28 farklı ülkeden hemşire sendikaları, hükümetleri ve büyük ilaç firmalarını basit bir taleple zorluyor: COVID-19 aşılarının patentlerinden feragat edin ve pandemiye hemen son verin.
Silvia Federici
COVID-19 pandemisinin akıllarda kalan imgesi nedir? Benim için, bu küresel acil durumun ön saflarında yer alan, bakım sağlamak ve olası ölüm karşısında hastalara bir konfor sunmak için kendi hastalık korkusunu yenen, hastaların başucundaki hemşiredir. COVID-19 aşısının kıt olduğu ülkelerde yaşayan milyonlarca hemşire için bu, günlük yaşamın bir resmidir. Ancak, hastalığın en kötü seyrinin ortadan kalktığı ülkelerde bile, giderek bu işin hemşirelerin hayatlarına ne kadar zarar verdiğini anlamaya başlıyoruz.
Onlara borcumuz var ve bu yüzden onların yolundan gitmeliyiz. Şu anda 28 farklı ülkeden hemşire sendikaları, dünyanın en güçlü hükümetlerinden bazılarını temel bir taleple mahkemeye vererek hayatlarını savunmak ve korumak için ayağa kalkıyor: COVID-19 aşılarının patentlerinden feragat edin ve salgını hemen sonlandırın. Feminist hareketler için yalnızca bu sendikaları yasal mücadelelerinde desteklemenin değil, aynı zamanda mücadelelerini önümüzdeki aylarda örgütlenmemizin temel unsuru haline getirmenin de elzem olduğuna inanıyorum.
2021’in Nisan ayında, Birleşik Krallık başbakanı Boris Johnson, COVID-19 tedavisi için hastanede geçirdiği bir haftanın ardından geniş bir kamuoyu ile paylaşılan açıklamasında, hastalığı sırasında “yatağının yanıbaşında bekleyen iki hemşireye” saygılarını sunmuştu. Yaklaşık bir ay sonra, o hemşirelerden biri olan Jenny McGee, hükümetinin sağlık çalışanlarına yönelik muamelesine dayanamayarak görevinden istifa etti. Johnson, “Ulusal Sağlık sistemi (NHS) hayatımı kurtardı, şüphesiz” demişti. Bir yıl içinde, NHS çalışanları şimdi maaş ve emekli maaşlarındaki erimeyle karşı karşıya.
Burada Amerika Birleşik Devletleri’nde hemşirelerin bize fiziksel yorgunluk, yeterli ekipman eksikliği ve ilgilendikleri hastaları kaybetmenin duygusal acılarını dile getirdikleri hikayelerini duyduk. Hemşireler de hayatlarını kaybetti. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünya çapında en az 115,000 hemşire COVID-19 enfeksiyonu nedeniyle öldü ve aşılar adil bir şekilde üretilip dağıtılsaydı bu hayatların çoğu kurtarılabilirdi.
Bu zorluklara rağmen hemşireler durmadan seferber oldular. Hastanelerin, sıhhi altyapı sistemlerinin ve yerel ve ulusal yetkililerin başarısızlığını kınadılar. Yanı sıra onlara katılmaları için küresel bir harekete ilham kaynağı oldular: Pencerelerimizde ve balkonlarımızda ayakta durarak, ekonomilerimizde, toplumlarımızda ve günlük hayatlarımızda onların oynadığı rolü takdir ederek –benim hafızamda ilk kez– hemşireleri “temel emekçiler” olarak alkışladık.
Ama alkışlar yetersiz. Hemşirelerin daha iyi ücretler ve daha güvenli çalışma koşulları taleplerini birleştirmemiz gerekiyor. Onların mücadelesi, hayatlarımızı -kadınların, özellikle de bakıcıların hayatlarını- sistematik olarak değersizleştiren ve bunun yerine ilaç endüstrisinin kârlarını koruyan kıymetli patentlere değer veren bütün bir küresel ekonomik rejimin yeniden yapılandırılmasından daha azını talep etmiyor.
O halde hemşirelerin büyük ilaç firmalarına karşı şu anki seferberliği, feminist bir hareketliliktir. İşlerinin değersizleştirilmesi, tarihi boyunca kapitalist toplumun yapısal bir unsuru olan kadınların yeniden üretim işinin değersizleştirilmesi ile doğrudan ilişkilidir. İyileştirmenin her zaman kadınların işi olagelmesi gibi -tanınmayan, telafi edilmeyen- hemşirelik de sosyal sistemimizin görünmez mimarisini oluşturdu.
Bu mimari uluslararasıdır: Burada ABD’de, uzun bir sömürgecilik tarihi, ısınan bir gezegen ve “yapısal uyum” gibi programların yarattığı yoksulluk koşulları nedeniyle kendi ülkesinden göç etmek zorunda kalan birçok hemşireden başka bir yere bakmayın.
O halde hemşirelerimizi desteklemek, sadece daha iyi bir sağlık sistemi talep etmek değildir. Bu destek, COVID-19’un kendisi kadar tehlikeli ikiz hastalıklar olan toplumumuzun sömürgeci karakterine ve ekonomimizi ele geçiren büyük şirketlerin egemenliğine meydan okumaktır.
Hemşireler adına geniş bir feminist destek için yapılan bu çağrının zamanı çoktan geldi. Sağlık çalışanları sadece bu pandeminin ön saflarında yer almakla kalmadı; ayrıca her yerde sosyal adalet mücadelelerimizin en önünde yer aldılar. İşgal Et! (Occupy) kamplarını ve polisle yaşanan çatışmalarda katılan herkese hemşirelerin yardıma geldiğini çok iyi hatırlıyorum.
Sağlık çalışanlarının tarihi sivil haklar mücadelesinin tarihinden daha da uzundur. 1982’de Cassandra Radikal Hemşireler Ağı’nın oluşumundan 2000’deki Rebel Nursing (Asi Hemşirelik) girişimine kadar, hemşireler, yalnızca hastanelerde değil aynı zamanda topluluklarımızda ve evlerimizde de bakım sağlanmasını ilk talep edenler ve en çok ses çıkaranlar olmuştur.
Bugün hemşireler, bu köklü gelenekle paralel olarak, dünyayı aşılamak gibi en basit ve en acil talebi engellemeye cesaret eden hükümetler hakkındaki gerçeği söylemekten korkmuyorlar: Birleşmiş Milletler Fiziksel Sağlık ve Ruh Sağlığı Özel Raportörü’ne yaptıkları bir şikayetle, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık, Norveç, İsviçre ve Singapur’daki güçlüleri hedef alıyorlar. İfadelerinde “Bu ülkeler bizim haklarımızı ve hastalarımızın haklarını ihlal etti ve sayısız can kaybına neden oldu” ve “şimdi bizler tanıklık ediyoruz,” diye yazdılar.
Hemşireler, bu krizden çıkışta ve kimsenin ülkesi ya da hayat kurtaran bir teknolojiye “sahip” olan bir şirketin mülkiyeti nedeniyle ölmeye mahkum olmadığı, bakım odaklı bir toplumun inşasında rehberimizdir.
Bu nedenle, dünyanın hemşirelerinin yanında yer almak, kadınları uluslararası alanda birleştirebilecek ve yaşamın merkeze alındığı bir dünyaya olan bağlılığımızı hayata geçirebilecek birincil feminist bir görevdir.
Çeviren: Hanife Aliefendioğlu
Bu yazının orijinali 3.12.2021 tarihinde The Nation’da yayınlanmıştır.