Sosyal refah devletinin büyük ölçüde tasfiye edildiği, buna rağmen kadınların piyasaya girmesinin adeta bir zarurete dönüştüğü ülkelerde, ev içi emeğin ve bakım işlerinin üretilmesi temel bir sorun haline gelir.
Chantal Akerman’ın yazıp yönettiği Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles 1970’lerde Belçika’da yaşayan orta sınıf bir “ev kadınının” aralıksız üç gününü anlatır. Uyku saatlerini saymazsak adeta gerçek zaman akışında geçen filmde 40’lı yaşlarındaki Jeanne’nin durmak yorulmak bilmeyen gündelik rutinini izleriz. Bu rutin en ince ayrıntısına kadar bir kadının tekrar eden, monoton hayatının tasvirinden oluşmaktadır. Tabaklar masaya konulur, kaldırılır, ışıklar yakılır, söndürülür, kıyafetler hazırlanır, kaldırılır, ceketler tutulur, ayakkabılar parlatılır, patatesler soyulur, sevişilir, yıkanılır ve mutlaka ve her seferinde ışıklar yakılır ve söndürülür. Film sabırlı izleyici için beklenen sürprizi sona saklasa da üç saat boyunca hanede görülen işin insanı cinnete sürükleyebilecek tekdüzeliğine odaklanmamızı sağlar.
Film çekildiğinde sene 1975’tir ve o tarihlerde işçi ve işveren temsilcilerinden oluşan “Ulusal Çalışma Konseyi” ilk defa Belçika’da “eşit ücret” üzerine bir toplu sözleşme imzalayacaktır. Bu sözleşme ulusal çapta kadınların hayatını etkilemesi bakımından önemlidir fakat tesadüf değildir. Sözleşmeden dokuz yıl kadar önce, Belçika’da FN Herstal adlı bir silah fabrikasında çalışan 3000 kadar kadın, eşit ücret talebiyle üç ay boyunca greve gider. Grev, kadınların tüm üretim araçlarını bloke etmesiyle başlar ve Herstal sokaklarına taşınır. Sendikalar başta yanaşmasalar da, 12 hafta süren ve kamuoyunun da ilgisini çekmeyi başaran kadınların direnci karşısında greve destek vermeye mecbur kalırlar. Grev kadın işçilerin taleplerinin kısmi olarak karşılanmasının yanı sıra ücretlerinin de artmasını sağlayarak başarıyla sonuçlanır. Herstal grevi birçok açıdan dönüm noktası olur; “eşit ücret” talebinin kurumsallaşmasının önünü açar ve sendikaları kadın işçilere yönelik politikalarını gözden geçirmeye zorlar.[1]
Ücretli emek piyasasına giren kadınların fabrikalardaki grevleri 19. ve 20. yüzyıl boyunca kadınlar için yeni kazanımların tetikleyicisi olacaktır. Kadınlar önce piyasaya girmek, sonra piyasada kalmak ve piyasada eşit muamele görmek için mücadele ederler. Pamuk fabrikalarında, dokuma tezgahlarında, ayakkabı atölyelerinde, maden ocaklarında, eğitim, ulaşım, sağlık sektöründe çalışmaya başlayan kadınlar iş saatlerinin azaltılması, çalışma ortamının iyileştirilmesi ve erkek işçilerle eşit ücret başta olmak üzere tüm koşulların “eşitlenmesi” için iş yerlerini ve sokakları işgal ederler. 1825 yılında New York’ta kurulan ilk kadın sendikası United Tailoresses of New York, tekstil ve giyim sektöründeki sendikaların mütemadiyen görmezden geldiği kadınları kısa zamanda harekete geçirir. Sendika 1831 yılında 1600 kadının katıldığı bir grev düzenler ve yüzyılın henüz ilk yarısında “emeğimizin karşılığını istiyoruz” sloganıyla kadınların fabrikalardaki emeğinin değersizliğine dikkat çeker.[2] Birkaç yıl sonra 1834’te Massachussets’te bulunan Lowell pamuk fabrikasında çalışan kadın işçiler (Mill Girls – Fabrika Kızları olarak anılırlar), ücret kesintilerine direnirler ve direnişleri sonraki yıllarda devam edecek grev dalgalarının öncüsü olur. 1918’de Londra’da ulaşım sektöründe çalışan kadınlar düşük ücretlere karşı greve giderlerken, 1968’de onları Ford’un Dagenham imalathanesindeki kız kardeşleri takip edecektir. Dagenham grevi 1970 yılına gelindiğinde İngiltere’de Eşit Ücret Yasası’nın parlamentodan geçmesini sağlayacaktır. Grevler sadece sanayi devriminin geliştiği ülkelerde gerçekleşmez. 1876’da İstanbul’da Rum ve Ermeni toplumuna mensup 50 kadının örgütlediği grevde Feshane işçisi yüzlerce kadın Babıali’ye yürüyerek Sadrazam’a uzun zamandır ödenmeyen ücretlerinin ödenmesine yönelik bir dilekçe sunarlar.[3] Bu tarihten daha önce 1839 yılında Osmanlı toprakları içerisinde vuku bulan bir diğer kadın eylemi Plevne’de gerçekleşecek, işlerini kaybetme endişesi taşıyan kadınlar makineleşmeye karşı isyana girişecektir.[4]
Kadınların grev tarihi burada kısaca değinilen, coğrafi ve içerik olarak sınırlı bir kaç örnekten çok daha kapsamlıdır şüphesiz. Sanayi devrimi fabrikaları kitlelerin birleştiği bir ortak kamu haline getirmiştir fakat bununla birlikte fabrikayla hane arasındaki çizgiyi belirginleştirmiştir. Kadınlar evde ve fabrikada gerçekleşen çifte mesailerinin yalnız ücrete dönüşebilen kısmı üzerinde pazarlık gücü elde edebilmiştir. Sadece kamusal olanın politik, politik olanın da mücadele edilebilir olduğu iddiasını ise ikinci dalga feminizm çürütecektir.
Fabrikalardan evlere
60’lı ve 70’li yıllar ikinci dalga feminizmle birlikte özel alandaki emek ve beden sömürüsünün deşifre edilmesinin yanı sıra, kadınların kamusal alanda ücretli emekleri üzerindeki hak ve denetim taleplerinin de sınırlı ölçüde karşılık bulduğu yıllar olur. Farklı coğrafyalardaki eşitsiz gelişime rağmen kadınların istihdama katılımı büyük ölçüde artar ve istihdam alanları çeşitlenir. Yasal mevzuatlar güncellenir; miras hakkı, çalışma hakkı, eşit işe eşit ücret hakkı, kreş hakkı gibi haklar -kimi zaman kağıt üstünde kalsa ve sınırlı bir coğrafyada uygulama alanı bulsa da- ulusal ve uluslararası mevzuatlara girmeye başlar. Bununla birlikte kadınlara sunulan istihdam alanlarının eğreti, güvencesiz ve aileyle uyumlu olması hâlâ dünya kadın nüfusunun ezici çoğunluğu için istihdamın genel niteliğini oluşturur.
Ücretli emek piyasasına girebilen kadınlar için sosyal refah devletinin sağladığı faydalar, kadınları eve bağımlı kılan çocuk ve yaşlı bakım hizmetlerinin belirli ölçülerde karşılanması için önemli bir işlev görür. Devletin sosyal politikaları ev içi işbölümünü doğrudan ve köklü olarak değiştirmez fakat kadınların patriyarkaya karşı güçlenmesine yol açan ekonomik ve sosyal faydalar, özel alanın kamusal politikalarla yeniden şekillendirilmesine aracı olur.
Bununla birlikte sosyal refah devletinin büyük ölçüde tasfiye edildiği ve buna rağmen kadınların piyasaya girmesinin adeta bir zarurete dönüştüğü ülkelerde, ev içi emeğin ve bakım işlerinin üretilmesi temel bir sorun haline gelir. Çalışan kadınların yardımına ailenin daha yaşlı bireyleri, ebeveynler ya da geniş ailede bulunan diğer kadınlar koşar. Aile kurumu, yaşlıların yeni doğanlara, daha sonra yeni doğanların yaşlılara bakım hizmeti temin etmesiyle kendi içinde bir ekonomi döngüsü oluşturur. Aile küçüldükçe ve kentsel hayat içerisinde aile bireyleriyle buluşma imkanları zorlaştıkça haneler gerçek bir “iş yeri” haline gelir. Artık evde emeğini ücret karşılığı satan bir “işçi” vardır. Bu işçi yine kadındır ve kadın işvereni karşısına konumlandırılmıştır.
Neoliberal politikalar kaynakların dağılımını sermaye birikimi rejimi lehine yeniden düzenlerken, sadece erkeklerle kadınlar arasındaki değil, kadınlarla kadınlar arasındaki işbölümünü de kitlesel biçimde dönüştürür. Geçmişte sadece üst gelir grubunun çekirdek hanesinde gerçekleşen ve ev/bakım hizmetlerinin karşılanması anlamına gelen ücretli emek biçimi giderek orta gelir grubuna yayılır ve ücretli ve ücretsiz emeğin birlikte, aynı hane içinde yer aldığı yeni ve yaygın bir ev-emek rejimi olarak karşımıza çıkar.
Bu ev-emek rejiminde bugün tüm dünyada 67.1 milyon kişi ev işçisi olarak çalışmaktadır.[5] Ev işçileri, kreş, çocuk ve yaşlı bakımı gibi kamu hizmetlerinin sağlanmadığı ülkelerde tam zamanlı istihdam edilmekte ve çoğunlukla da göçmenlerden oluşmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) rakamlarına göre tüm dünyada 11.5 milyon göçmen ev işçisi bulunmaktadır. Bu rakamın % 70’ten fazlasını kadınlar oluşturur.[6]
Ve belki de uzun süredir başımızı döndüren temel sorulardan biri şudur; patriyarkaya karşı mücadelede neoliberal işbölümünün hane içinde birbirine karşı konumlandırdığı kadınlar olarak kız kardeşliği nasıl tesis edeceğiz? Jeanne’nin boğucu hayatı eğer başka bir kadınınkiyle yer değiştiriyorsa bu cendereden nasıl çıkacağız? Bugün kadın grevinin değişen, gelişen anlamı belki bu sorulara yanıt vermek açısında oldukça verimli bir alan açacak.
Kadınların grevi ve kız kardeşlik üzerine düşünmek
Özel alanın politikasını yapmak, hane içinde ücretli/ücretsiz emeği aynı anda savunmamız ve bunun için de kadınlar arası yeni ilişkiler inşa etmemiz, politikalar geliştirmemiz gereken bir alan. Fabrikalarda ve işyerlerinde kolektif şekilde örgütlenerek harekete geçme alanları bulduğumuz fakat hane içi emek -ve tabii aşk, arzu, cinsellik- söz konusu olduğunda tek başına, bireysel hareket eden, karar alan öznelere dönüştüğümüz gerçeğini değiştirmemiz gerek. Kurallarını düzenlemediğimiz her ilişki keyfi ihlalleri beraberinde getirmeye müsait.
Kurallı ilişki biçimlerini, tıpkı bir toplu pazarlık yaparcasına hem hane içi ücretli emeğin hem de ilişkinin bir temeli haline getirmemiz bir yol olabilir. Ücretli çalışma sisteminin bir kazanımı olarak, göçmen ya da değil, tam zamanlı konaklayan ya da gündelikçi tüm ev işçisi kadınlar için iş akdi yapmak, bu akitle çalışan tarafları güvence altına almak, tazminat yükümlülüğü getirmek, çalışma saatleri tanımlamak, dinlenme saatlerini garanti altına almak, sosyal sigorta sistemine kayıt olmak, özel alanı bu yolla kamusal bir mesele haline getirmek kız kardeşliğimizi de güçlendirecektir.
18. ve 19. yy. boyunca kadınların grevi, hedef aldığı işverene karşı bir tehdit unsuru olduğu için güç kazandı; yeni kuralların hayata geçmesini, bu kuralların kurumsallaşmasını sağladı. Aynı örgütlü iradeyle bugün sokaklarda “grev” ismiyle mücadele ettiğimiz özneye karşı gerçek bir tehdit oluşturabilecek miyiz? Bu tehdit kadınların özel hayatlarında herhangi bir radikal değişime işaret edecek mi? Bu soruların cevabını zaman gösterecek. Şimdilik, kadınların patriyarkaya karşı mücadelesini esas alan ve sadece kadınların emeğinin değil bir bütün olarak varlığının metaya dönüştürülerek tahakküm altına alındığına işaret eden bu yeni grevin bazı ülkelerde sendikalar tarafından desteklenmesini, geleceğe dair bir umut ışığı olarak görebiliriz.
Kaynakça:
[1] Sanders, S., Gradskova, Y. (2015): Institutionalizing Gender Equality: Historical and Global Perspectives, Lexington Books, p.p. 46-47.
[2] Lerner, G. (1977): The Female Experience: An American Documentary, Oxford University Press.
[3] Akyol, H. (2012): Aykırı Kadınlar, Osmanlı’dan Günümüze Devrimci Kadın Portreleri, İmge Kitabevi Yayınları / İnceleme-Araştırma Dizisi, Haziran 2012.
[4] Küçüksarp, M., Osmanlı’da Kadın Emeğinin Kısa Tarihi, https://bianet.org/bianet/tarih/194967-osmanli-da-kadin-emeginin-kisa-tarihi (Erişim: 23.03.2018).
[5] ITUC – IDWF – ILO – GAP Action Guide for Unions and Domestic Workers on How To Lobby or Convention, 2015, Available at: https://www.ituc-csi.org/IMG/pdf/itucdomesticworkersunite-final-en-final_digital.pdf (Erişim: 01.02.2018).
[6] ILO Global Estimates on Migrant Workers, Department of Statistics 2015.