Zavallılar filminde yönetmen Lanthimos, “insan erdemleri öğrenebilen mi yoksa doğası gereği değişmeyecek ve her zaman kötülük bekleyebileceğimiz bir canlı mıdır?” sorusunun da peşine düşüyor.
*Bu yazı sözü geçen filmle ilgili sürpriz gelişmeler (spoiler) içerir.
Zavallılar (Poor Things) Yorgos Lanthimos’un 2023 yapımı son filmi. Alasdair Gray’in aynı adlı romanından yapılan uyarlama Lanthimos’un en iyi filmlerinden biri olarak gösteriliyor. Başrolleri Emma Stone, Mark Ruffalo, Willem Dafoe ve Ramy Youssef paylaşıyor. Filmde Emma Stone baş döndürücü bir performans sergiliyor. Fantastik ve kara komedi unsurlarıyla süslenmiş görsel ve düşünsel bir şölen. Zavallılar ilk gösterimiyle 1 Eylül 2023’te 80. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü aldı. 2023’ün en iyi 10 filmi arasında gösterildi; en iyi film ve en iyi kadın oyuncu dallarında iki Altın Küre Ödülü kazandı.
Frankenstein öyküsünden yola çıkılan, yer yer masalsı bir Viktorian atmosferin hakim olduğu film, zamansız bir dönemde geçiyor. Çeşitli uçan arabalar, garip görünümlü gemi, tuhaf aletler, kameranın balık gözü çekimleri filmin görselliğini doruğa çıkarmış.
Dr. Frankenstein “yaşamın kaynağını araştırmak için önce ölüme başvurmalıyız” diye düşünüyordu. Filmdeki egzantrik “frankenstein cerrah” da, köprüden atlayarak hamileyken intihar eden Victoria adındaki bir kadının bedenine, bebeğinin beynini yerleştirerek onu canlandırıyor. Film boyunca, kendisine bir bebek beyni nakledilen genç bir kadının, Bella Baxter’in kendini keşfetme, büyüme ve özgürleşme yolculuğunu izliyoruz. Lanthimos, filmde “bu yolculuk ataerkil normlardan ve toplumsal baskılardan azade bir şekilde olsa ne olurdu?” sorusunun peşinden gidiyor. Frankenstein bir kadın yazarın; Mary Shelley (Godwin)’in eseridir, kendisi de bir anne olduğu için yapıtı bir “doğum miti” olarak değerlendirilmektedir. “Ölümlülüğe sonsuza kadar yaşayarak değil, yeni bir insan yaratarak kafa tutar”. Mary Shelley’in annesi dönemin ünlü ve parlak kadın hakları aktivisti Mary Wollstonecraft, babası yazar felsefeci William Godwin’dir. Ünlü şair Percy Shelley ile evlilik dışı bir ilişki yaşamış ve sonra onunla evlenmiştir. Mary ilk hamileliğini 16 yaşında yaşar, bebeklerini doğumlarından birkaç ay sonra kaybeder ve 18 yaşındaki Mary Godwin Frankenstein‘i 1818’de yazmaya başlar. Doğan bir canavardır ve doğum travmasını korku, suçluluk, tiksinti ile anlatır; mutlu doğum madalyonunun tersini yani.
Bu noktada, Frankenstein romanından esinlenilen filmde, Frankenstein konumundaki kişinin isminin, yazarına ithafen Dr. Godwin Baxter olmasının tesadüf olmadığını anlıyoruz. Filmdeki Frankenstein ise çocukken babası tarafından bilim adına maruz bırakıldığı ağır işkencelere, travmatik yaşantıya ve bir “ucube” olmasına rağmen “canavar” ve kötücül bir karakter değildir. Yaratımı olan Bella’yı sever ve aslında tehlikelerden korumak adına bir tür hapis hayatı yaşatsa da, cinselliğini keşfedince onu ayartan ahlaksız avukat Duncan Wedderburn ile kaçmasına göz yumar. Lizbon’dan başlayan yolculuk, Bella’nın hayatı ve cinselliğini keşfetmesi, zekasının da gelişmesiyle özgürlüğe olan yolculuğudur. Bu yolculukta onun çocuksu hallerine, bebeksi davranışlarına hoşgörüyle yaklaşan Duncan, Bella bağımsızlaştıkça, onu kapatma arzusu ile sandığa hapsederek, kontrolünün kolay olacağını düşündüğü bir gemi yolculuğuna çıkarır. Kırılgan erkeklik iyice görünür olmuştur. Bella, rızası dışında çıkarıldığı bu yolculuk için öfkelidir. Gemide kendisini felsefeyle tanıştıran yolcular Martha ve Harry ile arkadaş olur. Kitap okuma merakı Duncan’ı delirtir. Bella bu yolculuk sırasında dünyadaki kötülüğün, “kendisinden her şey beklenebilen, kötü ve değişmeyecek tabiatlı” insanların bir eseri olduğunu söyleyen umutsuz Harry tarafından derin yoksulluk ve açlık görüntüleriyle tanıştırılır. Gördükleri Bella’yı çok etkiler ve Duncan’ın tüm parasını bu yoksullara dağıtılmak üzere gemi görevlilerine verir. Yönetmen Lanthimos’un, “insan erdemleri öğrenebilen mi yoksa doğası gereği değişmeyecek ve her zaman kötülük bekleyebileceğimiz bir canlı mıdır?” sorusunun da peşine düştüğünü anlıyoruz. Bella karakteri, sorunların sorumluluk taşıyarak üstesinden gelinebileceğini; hayatın hiç karamsarlığa düşmeden, çocuksu bir merakla, kendi bedeninden utanmadan yaşanabileceğini söylüyor bize.
Yolculuğun geri kalanını paralarını kaybettikleri için ödeyemeyen Bella ve Duncan önce Marsilya’ya bırakılır ve ardından Paris’e giderler. Bella, para ve kalacak yer bulmak için bir genelevde çalışmaya başlar. Duncan bu duruma çok öfkelenince Bella onu terk eder. Genelevde Madame Swiney’nin yönetiminde çalışırken onu sosyalizmle tanıştıran başka bir fahişe Toinette ile arkadaş olur. Bu dönemde biseksüel yönünü de keşfeder. Müşteri erkekler arasından dilediğini seçmesine izin verilmeyince, onlarla bir tanışıklık, bir hikaye oluşturmayı dener. Toinette onu “doğum izi” konusunda uyarır. Artık ölümcül hasta olan Godwin, Max’ten Bella’yı kendisine getirmesini ister. Bella Londra’da kendi doğum hikayesini öğrenince Godwin’e öfkelenir önce fakat sonra onunla barışır. Filmin belki de tek olumlu ve “zavallı” olmayan erkek karakteri olan asistan Max’ın, kendisini fahişelik yaptığı için suçlamaması üzerine evlilik teklifini yineler. Düğün sırasında, ölen Victoria’nın eski kocası çıkagelir; Bella bedeninde olduğu kadının neden intihar ettiğini merak ederek adamın peşinden gider. Eski koca Alfie, Bella’yı malikanesine hapseder. Adamın şiddet dolu kişiliğini farkeden Bella, bayıltılarak kadın sünnetine maruz bırakılacağını öğrenir ve Alfie’yi tabanca ile yaralayarak Londra’ya, Godwin’in evine taşır. Max ile birlikte Alfie’ye keçi beyni naklederler. Artık tıp okumaya, hayatını özgür yaşamaya, ölümünden sonra Godwin’in işini sürdürmeye karar vermiştir.
Film insanı aynı zamanda erdemleri öğrenebilen, doğruyu yapabilme yetisine sahip, sorumluluk taşıyabilen bir canlı olarak çiziyor ve umutvar biçimde sonlanıyor.