AB Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Direktifi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele etmeyi amaçlayan, AB’nin ilk bağımsız düzenlemesi olarak 24 Mayıs 2024 tarihinde yürürlüğe girdi.
AB Direktifi nedir?
AB Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Direktifi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele etmeyi amaçlayan, AB’nin ilk bağımsız düzenlemesi olarak 24 Mayıs 2024 tarihinde yürürlüğe girdi. Direktif, kadına yönelik şiddetle ilgili kapsamlı bir çerçeve çizerken zorla evlendirme, rızası olmadan mahrem görüntülerin paylaşılması, siber takip, siber taciz, siber şiddet ve nefret kışkırtması ve kadın sünneti gibi eylemlerin suç olarak tanımlanmasını ve 1 ila 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörüyor. Bu suçların bir çocuğa, mevcut veya eski eşe ya da partnere, kamu temsilcisine, gazeteciye veya insan hakları savunucusuna karşı işlenmesi ise ağırlaştırıcı neden olarak kabul ediliyor. Direktif ayrıca, şiddete maruz kalan kadınlara sağlanması gereken koruyucu önlemler ve desteklere ilişkin de ayrıntılı kuralları içeriyor. AB üyesi devletlerin üç yıl içerisinde kendi yasalarını direktifle uyumlu hale getirmeleri gerekiyor.
AB Direktifi’ne neden ihtiyaç var?
AB Direktifi, Avrupa Birliği üyesi devletler ile sınırlı kalsa da kadına yönelik şiddetle mücadelede ortak anlayış getirdiği için önemli bir adım. Bir diğer yandan, AB Direktifi etrafında feministlerin yürüttüğü tartışmalarda neden böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu konusunda farklı fikirler mevcut. Bu farklı fikirlere gelmeden, mevcut düzenleme ve sözleşmeleri hatırlamakta yarar var, zira farklılıklar da tam olarak burada ortaya çıkıyor.
AİHM Opuz kararı ve sonrasında verdiği kararlarla şiddetin ayrımcılıktan kaynaklandığını ve devletin şiddetle mücadele yükümlülüğü olduğunu söyledi. Bu karar İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin temelini oluşturdu. Türkiye’nin Mart 2021’de çıkma kararı verdiği İstanbul Sözleşmesi’ni şu anda 38 ülkenin yanı sıra Avrupa Birliği de onaylamış durumda. Ancak İstanbul Sözleşmesi AB ile kısıtlı olmayan ve üye olan veya olmayan devletler tarafından imzalanıp onaylanabilen bir sözleşme iken Avrupa Birliği’nin var olan yasal mevzuatı AİHM içtihadı ile uyumlu değildi. Örneğin AB’nin ayrımcılıkla mücadele mevzuatı kadına yönelik şiddeti bir ayrımcılık biçimi olarak tanımlamıyor. Mağdur Hakları Direktifi ve Avrupa Koruma Emri Direktifi gibi yasalar var, ancak bu belgelerde toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde bakış eksik; erkek şiddetinin toplumsal cinsiyet eşitliği ile olan bağını görmek ve buna göre şiddetle mücadele etmek bakımından yetersiz kalıyorlar. Ayrıca üye devletlerin erkek şiddetine yönelik anlayışları, yaklaşım ve uygulamaları konusunda büyük farklılıklar var. Üye devletlerden altısı İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamamış durumda. Avrupa Birliği’nin onaylamış olması, tüm üye ülkeleri imzacı haline getirmiyor.
Tüm bunların yanı sıra İstanbul Sözleşmesi Avrupa’da toplumsal cinsiyet karşıtları ve sağcıların hedefinde. Sözleşme hakkında dezenformasyon yayan, sözleşmenin bir “cinsiyetsizleştirme projesi” olduğunu iddia ederek sözleşmeyi çarpıtan söylem pek çok ülkede karşılığını buluyor. Türkiye’nin 2021 yılında, kadınların taleplerini görmezden gelerek sözleşmeden imza çekmesi, diğer sağcı hükümetlerin de eline bir koz vererek sözleşme karşıtlığında güçlenmelerini sağladı. Yükselen sağ ve İstanbul Sözleşmesi’nin hedefe koyulması karşısında kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışan örgütler farklı bir tartışma yürüttüler. Avrupa Birliği’nin kadına yönelik erkek şiddetini önlemek ve ortadan kaldırmak için yasal olarak bağlayıcı bir belgesi yok ve mevcut politik koşullarda İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılarla birlikte böyle bir bağlayıcı yasal belgeye ihtiyaç var diyenler ve asıl yapmamız gereken İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaktır diyenler. AB Direktifi’nin oluşumuna katkı sunan feministler, özellikle pandemi döneminde ortaya çıkan krizin ardından bu çabaya giriştiler.
Direktif’in oluşturulması sürecinde tecavüzün tanımı konusunda çıkan tartışmalar ve Direktif’in diğer eksiklikleri
Direktifin oluşturulmasında feministler tecavüz suçuna dair İstanbul Sözleşmesi’nde belirtildiği gibi rıza eksikliğine dayalı tecavüz tanımını içeren bir AB direktifi yapılması gerektiğini devamlı olarak ifade ettiler. Ancak bu gerçekleştirilemedi. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ve haklara yönelik Avrupa’nın her yerinde artan saldırılar burada da kendini gösterdi. Hem üye ülkelerde bulunan kadın örgütleri ve feminist örgütler hem de Avrupa düzeyinde mücadele yürüten ulusaşırı feminist ağların buna dair yürüttükleri yoğun mücadeleye rağmen bu gerileme gerçekleşti.
Avrupa Kadına Yönelik Şiddet Ağı (WAVE Network) yayınladığı açıklamada tecavüzün tanımlanmasındaki eksikliğin yanı sıra Direktif’in LBTIQ kadınlar ve kağıtsız kadınlar gibi farklı ayrımcılıklar ekseninde mücadele eden kadınların ihtiyaçlarını karşılamak konusunda kısıtlı kaldığını söyledi. Her ne kadar olumlu gelişmeler içerse de, interseks genital mutilasyonu ve zorla kısırlaştırmanın şiddet biçimi olarak dahil edilmediğine dikkat çektiler. Kadın cinayeti tanımlaması içermemesi de dikkat çektikleri bir diğer eksiklik. WAVE’in vurguladığı bir diğer önemli nokta ise kadınlara yönelik özellikli destek hizmetleri tanımının yer bulmaması ve yerine genel destek hizmetleri ifadelerinin kullanılması. Bu tartışma, toplumsal cinsiyeti görmezden gelen yaklaşıma dair geniş bir sorun alanını da kapsıyor. Yükselen bir trend olarak, toplumsal cinsiyet karşıtlarının ve sağcılığın etkisiyle, farklı saiklerle toplumsal cinsiyeti gözetmeyen destek hizmetlerinin yayıldığı görülüyor. Örneğin bu bir kuzey ülkesinde “herkese eşit hizmet” anlayışı ile yapılırken Türkiye gibi muhafazakar ülkelerde “aileye destek” kisvesine bürünebiliyor. Kadın danışma merkezi, kadın sığınağı gibi kadınların ihtiyaçlarına yönelik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine duyarlı bakış açısı ile çalışan destek hizmetlerinin yokluğu, kadınların deneyimlerini görünmez kılarak cinsiyet bağlamını ortadan kaldırmanın yanı sıra ihtiyaç duydukları desteklere erişememeleri tehlikesini de barındırıyor (1).
AB Direktifi’ne karşı çıkan feministler, İstanbul Sözleşmesi’nde ısrar etmeyi, sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tarihselliğine yaptığı vurgu açısından da önemli buluyor. Sözleşmenin sunduğu kapsamlı çerçeve bir yana, sözleşmenin esasına dair bu anlayış uygulamayı da belirliyor, yani kadınlara özellikli destek hizmetleri sunulması sonucunu beraberinde getiriyor. AB Direktifi, kadına yönelik şiddetle mücadelede devletler sorumluluğunu nasıl yerine getirmeli sorusuna AB içerisinden bir yanıt sunarken bu yeni soru ve sorun alanlarını da birlikte getirmiş oldu. Şunu da belirtmek lazım ki, AB Direktifi’nin en iyi haline gelmesi için çaba harcayan feministler de İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için mücadeleye devam ediyorlar.
Notlar
(1) WAVE Network’ün Kavram Sözlüğü, kadınlara yönelik özellikli destek hizmetlerini, şiddete maruz kalan kadınları ve çocuklarını destekleyen feminist hizmetleri tanımlamak için kullanılan kolektif bir terim olarak tanımlıyor. Bu hizmetler, kadın destek merkezlerini, sığınakları, acil yardım telefon hatlarını, tecavüz kriz merkezlerini ve birincil önleme hizmetlerini içerir ancak bunlarla sınırlı değildir. Özellikli destek hizmetleri şiddet döngüsü boyunca kadınları ve kız çocuklarını, onların ihtiyaçlarını tüm müdahalelerin merkezine koyarak, kesişimsel bir yaklaşım uygulayarak ve onlarla birlikte çalışarak, onların karar verme iradelerini kabul ederek güçlendirir ve destekler.
Kaynaklar
WAVE Network’ün açıklaması, https://wave-network.org/eud-07052024/
WAVE Network, AB Direktifi Politika Belgesi, 26 Ağustos 2022, https://wave-network.org/wave-policy-paper-eu-directive/