Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı dava bize ne söylüyor, neyi hatırlatıyor? Muhtemelen yıllar sürecek uzun bir hukuki sürecin henüz çok başındayız. Bir sonraki adım, 2024 Şubat sonunda, Uluslararası Adalet Divanı’nın, İsrail’in geçici tedbir kararlarını nasıl uyguladığına dair sunacağı raporu incelemek olacak.

Güney Afrika’nın İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’nda (“UAD” ya da “Mahkeme”) açtığı davayı dünya kamuoyuyla birlikte biz de yakından izledik. Uluslararası hukuk kurumlarının “güçlü” devletler lehine çifte standartlar uygulamaktan öteye gidemeyen, verilen kararları uygulamaya zorlayacak mekanizmalardan yoksun ve etkilerinin kısıtlı görüldüğü bir dönemde açılan bu dava, hukuk mücadelesinin anlamına ve mahkeme salonlarının potansiyeline dair pek çok tartışmayı gündeme getirdi. Uluslararası hukuk sistemini var eden güç ilişkilerini inkâr etmeden ve hatta bu ilişkileri ifşa ederek sistemin varolan araçlarını etkili bir şekilde kullanmamız mümkün mü? Bu anlamda Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı dava bize ne söylüyor, neyi hatırlatıyor? 

Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısı sonucunda ağırlıkla sivillerden oluşan 1139 kişinin öldürülmesi ve 248 kişinin rehin alınması sonrasında, İsrail’in Gazze’de başlattığı misilleme saldırıları dört aydır aralıksız devam ediyor. İsrail’in saldırıları sonucunda, 7 Ekim’den bu yana Gazze’de 10 binden fazlası çocuk 27 bini aşkın Filistinli öldürüldü ve 65 binden fazla insan yaralandı. Ayrıca saldırıların sonucunda neredeyse 1,9 milyon insan yerinden edildi ki bu sayı Gazze nüfusunun yüzde 85’ine tekabül ediyor. Gazze’deki binaların yarısından fazlası ağır hasar almış veya tamamen yıkılmış durumda. Geçen her gün Gazze’deki durum daha da kötüleşiyor. Sağlık sistemi çökmüş; bölgedeki insanlar su, gıda, ilaç, yakıt, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak durumda. Gündelik hayatın yükünü eşitsizce çeken kadınlar bu durumdan daha da yakıcı bir şekilde etkileniyor. Kalabalık alanlarda, ihtiyaç duyabilecekleri mahremiyetten, hijyenden ve güvenlik hissiyatından yoksun, bakım yüklerinin katlanarak arttığı koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor. Bütün bunlara rağmen, Gazze’ye iletilmeye çalışılan insani yardımlar İsrail tarafından kasten engelleniyor.

Güney Afrika 29 Aralık’ta, İsrail’in 7 Ekim’den beri Gazze’ye yaptığı bu saldırıların BM Soykırım Sözleşmesinden doğan birçok yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’na bir başvuruda bulundu. Güney Afrika’nın, iddiaları uzun süreceği kesin bir yargılama sonucunda karara bağlanacak. 

Ancak Güney Afrika başvurusunda aynı zamanda, Gazze’deki insani durumun aciliyetini göz önünde bulundurarak Mahkeme’den bir dizi geçici tedbir kararı talep etti. Aksi hâlde telafisi mümkün olmayacak zararların ortaya çıkabileceğini ileri sürerek talep ettiği tedbir kararlarının başında, Gazze’ye yönelik askeri operasyonların derhal durdurulması, yani ateşkes ilan edilmesi de bulunuyordu. İki günlük duruşma sonrasında Mahkeme 26 Ocak tarihinde ara kararını açıkladı ve Güney Afrika’nın Gazze’de soykırım işlendiğine dair iddialarının “makul” olduğuna karar verdi. Buna göre Mahkeme, geçici tedbir kararı olarak, İsrail’in, Gazze’de soykırım teşkil edebilecek eylemlerden kaçınmasına; başkalarını Gazze’de soykırım işlemeye doğrudan ve alenen teşvik edenlerin bu eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmasına ve bu tür eylemlerin bir daha gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri almasına; soykırım iddiasıyla ilişkili olabilecek tüm delilleri muhafaza etmesine ve bölgedeki insanların temel insani yardıma erişimlerinin acilen sağlanması için gerekli tüm önlemleri almasına ve ayrıca tüm bu tedbirlere ilişkin İsrail’in mahkemeye bir ay içerisinde bir rapor sunmasına hükmetti.

Kimileri Mahkeme’nin bu kararını uluslararası hukuk mekanizmalarının yozlaşmasının ve ikiyüzlülüğünün tipik bir örneği olarak yorumlarken kimileri ateşkes olarak geçmese de açıklanan tedbirlerin aslında askeri operasyonların durdurulması çağrısı olduğunu ve bu kararın İsrail üzerinde baskı oluşturacağını savundu. Bir yandan da Mahkeme’nin kararı ne olursa olsun, kararların İsrail tarafından uygulanmayacağını söyleyerek uluslararası hukuk mekanizmalarının etkisizliğine ve işlevsizliğine vurgu yapanlar da oldu. Zira, duruşmalar devam ederken olduğu gibi, bugün hâlâ İsrail Gazze’deki yerleşim yerlerini bombalamaya devam ediyor, her gün yüzlerce Filistinli ölüyor ve Gazze şeridinin çok büyük bir kısmı artık yaşanamaz durumda. Öyleyse aylardır ara vermeden devam eden bu yakıcı savaşın ortasında, uluslararası hukukun belli ki eksik, yetersiz, sınırlı ve apaçık biçimde ayrımcı mekanizmalarına başvurmak ne anlama geliyor? Ya da bugün uluslararası hukuk mekanizmalarını kullanmanın politik anlamı ve politik mücadeleye etkisi nedir? 

Politik bir arena olarak mahkeme salonları

Öncelikle bu dava, Mahkeme’nin nihai kararından bağımsız, Filistin davasına politik taleplerini dile getirmeleri ve sistematik olarak dışlandıkları uluslararası arenada seslerini duyurabilmeleri için yeni bir alan açtığı için önemli. Zira Güney Afrika’nın başvurusu ilk andan itibaren kamuoyunun dikkatini çekti, ana-akım dahil olmak üzere medyada yer aldı, duruşmalar internetten canlı yayınlandı, çok geniş bir kitle tarafından izlendi. Kelimenin tam anlamıyla dünyanın gözleri önünde gerçekleşen duruşmalarda, işlendiği inkâr edilen suçlar, yaşandığı reddedilen olaylar, Gazze’deki halkın maruz bırakıldığı vahşet, İsrail devlet yetkililerinin yüzüne bakarak dile getirildi. Yakın zamana kadar sosyal medya algoritmalarıyla karşımıza çıkması engellenen görüntüler, “dünyanın en yüksek mahkemesi”nin duruşma salonunda izletildi. İsrail devlet yetkililerinin soykırıma teşvik ettiği iddia edilen söylemleri (örneğin İsrail Savunma Bakanı’nın Gazze’deki Filistinlileri “insansı hayvan” olarak tanımladığı konuşma) arka arkaya okundu ve yapılan tüm hukuki tartışmalar bu söylemlerin ağırlığı ile dolu bir mahkeme salonunda gerçekleşti. [1] Böylece mahkeme salonu Güney Afrika heyetinin Filistinlilerin sesini duymak, yaşananları Filistinlilerin gözünden anlatmak için kullandığı bir platform işlevi görmüş oldu. 

Güney Afrika’nın açtığı dava, İsrail’i uluslararası kamuoyuna hesap vermeye zorladığı için de anlamlı. Çünkü İsrail’e karşı yapılan başvuru, aslında devletlerarası hukuki uyuşmazlıkları çözmek için kurulmuş ve birçok kişi tarafından bilinmeyen Lahey’deki bir mahkeme salonunu gündemin en yakıcı meselesinin konuşulduğu küresel bir tartışma platformuna dönüştürdü. İsrail devlet yetkilileri, duruşmalara gelmek ve Güney Afrika’nın iddialarını dinlemek, Gazze’de soykırım işlenmediğini ispat etmek ve kendini savunmak durumunda kaldı. Ve bunu yaparken, Gazze’ye insani yardımın ulaşması için ellerinden geleni yaptıklarını, soykırım çağrısı yapan kişi ve kurumların istisnai vakalar olduğunu ve bu kişilerin elbette cezalandırılacağını söylemek zorunda kaldılar. Bu anlamda izlediğimiz iki günlük duruşma, mahkeme salonlarının politik arenalar olarak da kullanılabilme potansiyelini bize hatırlattı.

Tabii ki mahkeme salonunun politik potansiyeline dair bu değerlendirmeleri yaparken Güney Afrika’nın Filistin halkını mahkeme salonunda nasıl temsil edeceğini, bu temsilin kimlere ses olacağını ya da kimlerin sesini bastıracağını, kısacası, Güney Afrika’nın politik sözü ve hukuk stratejisini nereden kuracağını da her daim akılda tutmak gerekecek. Örneğin, Güney Afrika heyetinden Adila Hassim’in, duruşmada, Gazze’deki durumun vehametini göstermek için görsel materyaller kullanmaktan, Filistin halkına duydukları saygıdan ötürü özellikle çekindiklerini belirtmesi bu konudaki ahlaki ve politik hassasiyetlerin göz ardı edilmeyeceğine dair ilk ipucunu vermiş oldu. 

Son olarak, muhtemelen yıllar sürecek uzun bir hukuki sürecin henüz çok başındayız. Mahkeme’nin bir sonraki adımı, 2024 Şubat sonunda, İsrail’in geçici tedbir kararlarını nasıl uyguladığına dair sunacağı raporu incelemek olacak. Güney Afrika, bu rapora karşı görüşlerini mahkemeye sunabilecek. Her ne kadar böyle bir alışkanlığı yoksa da teknik olarak UAD Gazze’deki durumun değişmediği ya da kötüleştiği sonucuna varırsa tedbir kararlarını yineleyebilecek, değiştirebilecek ya da genişletebilecek. [2] Mahkeme esasa dair nihai kararını uzun sürecek bir hukuki değerlendirmenin sonunda verecekse de, mahkeme salonu bu süreçte politik bir arena olma potansiyelini koruyacak. Güney Afrika’nın, Filistin halkıyla, politik örgütleriyle dayanışma içerisinde, mahkeme salonunun bu potansiyelini nasıl en yaratıcı ve stratejik olarak kullanabileceği/kullanmaya devam edeceğini ise zaman gösterecek. 

Tartışmanın çerçevesini değiştiren hukuki müdahaleler

Güney Afrika’nın “soykırım” iddiası, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini, Filistin topraklarında 75 yıldır sürdürdükleri işgal, uyguladıkları apartheid ve yerleşimci sömürgeciliği bağlamına oturttuğu için de ayrıca fazlasıyla önemli. Zira bu dava, Gazze’de yaşananları, 7 Ekim’deki Hamas saldırısına cevaben gerçekleştirilen bir dizi askeri operasyon çerçevesinde değil, işgalin tarihselliği bağlamında değerlendirilebilmesine alan açtı. Bu anlamda meseleyi “eşitler arası bir silahlı çatışmada ihlal edilen bazı savaş hukuku kuralları”nın ötesinde tartışmayı mümkün kıldı ve konunun taraflar arasındaki güç asimetrisini tanıyan bir zeminde tartışılmasına ön ayak oldu. [3]

Güney Afrika’nın başvurusunda Gazze’de yaşananları sömürgecilik ve işgal bağlamında değerlendirmesi, savaşın toplumsal cinsiyetli boyutunun yıllardır devam eden diğer iktidar ilişkileri ile anlaşılması gerektiğine dair bir hatırlatma aynı zamanda. Bu önemli bir hatırlatma, zira 7 Ekim’den bu yana, her savaşta olduğu gibi kadınların şiddet deneyimlerinin ve bedenlerinin araçsallaştırıldığına tanıklık ediyoruz. Bir yandan İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılarını, 7 Ekim’de Hamas’ın uyguladığı iddia edilen cinsel şiddet eylemleri üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. [4] Diğer yandan, Gazze’deki kadınların on yıllardır maruz kaldıkları cinsiyetli şiddet, işgal ve militarizm ‘kadınlar ve çocuklar’ başlığı altındaki istatistiklere sıkıştırılıyor. Oysa ki Filistin’de yaşananların cinsiyetli etkisini anlamak için gündelik hayatın her noktasına sirayet eden sömürgeci militarizmin şiddetini, işgal pratiklerinin cinsiyetini konuşmak gerekiyor. Bu anlamda Güney Afrika’nın Gazze’de yaşanan şiddeti İsrail’in işgali çerçevesinde tartışmaya açmasının, işlenen suçların toplumsal cinsiyetli nedenlerini, yöntemlerini ve etkilerini konuşmaya imkân sağladığı için de önemli olduğunu düşünüyoruz. [5] 

Mücadele zeminini genişleten mahkeme kararları

Aslında her ne kadar hukuken “bağlayıcı” olsa da, UAD’nin devletleri kararlarına uymaya zorlayacağı mekanizması yok. [6] Yine de Mahkemenin kararı, Filistin halkının politik mücadele zeminini genişlettiği ve güçlendirdiği için önemli, ve tam da bu yüzden her şeye rağmen İsrail üzerine baskı kurma kapasitesine sahip. Zira “dünyanın en yüksek mahkemesi” olarak bilinen UAD, Gazze’deki koşulların vehametini inkâr edilemeyecek şekilde tespit etti ve İsrail’in şu ana kadar sivillere verilen zararı en aza indirmeye ve soykırım teşviklerini engellemeye/cezalandırmaya yönelik aldığını iddia ettiği önlemlerin yetersiz olduğu sonucuna vardı. Mahkeme tüm bunlara dayanarak Gazze’de soykırım işlendiği iddiasının makul bir iddia olduğuna karar verdi. Ayrıca Mahkeme verdiği bu kararla, “İsrail’e, soykırım sözleşmesine uyma konusundaki sorumluluklarını ciddiye alması yönünde ciddi bir çağrı”da bulunmuş oldu. [7] Üstelik bu kararı, aralarında İsrail’in atadığı ad hoc hâkimin de olduğu hakimler heyetinin büyük oy çokluğu ile aldı ve kararlar ABD’li mahkeme başkanı tarafından canlı yayında okundu. Dolayısıyla Mahkeme aldığı bu kararla, Filistin hareketinin politik mücadele zeminini genişletmiş oldu, ve Gazze’deki soykırımın durdurulması için verilen mücadeleyi de, yeni bir manevra alanı açmak suretiyle güçlendirdi. Bu sayede, örneğin, artık İsrail’in Gazze’de soykırım işlediği iddiası, yalnızca Yahudi düşmanlığından doğan marjinal, dayanaksız ve safsata bir iddia değil, dünyanın en yüksek mahkemesinin “makul” kabul ettiği ve dolayısıyla uluslararası kamuoyunun ciddiye almak zorunda kaldığı bir iddia hâline geldi. 

Üstelik UAD kararlarının etkisi, üçüncü devletler nezdinde sorumluluk doğuracağı için de oldukça büyük. [8] Zira İsrail’in soykırım işliyor olabileceği ihtimalinin UAD tarafından tanınması, diğer tüm devletlerin, İsrail ile ilişkilerini bu hukuki zemin üzerinde sürdürmek zorunda kalacağı ve İsrail’e verecekleri -ister finansal ister söylemsel- her türlü desteğin soykırıma destek vermiş olmakla bir tutulabileceği anlamına geliyor. Ve belki de daha önemlisi, UAD kararının oluşturduğu hukuki zemin, ileride soykırım suçunu işleyen veya herhangi bir şekilde bu suça ortak olan (devlet yetkilileri de dahil) bireylere karşı uygulanabilecek yaptırım kararları ve açılabilecek ceza soruşturmalarına/yargılamalarına da temel oluşturuyor.

Bir başka deyişle, UAD’nin bu kararı sayesinde, İsrail’e doğrudan ya da dolaylı olarak destek veren kişi, kurum ve devletlerin ileride ödeyebilecekleri bedeller giderek büyüyor. UAD’nin kararı sonrası Batılı devletlerin İsrail’e desteklerini tamamen kesmeleri pek olası görünmüyorsa da, soykırım suçlamalarını zayıflatmak ve kendilerini bu suçlamalardan korumak için, İsrail’e askeri operasyonlarını “yumuşatmaları” yönünde baskı yapmaları söz konusu olabilir. Örneğin Mahkeme kararının ardından, Hollanda temyiz mahkemesi, Gazze’de yaşanan ihlaller nedeniyle, İsrail’e F-35 savaş uçağı parçalarının satışının durdurulmasına karar verdi. [9] Benzer şekilde, dava açılmasının hemen ardından ABD Başkanı Joe Biden, Batı Şeria’da Filistinlilere şiddet uygulayan Yahudi yerleşimcilere yaptırım uygulayacağını açıkladı. [10] Bu tür eylemlerin samimiyeti ve etkisi tartışmalı olsa da, İsrail’e destek vermek konusunda devletlerin yaşayacağı en küçük çekimserlik, Filistin özgürlük mücadelesine alan açacak olması sebebiyle ve alan açtığı ölçüde, başlı başına büyük bir kazanım.   

Uluslararası hukuk rejiminin sömürgeci yapısını teşhir eden davalar 

Güney Afrika’nın açtığı dava, öte yandan, mevcut uluslararası hukuk rejiminin sömürgeci yapısını ve Batı’nın çifte standartlarını teşhir edebilecek bir özellik de taşıyor. Zira 7 Ekim’den bu yana, tam da böyle zamanlarda “barışı tesis etmek” ve devletleri uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerine uymaya zorlamak üzere kurulmuş uluslararası hukuk rejimi ve kurumları, neredeyse tamamen işlevsiz hâle gelmiş durumda. [11] Başta ABD, Birleşik Krallık ve Almanya olmak üzere, uluslararası hukuk rejimi üzerinde belirleyici güce sahip birçok yeni-sömürgeci aktör, İsrail’e uluslararası hukukun yaptırım uygulamasını istikrarlı bir şekilde engellemekte – üstelik sadece 7 Ekim’den beri değil, on yıllardır…

7 Ekim’den bu yana, yüzlerce akademisyenin [12], gazetecinin, insan hakları örgütlerinin, [13] BM Genel Sekreterinin, [14] BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ile farklı alanlarda uzman onlarca BM özel raportörünün, [15] defalarca yinelediği çağrılarına rağmen, BM Güvenlik Konseyi İsrail’e acil insani ateşkes çağrısında bulunan bir karar alamadı. Çünkü ABD, bu yönde Konseye sunulan bütün önergeleri veto etti. BM Güvenlik Konseyi, ABD’nin vetosu nedeniyle kilitlenince, Aralık ortasında bu sefer BM Genel Kurulu, Gazze’de derhal insani ateşkes ilan edilmesini talep eden bir kararı, ABD, Birleşik Krallık, Almanya gibi ülkelerin aleyhte/çekimser oyuna rağmen, oy çokluğuyla kabul edebildi – ancak bu kararın etkisi de, özellikle bağlayıcı olmaması nedeniyle sınırlı kaldı. Benzer bir şekilde, Kasım 2023’te Güney Afrika, Bolivya, Bangladeş, Komorlar Devleti ve Cibuti, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının soruşturulması için, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne de başvuruda bulundu. [16] Ancak İsrail’in Gazze’de birçok savaş suçu, insanlığa karşı suç ve hatta soykırım suçu işlediği yönünde ciddi iddialar ve mahkemeye sunulan güçlü deliller olmasına rağmen savcılık bu konuda henüz hiçbir ciddi adım atmadı. [17]

İşte tüm bu uluslararası kurumların ve mahkemelerin işlevsiz, yanlı veya en iyi ihtimalle âtıl kaldığı ve İsrail’in işlediği suçları, kendisine yıllardır Batılı devletlerce sağlanan dokunulmazlık zırhına güvenerek giderek ağırlaştırdığı, söylemlerinin her geçen gün daha da pervasızlaştığı bu ortamda, Güney Afrika İsrail’e karşı UAD önünde dava açtı. Güney Afrika’nın uluslararası sisteme güvenin derinden kırılmış olduğu böyle bir ortamda, insan hakları meselelerinde ve acil müdahale gereken durumlarda politik hareketlerin çok da kullanmaya alışık olmadığı UAD’ye Soykırım Sözleşmesi üzerinden başvuru yapması aslında oldukça yaratıcı bir hamle. Çünkü UAD bir dizi politik hassasiyetle hareket eden bir mahkeme olsa da, işlenen suçlardan bireyleri değil İsrail devletinin kendisini sorumlu tuttuğu, “dünyanın en yüksek mahkemesi” olarak politik bir arena yarattığı ve sözleşmeye taraf olan diğer devletleri bu konuda bir pozisyon almaya zorladığı için stratejik bir forum. 

Bu çerçevede örneğin Güney Afrika’nın başvurusu üzerine, BM Soykırım Sözleşmesi’ne taraf rekor sayıda devlet, davaya ilişkin görüşünü bildiren politik açıklamalarda bulundu. Ayrıca Ürdün, Bangladeş ve El Salvador Güney Afrika lehine, Almanya ise İsrail lehine davaya müdahil olacağını açıkladı. Nikaragua ise Güney Afrika’nın açtığı davaya, eş-davacı olarak dahil olma talebinde bulunduğunu açıkladı. İsrail’e karşı dava açma sorumluluğunu üstlenen devletin, Güney Afrika olması ve Güney Afrika’yı açıkça destekleyen devletlerin neredeyse tamamının Küresel Güney olarak da tarif edilen ülkelerinden oluşması tesadüf değil. Güney Afrika’nın başvurusuna eleştirel yaklaşan bir avuç devletin başını ise ABD, Birleşik Krallık, Almanya ve Avusturya’nın çekmesi de öyle. 

Alonso Gurmendi on X: https://x.com/Alonso_GD/status/1750279580902957304?s=20

Batının uluslararası hukuku, “her zaman yalnızca başkaları için geçerli olan bir şey olarak ele aldığı” [18], bu anlamda, diğer devletleri ve halklarını sömürmek için hegemonya aracı olarak kullandığı, aslında yeni bir argüman değil. Ancak UAD başvurusuyla bu argümanın gerçekliği bütün çıplaklığıyla yüzümüze çarptı. Özellikle ABD, Kanada ve Avrupa ülkelerinin, konu insan hakları ve insancıl hukuk olduğunda sahip olduklarını iddia ettikleri ahlaki otoritenin altının dolu olmadığını hepimize sert bir şekilde hatırlattı. Bu güçlerle dünyanın geri kalanı arasındaki yarık her geçen gün derinleşiyor, bu da uluslararası hukuk sisteminin sömürgeci yapısını teşhir ediyor. Politik mücadeleyle desteklendiği müddetçe her teşhir, potansiyel bir değişimin ihtimalini barındırıyor. Bu anlamda, Güney Afrika başvurusu, sadece bizleri mevcut hukuki kurum ve stratejilerimizin dönüştürücü potansiyellerini yeniden düşünmeye teşvik ettiği için bile önemli.

Sonuç yerine

Güney Afrika’nın UAD’de açtığı davanın, politik hareketlerin hukuk mekanizmalarına bir yandan eleştirel yaklaşırken, diğer yandan da bu mekanizmaları nasıl etkili ve stratejik olarak kullanabileceklerine dair yaptığı hatırlatma nedeniyle önemli olduğunu düşünüyoruz. Aslında birçok politik hareket bir yandan yıllardır yasaları, uygulanışını, hukuki araçları eleştirirken, bir yandan da hem ulusal hem de uluslararası alanda davalar açıyor, duruşmaları izliyor, devam eden davalara müdahil oluyorlar. Mevcut mekanizmalar içerisinde kendilerine manevra alanları açıyor, mahkeme salonlarını politikanın alanı hâline getiriyorlar. Zira hukuk mekanizmaları her daim, eşitsiz güç ilişkilerini ifşa etmek, güç asimetrisini bozmak, politik mücadeleye alan açmak ve sisteme çomak sokmak için de kullanılabilme potansiyeli barındırıyor. [19]

Güney Afrika’nın UAD’de açtığı dava, mahkeme ne karar verirse versin, tek başına ateşkes sağlayamaz, işgali sona erdiremez, Filistin’e özgürlük getiremez ama Filistin özgürlük mücadelesinin taleplerini, kavramlarını, merkez/ana-akım’a taşıyabilme ve bu anlamda politik hareketi güçlendirme, bu mücadeleyi destekleme kapasitesine sahip olabilir. Bu kapasiteyi en etkili biçimde nasıl kullanacağımızı bulmak da bizim sorumluluğumuzda, hukuktan ziyade politik mücadelenin ajandasında.

Aslında bu, Filistin özgürlük hareketinin uluslararası hukuk mekanizmalarını maruz kaldıkları sistematik sömürgeci şiddete karşı ilk kullanışı da değil. Filistin özgürlük hareketi uluslararası hukuku bu anlamda sıkça ve oldukça yaratıcı bir şekilde kullanan bir hareket. Yaklaşık 20 yıl önce, BM Genel Kurulu’nun talebi üzerine UAD “İşgal Altındaki Filistin Topraklarında Duvar İnşasının Hukuki Sonuçları” hakkında bir danışma görüşü sunmuştu. 9 Temmuz 2004 tarihinde verdiği danışma görüşünde UAD, İsrail’in Filistin topraklarında inşa ettiği duvarın hukuka aykırı olduğunu tespit etmiş ve ardından birçok devlet ve şirket, söz konusu duvarın inşasına katkı sunmaktan imtina etmiş, İsrail’e inşaat malzemesi satmak için yaptıkları anlaşmalarda satılan malzemenin duvarın yapımında kullanılmamasını şartı koymaya başlamıştı. Filistin özgürlük hareketinin önemli aktörlerinden Boycott, Divestment and Sanctions (BDS), Duvar kararının hemen ardından, 9 Temmuz 2005’te, UAD’nin kararına dayanarak kurulmuş, ilk duyurusunu yapmış [20] ve “İsrail uluslararası hukuka ve evrensel insan hakları ilkelerine uyana kadar” İsrail’e karşı boykot, tecrit ve yaptırım uygulanması çağrısında bulunmuştu.

Çok daha yakın zamanda, 30 Aralık 2022 tarihinde BM Genel Kurulu, UAD’den “İsrail’in Doğu Kudüs de dahil olmak üzere İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki politika ve uygulamalarından kaynaklanan hukuki sonuçlar” hakkında danışma görüşü sunmasını talep etmişti. 57 ülke ve uluslararası kurum, İsrail’in Filistin topraklarını işgalinin hukukiliğine ilişkin danışma görüşü hakkında kendi tutumlarını içeren yazılı beyanlarını Mahkeme’ye sundu. Bu devlet ve uluslararası kurumlar 19 Şubat 2024’te başlayan duruşmalarda konuya ilişkin görüşlerini sözlü olarak Mahkeme önünde dile getirme imkânı bulacak. Yani, UAD’nin mahkeme salonu, bir kere daha, Filistin hareketine ses olacak bir politik arena olarak kullanılabilecek.

Sonuç olarak, Güney Afrika’nın UAD önünde açtığı davanın bizlere, yakıcı bir savaşın ortasında ve o savaşı durdurma ihtimalinde, var olan her türlü aracı ve yöntemi kullanarak mücadele etme sorumluluğumuza dair önemli bir hatırlatmada bulunduğunu düşünüyoruz. Bu, kullandığımız araçların neyi temsil ettiğine ve hangi güç ilişkilerini yeniden ürettiğine ve sınırlılıklarına dair soru sormayacağımız anlamına gelmiyor – ama bu araçların kusurları ve sınırlılıkları, onları yaratıcı bir şekilde kullanma sorumluluğundan kaçabileceğimiz anlamına da gelmiyor. Dünyanın nüfus yoğunluğu en yüksek bölgesi, kimilerinin “açık hava hapishanesi”ne [21] kimilerinin “Yahudi gettoları”na [22] benzettiği Gazze’ye sıkıştırılmış, aylardır açlık ve susuzlukla hayatta kalma mücadelesi veren Filistinliler, İsrail’in bombalarından kaçmaya çalışırken her geçen gün daha da dar alanlara sıkıştırılıyor. Yaşanan bu vahşetin karşısında, bu sıkışıklığın içinde olmayanların ellerinde olan her türlü aracı Filistinliler için kullanmamak gibi bir lüksü yok. İsrail’in durdurulamadığı her gün, yüzlerce Filistinlinin ölümüyle sonuçlanıyor. Dolayısıyla mücadele alanlarımızın giderek daraldığı bir dünyada, hakların ve hukukun siyaseten gücünü tanıyan, ancak sınırlarına, sınırlılıklarına ve bizi sıkıştırdıkları alanlara dair soru sormaktan vazgeçmeyen [23] bir yaklaşımı devam ettirmek elzem.

[1] Law for Palestine adlı sivil toplum kuruluşu, İsrailli yetkililerin şiddeti teşvik eden ve soykırım niyetine kanıt oluşturacak söylemlerini bir veritabanında topluyor: https://law4palestine.org/law-for-palestine-releases-database-with-500-instances-of-israeli-incitement-to-genocide-continuously-updated/

[2] Nitekim 12 Şubat 2024’te Güney Afrika, İsrail’in Refah kentine planladığı saldırı nedeniyle yeni tedbirlere hükmedilmesi için Mahkeme’ye tekrar bir başvuru yaptı. Bkz. Güney Afrika Cumhuriyeti Başkanlığı, ‘South Africa Makes Urgent Request to Internatıonal Court of Justıce on Rafah Offensive’, 13 Şubat 2024, https://www.thepresidency.gov.za/south-africa-makes-urgent-request-international-court-justice-rafah-offensive. UAD, 17 Şubat 2024’te Güney Afrika’nın acil önlem başvurusunu reddetti, ancak İsrail’in ihtiyati tedbir kararlarına uymak zorunda olduğunu vurguladı.

[3] Nimer Sultany’nın Filistin meselesine ilişkin hukuki söylem ve UAD kararının geçici tedbirler üzerindeki etkisi hakkında tweet zinciri, 4 Şubat 2024, https://twitter.com/nimersultany/status/1754173494286340349?t=sToNnyTpiaMIzcmR-EJJhg 

[4] Heidi Matthews ve Tanya Serisier, ‘Gazze’yi bombalamak cinsel şiddetle mücadele değildir’, 16 Ocak 2024, CounterPunch, (İngilizce’den çeviri, Çeviren: Özlem Barın. Çatlak Zemin, 12 Şubat 2024), https://catlakzemin.com/gazzeyi-bombalamak-cinsel-siddetle-mucadele-degildir/  

[5] Buna dair iyi bir örnek için bkz. Ruby Mae Axelson ve Prachiti Venkatraman, ‘Reproductive Violence in Palestine: The Need for a Feminist Approach to Justice’, Opinio Juris, 1 Şubat 2024, https://opiniojuris.org/2024/02/01/reproductive-violence-in-palestine-the-need-for-a-feminist-approach-to-justice/ 

[6] Eğer İsrail UAD’nin tedbir kararlarına uymazsa, Güney Afrika’nın tek seçeneği bu durumu Güvenlik Konseyi’ne taşımak olacak. Ancak biliyoruz ki başta ABD ve Birleşik Krallık olmak üzere, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri İsrail’e yaptırım uygulamasını engelleyebilecektir. 

 [7] Giorgio Cafiero, ‘What does the ICJ ruling mean for Israel’s Western allies?’, The New Arab, 29 Ocak 2024, https://www.newarab.com/analysis/what-does-icj-ruling-mean-israels-western-allies

[8] Jinan Bastaki, ‘The ICJ’s Provisional Orders Measures and the Responsibility of Third States’, Opinio Juris, 5 Şubat 2024, https://opiniojuris.org/2024/02/05/the-icjs-provisional-orders-measures-and-the-responsibility-of-third-states/ 

[9] UAD’nin kararı, Hollanda’daki davanın temyiz başvurusu görüşüldükten sonra alınmış olsa da, grupların avukatları hakimlerin Uluslararası Adalet Divanı’nın yasal bağlayıcılığı olan kararını dikkate almış olabileceğini söylüyor. Bkz. Molly Quell, ‘Dutch appeals court orders Netherlands to stop exports of F-35 parts to Israel, citing war in Gaza’, The Washington Post, 12 Şubat 2024, https://www.washingtonpost.com/world/2024/02/12/netherlands-court-f35-israel/7970ee8a-c98d-11ee-aa8e-1e5794a4b2d6_story.html 

[10] ‘ABD’den Batı Şeria’da Filistinlilere şiddet uygulayan Yahudi yerleşimcilere yaptırım’, bianet, 2 Şubat 2024, https://bianet.org/haber/abd-den-bati-seria-da-filistinlilere-siddet-uygulayan-yahudi-yerlesimcilere-yaptirim-291338

[11] Agnès Callamard, ‘Gaza and the End of the Rules-Based Order, What the Israel-Hamas War Means for the Future of Human Rights and International Law’, Foreign Affairs, 15 Şubat 2024 https://www.foreignaffairs.com/israel/gaza-and-end-rules-based-order 

[12] Raz Segal, ‘A Textbook Case of Genocide – Israel has been explicit about what it’s carrying out in Gaza. Why isn’t the world listening?’, Jewish Currents, 13 Ekim 2023, https://jewishcurrents.org/a-textbook-case-of-genocide 

[13] Örneğin, The Palestinian Centre for Human Rights, Al Mezan Center for Human Rights ve Al-Haq, ‘Palestinian Civil Society Organisations Call for an Immediate Ceasefire, Decades Long Denial of the Right of the Palestinian People to Self-Determination is Root Cause’, 1 Kasım 2023, https://www.alhaq.org/cached_uploads/download/2023/11/02/commission-of-inquiry-letter-1698910011.pdf 

Center for Constitutional Rights, ‘Emergency Legal Briefıng Paper, Israel’s Unfolding Crime of Genocide of the Palestinian People & U.S. Failure to Prevent and Complicity in Genocide’, 18 Ekim 2023, https://ccrjustice.org/sites/default/files/attach/2023/10/Israels-Unfolding-Crime_ww.pdf.

[14] ‘Gaza: Guterres invokes ‘most powerful tool’ Article 99, in bid for humanitarian ceasefire’, UN news, 6 Aralık 2023, https://news.un.org/en/story/2023/12/1144447

[15] Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği New York ofisi direktörü Craig Mokhiber’in istifa mektubu, 28 Ekim 2023, https://www.documentcloud.org/documents/24103463-craig-mokhiber-resignation-letter

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, ‘Gaza is ‘running out of time’ UN experts warn, demanding a ceasefire to prevent genocide’, 2 Kasım 2023, https://www.ohchr.org/en/press-releases/2023/11/gaza-running-out-time-un-experts-warn-demanding-ceasefire-prevent-genocide 

[16] Aslında UCM başsavcılığı, 3 Mart 2021 tarihinde, 13 Haziran 2014 tarihinden bu yana Gazze, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da işlenen ve Roma Statüsü’nün kapsamına girebilecek eylemleri içeren bir soruşturmayı halihazırda başlatmıştı. Ancak bugüne dek soruşturmanın ne yönde ilerlediğine dair bir açıklama yapılmamış ya da örneğin potansiyel suçlular hakkında yakalama kararı çıkartılması gibi herhangi somut bir adım atılmamıştı.

[17] Rusya Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal ettiğinde de, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’nın da aralarında bulunduğu 39 ülke, 3 Mart 2022’de UCM’ye Ukrayna’da işlenen suçların soruşturulması için başvurdu ve UCM yaklaşık bir sene içinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya’nın Çocuk Hakları Komiseri Maria Alekseyevna Lvova-Belova hakkında savaş suçu iddialarına dayanarak yakalama kararı çıkardı. Bu konuda bkz. 

James Goldston, ‘Don’t let Gaza be another example of International Criminal Court double standards’, Politico, 26 Ekim 2023, https://www.politico.eu/article/dont-let-gaza-conflict-be-another-example-international-criminal-court-icc-double-standards-ukraine/ 

[18] Giorgio Cafiero, ‘What does the ICJ ruling mean for Israel’s Western allies?’, The New Arab, 29 Ocak 2024, https://www.newarab.com/analysis/what-does-icj-ruling-mean-israels-western-allies.

[19] Özgür Sevgi Göral, Yaramız Derindir – Hafıza Sahası ve Sömürgeci Afazi, İSTOS 2023, s. 92-100.

[20] Palestinian Civil Society Call for BDS, 9 Temmuz 2005, https://bdsmovement.net/call 

[21] Roald Høvring, “Gaza: The world’s largest open-air prison”, Norwegian Refugee Council, 26 Nisan 2018, https://www.nrc.no/news/2018/april/gaza-the-worlds-largest-open-air-prison/ 

[22 ] Masha Gessen, “In the Shadow of the Holocaust – How the politics of memory in Europe obscures what we see in Israel and Gaza today.”, 9 Aralık 2023, The New Yorker, https://www.newyorker.com/news/the-weekend-essay/in-the-shadow-of-the-holocaust

[23 ] Remzi Orkun Güner, İnsan Hakları Paradoksu: Özne ve Siyaset, Zoe Kitap, Haziran 2022, s. 303.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.