç odaklı devlete geçiş süreci tıkanıyor.
Feminist stratejilerimizi şekillendirirken mevcut devlet kuramlarının sınırlarını aşmak durumundayız. Çünkü, modernleşme temelindeki aşamacı ya da özcü yaklaşımlar ile kapitalizmi baz alan indirgemeci açıklamalar erkeklerin iradesini ve kolektif hareket etme yetisini inkâr ediyor. Bu durum, erkek hakları hareketlerine gereken önemi vermemize engel olurken, anti-demokratik koşullar altında hangi yollardan güçlendiklerini de görmemize engel oluyor. Oysa ki, pazarlık gücünü arttıran patriyarkal öznenin saldırılarına devam edeceğini nafaka hakkı üzerine dönen tartışmadan anlıyoruz.[2] Demokrasi mücadelesinin tüm ezilenler için, özellikle kadınlar ve LGBTİ+ bireyler açısından önemini biliyoruz. Ancak, demokrasinin yeniden temini salt feminist harekete bağlı değil. Haftada en az altı kadının öldürüldüğü bir ülkede, farklı toplumsal hareketlerin kendilerine has sorularını çözüp güçlenmelerini beklemek mümkün değil. Demokrasinin kanallarının tıkalı olduğu dönemlerde, kadınların rejim üzerindeki etkisini arttırması için feminist hareketin geniş ittifaklar kurması nasıl mümkün olabilir? Bu yolla, devletin çoklu ajandalarına müdahale ederek cinsiyet eşitliğini ön plana çıkaran farklı bir aile kavramını savunmak mümkün mü? Yanıtını bulamadığım bu soruları hep birlikte tartışmayı umut ediyorum.
*Bu yazıya temel teşkil eden düşünceleri birlikte tartışma imkânı verdiği için Yoğurtçu Kadın Forumu’na teşekkür ederim.
Kaynaklar
Alavi, Hamza. 1972. “The state in post-colonial societies: Pakistan and Bangladesh.” New Left Review 74:59- 81.
Amin, Samir. 1976. Unequal Development: an Essay on the Social Formation of Peripheral Capitalism. New York: Monthly Review Press.
Boratav, Korkut. 2011. Türkiye İktisat Tarihi (1908- 2009) (History of economics in Turkey 1908- 2009). Ankara: İmge Kitabevi.
Folbre, Nancy. 2020. “Manifold exploitations: toward an intersectional political economy.” Review of social economy 78 (4):451-472. doi: 10.1080/00346764.2020.1798493.
Folbre, Nancy. 2021. The Rise and Decline of Patriarchal Systems: An Intersectional Political Economy. London, New York: Verso.
Heper, M. 1985. The State Tradition in Turkey. Walkington: Eothen Press.
ILOSTAT. 2020. Employment by sex and age — ILO modelled estimates. In The ILOSTAT database, edited by The International Labour Organisation.
Jessop, Bob. 1990. State theory : putting the Capitalist state in its place. Cambridge, U.K.: Polity Press.
Jessop, Bob. 2002. The future of the capitalist state. Oxford: Polity.
Keyder, Çağlar. 1987. State and Class in Turkey: a Study in Capitalist development. London: Verso.
Kocabıçak, Ece. 2020. “Why property matters? New varieties of domestic patriarchy in Turkey.” Social Politics 28 (4). doi: 10.1093/sp/jxaa023.
Kocabıçak, Ece. 2021. “Gendered Property and Labour Relations in Agriculture: Implications for Social Change in Turkey.” Oxford Development Studies forthcoming. doi: 10.1080/13600818.2021.1929914.
Mardin, S. 2006 [1967]. “Historical thresholds and stratification: Social class and class consciousness.” In Religion, Society and Modernity in Turkey, edited by S. Mardin. New York: Syracuse University Press.
Moghadam, Valentine M. 2020. “Gender Regimes in the Middle East and North Africa: The Power of Feminist Movements.” Social politics 27 (3):467-485. doi: 10.1093/sp/jxaa019.
Moore, Barrington. 1966. Social Origins of Dictatorship and Democracy: Lord and Peasant in the Making of the Modern World. Boston: Beacon Press.
Offe, Claus, and John Keane. 1984. Contradictions of the welfare state, Contemporary politics. London: Hutchinson.
Poulantzas, Nicos. 1969. “The Problem of the Capitalist State.” New Left Review 58.
Shire, Karen A., and Kumiko Nemoto. 2020. “The Origins and Transformations of Conservative Gender Regimes in Germany and Japan.” Social politics 27 (3):432-448. doi: 10.1093/sp/jxaa017.
Tilly, Charles. 1990. Coercion, capital, and European states, AD 990-1990. Cambridge, Oxford: Basil Blackwell Ltd.
Walby, Sylvia. 2020a. “Developing the concept of society: Institutional domains, regimes of inequalities and complex systems in a global era.” Current Sociology:0011392120932940. doi: 10.1177/0011392120932940.
Walby, Sylvia. 2020b. “Varieties of Gender Regimes.” Social politics 27 (3):414-431. doi: 10.1093/sp/jxaa018.
Wallerstein, Immanuel Maurice. 1974. The modern world-system : capitalist agriculture and the origins of the European world-economy in the sixteenth century. New York: Academic Press.
Wallerstein, Immanuel Maurice. 2004. World-systems analysis : an introduction. Durham N.C.: Duke University Press.
Wood, Ellen M. 1981. “The separation of the economic and the political in capitalism.” New Left Review 127.
[1] Modernizm temelindeki aşamacı ve özcü eleştirisine, özgüncü eleştirisini de ekleyen Eren Düzgün’ün “Debating ‘uneven and combined development’: beyond Ottoman patrimonialism” adlı makalesini tavsiye ederim: https://link.springer.com/article/10.1057/s41268-021-00232-0
[2] Yelda Koçak’ın konu hakkındaki yazısı için https://ilerihaber.org/icerik/yelda-kocak-yazdi-6-yargi-paketi-medeni-kanun-hic-bu-kadar-tehlikede-olmamisti-134789