Alaca Heyheyler, Arzu Yayıntaş, Güneş Terkol ve Sevil Tunaboylu’dan oluşan ve üretimlerinin merkezine kadınların deneyimlerini alan bir sanatçı grubu. Depo’da açılan ikinci sergileri Kadınlar Atlası, 17 Şubat tarihine kadar ziyarete açık. Alaca Heyheyler ile Kadınlar Atlası sergisinin yanı sıra feminist sanat üretimi pratiklerini konuştuk.

Alaca Heyheyler olarak ilk serginizi 2017 yılında, annelik ve doğurganlık üzerine yaptığınız atölyelerin bir devamı niteliğinde “Bize Ait Bir Oda” ismiyle yapmıştınız. Alaca Heyheyler Kadınlar Atlası ise 8 Aralık’ta Depo’da açıldı. Öncelikle kendi deneyimleriniz ile başka kadınların deneyimi üzerine birlikte düşünerek üretim yapmak sizin için nasıl bir süreç?

Sevil: Aslında sergiye hazırlanma sürecinde yaptığımız atölyeler, kitap ve sergi içeriğini belirleyen konular, sadece annelik ve doğurganlık üzerine değildi. Bir kız çocuğunun, doğduğu andan itibaren kendisine atfedilen etiketler ve bunların üzerindeki etkileri, gençliği, yetişkin hayatı ve yaşlılığı boyunca yaşadığı tüm dişil döngüleri içeriyordu. Kadınların verdikleri cevaplar üzerinden üretmek, kendi adıma öğreticiydi. Çocukluğumdan beri, sadece kadın olduğum için yalnız hissettiğim durumlarda aslında yalnız olmadığımı hatırlattığı için önemliydi.

Güneş: Ursula K. Le Guin, erkekler tarafından yazılmış tarihin pek çok eksik ve çürümüş parçalarının kadınlar tarafından tekrar yamalanmasından bahseder. Kadın sanatçılara tarih boyunca genel olarak cinsiyetçi bir önyargı ile bakılmıştır. Uzun yıllardır dikiş ile uygulama yapan sanatçıları takip ediyorum ve domestik görünen bir işlemin ne kadar isyankar bir dile dönüştüğünü görüyorum. Benzer şekilde Alaca Heyheyler olarak altı yıldır kadınların dile gelmeyen, kişisel görülen biyolojik ve duygusal geçişlerini paylaşmak ve üzerine üretimler yapmak çok verimli bir süreç. Genelde bildiğimi sandığım kadınlık hallerinin aslında açıldıkça derinleştiğini gördüm.

Arzu: Atölyelere ilk olarak 2015’te anne olan sanatçılar ile başlamıştık. Ben anne olunca neye uğradığıma şaşırdım. Kişisel ilişkilerimde ve profesyonel bağlantılarımda görünmez oldum gibi gelmişti. Diğer sanatçılar ile doğurganlık üzerine buluşmalarla onlar ne deneyimliyorlar, nasıl bir çıkış yolu yaratıyorlar, nasıl birbirimize destek olabiliriz üzerine üretmek için buluşmalar yaptık ama hep konuştuk. Anlatmak ihtiyacı hiç bitmedi. Saatlerce sadece konuştuk. Bunun üzerine kadınların deneyimlerini anlatabilecekleri, görselleştirebilecekleri bir alan açmak için Alaca Heyheyler ortaya çıktı.

Doğurganlık ve dişil döngüler ekseninde kadın bedeni, ruhu, kariyeri, ilişkileri, hayalleri nasıl etkileniyor ve dönüşüyor kadınların dilinden dinleyelim istedik. Alaca Heyheylerin ilk kitabı 150’ye yakın kadın katılımıyla yazıldı. Kadınların ve dolayısıyla bizim de birbirimizin deneyimini öğrenerek güçlendiğini gördük. Başka kadınların da regl, pms, menopoz, doğum, kürtaj, düşük ve biyolojik saat gibi konular başlığında aynı baskılardan, önyargılardan, zorluklardan geçtiğini aynı engellere tosladığını görünce bunun kişisel bir şey olmadığını, bizden değil toplumsal bir eşitsizlikten ve baskıdan kaynaklandığını daha iyi görüyor insan. Bu da üzerimize yapışan yetersizlik hissinin gereksiz olduğunu, haklarımızı, arzularımızı sistematik bir şekilde yok sayan toksik kültürün asıl mücadele etmemiz gereken yaklaşım olduğunu gösteriyor. Feminizmin ana sloganlarından biri olan “Kişisel olan politiktir” lafını her eve çerçeveletip asmak lazım. Hatta bunu şu anki sergimize de asmayı düşünüyorum.

Bize Ait Bir Oda’da 23 kadın sanatçıyı davet ederek sergi yaptık. 2017’de doğurganlık, regl, annelik, menopoz gibi dişil döngülere dair meseleler çağdaş sanat dünyasında çok da görünürlük bulmuyordu. Şimdi durum çok farklı: Uluslararası sergilerde kadın meseleleri ve feminist işler oldukça popüler. O yıllarda bu meselelere odaklanan işler elenir, sıkıcı bulunur ya da kendine ancak feminist sergilerde yer bulabilirdi. 23 sanatçının bir araya gelip sadece bu konular üzerine bir sergi yapması da bu değişimi başlatan şeylerden biri oldu. Son İstanbul Bienali’nde anneliğe odaklanan araştırmaların ve çalışmaların yer alması bu anlamda sevindirici. Kolektif bir mücadelenin ve bilinçlenmenin bir değişim getirebildiğini gösteriyor.

‘Kız Çocukluğumuz’, ‘Ergenlik’, ‘Cinsellik’, ‘Beden Zihin ve Ruh Bütünlüğü’, ‘Duygusal İlişkiler ve Bağlar’, ‘Kızkardeşlik’, ‘Evde, İşte, Sokakta Kız Başına’ başlıklarında hazırladığınız soruları yaygınlaştırarak kadınlardan yanıtlar topladınız. Kadınların deneyimlerini toplayarak kamusallaştırmanın sizin için politik anlamı nedir?

Sevil: En sevdiğim feminist slogan “Asla yalnız yürümeyeceksin”. Sorduğumuz sorular cevaplaması kolay sorular değildi. Cevaplayamayan da oldu, canını acıtsa da derinlemesine yanıtlayan da. Tüm bu kendi kendine deneyimin sonunda, kadınlar kitabı okuduklarında, benim bu sloganı gördüğüm her yerde kendimi iyi hissetmem gibi kendilerini iyi hissetsinler isterim. Ayrıca kitabımızın, değindiğimiz konuları odağına alan, farklı meslek dallarında eğitim gören öğrenciler için de kaynak teşkil etmesini istiyoruz. Birlikte dinlediğimiz ve öğrenmeye devam ettiğimiz dünyalarımız benim için yeterince politik.

Güneş: Hannah Arendt “İnsan sadece ölümlü değil doğumludur ve doğumluluk tahmin edilemezlik ile ilgilidir” der. Sergide izleyicileri anonim cevaplar içinde gezerken belirsizliğin getirdiği avantajları görmeye davet ediyoruz. Yeni fikirlere gebe ve davetkar bir kurgumuz var. Elbirliği ile bir araya gelmiş bir kesit olan yerleştirmede hem kolektif dayanışmayı hem de bireysel olan politiktir söylemini bulabilirsiniz.

Arzu: İlk soruda bahsettiğim gibi “Kişisel olan politiktir” sözünün ışığında ilerliyoruz gibi geliyor bana. Kadınların cevaplarındaki korkuların, baskıların, endişelerin, yetersiz hissetmelerin, karşılaştıkları engellerin farklı sebep ya da kişilerden olsa da sistematik bir toksik kültürden kaynaklandığını keşfetmek daha önce bunun üzerine düşünememiş biri için bir aydınlanma etkisi yaratıyor. Ben sergi mekanının bir kısmını sanatçı olarak işgal edip, kendi stüdyoma dönüştürdüm. Bununla aslında bekar anne olarak kendi deneyimimi de kamulaştırmış oluyorum. Bekar bir anne olarak stüdyo olanağı olmadan, evde aile hayatı içinde sanat yapmak çok zor. Mekan ile ilişkiniz farklı oluyor ve ev zamanınızı ve dikkatinizi çalan bir canavar gibi. Bu işgalimle bekar sanatçı annelerin zorluklarına da bir görünürlük vermek istiyorum. Bekar annelik zor, bekar sanatçı anne olmak daha da zor. Hem para kazanacak bir iş yapmak, hem sanat yapmak, hem de çocukların tüm her şeyiyle ilgilenmek imkansızı başarmaya çalışmak gibi. Sanat dünyasının unutkan, nankör yapısı işleri daha da zorlaştırıyor. Ne kadar açılışlarda, etkinliklerde görünür olursanız, o kadar profesyonel ilişkileriniz gelişiyor ve çağdaş sanatta bu kurduğunuz ilişkiler çok önemli. Dolayısıyla bekar annelerin görünürlük kazanması çok daha zor. Sergi mekanındaki stüdyomda bazen arkamdaki duvara bilgisayarımdaki düşünce haritalamamı, hedeflerimi, endişelerimi, yapılacak işleri yansıtıyorum. Bu aslında kendin olarak var olabilmenin imkansızlığının bir projeksiyonu benim için.

Birbirinden farklı biçim ve stillerde üretim yapan sanatçılar olarak işlerinizi nasıl konuşturdunuz? Deneyimlerle ve birlikte çalışma biçiminizden bahsedebilir misiniz? Bunu özellikle hangi sorulara gelen yanıtların ilginizi çektiği üzerinden de soruyorum.

Sevil: Atölyeler en önemsediğim kısmı. Yeni tanıştığım kadınlarla aynı masaya oturup, bir konu etrafında konuşmak, açılmak ve tartışmak öğretici olduğu kadar, bir bayram günü tüm sevdiklerimle yemekte olmak gibi; çok sesli ve her şeye rağmen neşeli.

Güneş: Alaca Heyheyler olarak üretim yapmak benim için çok önemli. Farklı stillerde üreten üç sanatçı olmamız bizi zenginleştiriyor. Çalışma sürecimiz işbölümü üzerinden ilerliyor, soruların hazırlanması, cevapların editlenmesi, atölye içerikleri, nasıl kurgulanacakları, sergi kurulumunda mekanın paylaşımı gibi pek çok konu aramızda uzlaşma ile ilerliyor. Olabildiğince yatay bir örgütlenmeyi korumaya çalışıyoruz.

Arzu: Alaca Heyheyler benim için bir düşünce üretim yeri gibi. Sesli düşünüp, hayal kurabileceğiniz güvenli ve anlayışlı bir arkadaşlık, bir aradalık. Hepimizin farklı hayatları, üretimleri, dertleri ve bakış açıları var. Üçümüz de bize sunulan kadınlık kodlarını olduğu gibi almak değil masaya yatırıp, didikleyip, inceleyip, parçalara ayırıp istediğimiz şekilde yeniden bir araya getirmeye hevesliyiz. İlk kitapta bunu kadının doğurganlığı üzerinden yaptık çünkü o zaman ona bakma ihtiyacı duyuyorduk. Doğurganlıkla derdimiz vardı. Sonra yaş aldıkça kadına bütüncül bir bakış atmak istedik ve Kadınlar Atlası ortaya çıktı. Sergide kimsenin işinin altında isim yok çünkü kolektif duruşumuz öne çıksın istedik. Kadınlar Atlası sergisini asıl oluşturan şey, kadınların söyledikleri sözler. Bizim işlerimiz ise, kadınların söylediklerinin okunur kılınması için gerekli noktalama işaretleri gibi. Bizim görsel üretimlerimiz, kadınların sözleri ile bir bütün yani Kadınlar Atlası kendi kendine tek bir yerleştirme gibi. Sergilerimizi kurarken ve kendi aramızdaki çalışmalarda, feminist yöntemleri uygulamaya özen gösteriyoruz. Kolektif hareket ediyoruz ama birbirimizin farklılıklarını ve renklerini soldurmamaya özen gösteriyoruz. Çalışmalarımız sırasında temas ettiğimiz kişilerle de gören, duyan ve nasıl alan açarız yaklaşımı ile iletişim kuruyoruz. Alaca Heyheyler ile birlikte kadınlığımız ile sanat üretimimiz de birlikte dönüşüyor. Bence en keyifli olan kısmı da bu. Benim kendi kişisel yolculuğumda, Kadınlar Atlası’nın en ilgi çekici kısmı kız çocukluğu, duygusal bağlar ve beden ve ruh bütünlüğü bölümleri oldu.

Üçünüz de feminist hareketle dirsek teması olan kadınlarsınız, bu sergiyi üretme biçiminizin yanı sıra düzenlediğiniz atölyelerle de sanatı aktivizm imkanı olarak kullanıyorsunuz. Siz nasıl besleniyorsunuz bu süreçten?

Sevil: Biz oldukça esnek bir grubuz. Her birimizin sanat pratiği farklı olduğu gibi, çalışma biçimi de farklı. Bence bir evin üç farklı odasının açıldığı antre gibiyiz. Orada biriken birlikte dönüştürülüyor, ama herkesin de kendine ait bir odası var, orada kimse ona karışmıyor. Sanıyorum her birimiz soruları hazırlarken, kendisi için başat gördüğü meseleler üzerinde daha çok durdu. Bu benim için, keşfedilen cinsellik -çocukluğu ve ergenliği daha çok içeriyor- ve atfedilen cinsel kimlikler ve sokakta bıçak sırtı durumlarla mücadele etmekti. Sergideki işim de, çocukluğumdan yetişkin hayatıma kadar biriktirdiğim fotoğraf, desen ve günlüklerden oluşan bir yerleştirme. Bir arşivsel otoportre.

Güneş: Sevil’e katılıyorum kendi sanatsal pratiklerimizi koruduğumuz bir yapımız var. İşlerimde çoğunlukla toplumsal cinsiyet konularıyla ilgileniyorum. Kadınların, kalıplaşmış cinsiyet ve sınıf ayrımlarına direnmesi ve kendi kimliklerini savunmak için buldukları yolları inceliyorum. Bu anlamda sergiye ‘Duygusal İlişkiler ve Bağlar’ ve ‘Kız Kardeşlik’ üzerine diktiğim işleri ortaya koydum. Farklı konumları kabul eden fantastik figürler ürettim.

Arzu: Ben kendimi feminizm ile dirsek temasından öte, feminist hareketin içinde olarak görüyorum. Kadın hareketinde yıllarca aktif olarak da yer aldım ve aynı zamanda çağdaş sanat alanında da çok fazla feminist proje yaptım. Bunlardan bir kısmı feminist hareket ile kadın sanatçılar arasında bağı daha da güçlendirmek adına yapılan projelerdi. Bu temastan bence her iki taraf da birbirinden oldukça fazla şey öğrendi. Feminist politikayı derinlemesine incelemek, sanattaki cinsiyetçi, ayrımcı yaklaşımları ve örtülü eşitsizliği analiz edebilmek adına yeteneğinizi geliştiriyor. Ayrıca biz feminist sanatçılar üretimlerimiz, projelerimiz, çalıştığımız konular, üretim biçimlerimiz ve sergilerdeki cinsiyet eşitsizliğini ortaya koyan müdahalelerimiz ile eril sanat tarihini değiştiriyoruz. Yani biz de sanat alanında feminist bir mücadele veriyoruz ve bence bu da feminist hareketin önemli bir parçası. Ayrıca çağdaş sanat dünyası oldukça bireysel bir dünya. O nedenle feminist hareketin sunduğu kolektif dünya ve dayanışma ruhu, kadın sanatçılar için büyük bir olanak. Dayanışmacı ve güvenli bir alanda söz söyleyebilmek lüksü her yaratıcı insan için özgürleştirici bir şey.

Sergide kullandığınız alıntılar pek çok kadın için altı çizilesi, kendi deneyimlerinin birer yansıması niteliğinde. Sergi ziyaretçilerinden aldığınız geri bildirimlerden bahsedebilir misiniz?

Sevil: Sergide bir ziyaretçi defterimiz var. En son okuduğum kadarıyla iyi tepkiler alıyoruz. Yeni fikirler, öneriler var. Menopoz konusunun yeterince işlenmediğini okuduğum bir yorum vardı mesela. Serginin kendisi de bir çıktı değil süreç olduğu için, baştan neyi kapsayıp kapsamadığı ile ilgili konuşmak da erken aslında. Sergi sonundaki kitapta elimizden geldiğince ele aldığımız konuların nerelere evrildiğini birlikte göreceğiz. Bu bir sanatçı kitabı projesi; kendi adıma her şeyi kapsamasıyla değil de, adımlar atmaya teşvik etmesiyle ilgileniyorum.

Güneş: İzleyiciler duvarda yazan cümleler ile kendi deneyimleri üzerinden ilişki kuruyorlar, örneğin “bazen içimden annem çıkıyor” cümlesi üzerine pek çok ziyaretçi bağ kurduğunu dile getirdi.

Arzu: Serginin bir kısmını stüdyoya çevirdiğim için orada uzun süre geçiriyorum ve izleyici kadınların tepkilerini birebir görüyorum. Bazen de uzun uzun sohbet ediyorum. Hepsinin kendilerini özdeşleştirdikleri çok söz var. “Ne zaman kendi kararımı vermek istesem bencillikle suçlandım” mesela en çok iç çekilen sözlerden biri. Kendi isteklerimizi gerçekleştirmek istediğimiz için yargılanıyor olmamız beni çok hüzünlendiriyor. Kadınlarla karşılaşmalarım kimi zaman bol kahkahalı, kimi zaman asla özgür hissedememenin yoğun hüznüyle dolu geçiyor.

Sergi devam ediyor, siz soruları daha fazla kadının doldurması için yaygınlaştırmaya da devam ediyorsunuz. Bundan sonrası için planlarınız neler?

Sevil: Sonrasında aldığımız cevaplardan seçtiklerimizi derleyeceğimiz bir e-book yayınlayacağız. Herkesin erişimine açık bir kaynak olmasını temenni ediyoruz.

Güneş: Süreç sonunda 8 Mart’ta farklı sosyolojik ve ekonomik geçmişe sahip katılımcıların içinde yaşadıkları toplumda kadın olarak hayatta ilerlemeye dair cevaplarını bir araya getiren bir e-arşiv, dönemsel bir kesit, ortaya çıkarmayı hedefliyoruz.

Arzu: Sergi bizim için yazılmakta olan bir kitap. Bu röportaj vesilesi ile sorularımızın linkini buradan paylaşalım. Şubat başına kadar kadınların cevaplarını bekliyoruz. Toplanan cevaplardan bir seçki kitaba dönüştürülecek ve ayrıca tüm cevaplar da bir web sitesinde yayınlanacak. Kitap çıktıktan sonra benim hayalim belirli gruplarla buluşup bu kitabın performatif bir okuması, bunun ekseninde deneyim paylaşımı atölyeleri yapmak.

Sergimiz 17 Şubat’a kadar uzatıldı ve şimdi sergide atölyelerin yoğun olacağı bir döneme giriyoruz. Sergi yaparken feminist yöntemleri esas aldığımız için daha çok kadına alan açmayı önemsiyoruz. Sadece kadınların sözlerine yer vermekle kalmayalım, farklı alanlardan kadınlara da görünürlük verelim istedik. Atölye yapmak için kadınlara açık çağrı yaptık. Bunu Depo’dan bağımsız olarak gerçekleştiriyoruz. Yani bir anlamda sergi mekanını farklı işgallere açıyoruz. Tabii böyle bir özgürlük ancak Depo gibi farklı seslere yer veren bir sergi mekanında mümkün. Şimdi sergide bu çağrıya cevap veren kadınların atölyeleri gerçekleşecek ve mümkün olursa bu atölyelerin her biri sergi mekanında izini bırakacak.

Bunlara ek olarak bizim kendi kurguladığımız atölyeler de olacak. Bunlardan ilkini gençlerle yaptık ve çok yakında o atölyeden bir yerleştirme ergenlik duvarında yerini alacak. Yani aslında sergi bir tür yaşayan, zamanla dönüşen bir sergi. Tıpkı bizim kadınlık sürecimiz gibi. Bunlara ek olarak doğumdaki haklarımız, cinsellik ve menopoz üzerine de buluşmalar ve atölyeler yapmayı planlıyoruz. Tabii tüm bunları sadece üç kişi olarak organize ediyoruz ve bazı aksaklıklar sonucu bunların ertelenmesi söz konusu olabilir. Bir kolektif olduğumuz için hayallerimiz büyük ama imkanlarımız sınırlı. Atölye bilgilerine Alaca Heyheyler Instagram hesabından ulaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.