7 Kasım 1867’de Varşova’da dünyaya gelen bilim kadını Marie Sklodowska Curie, lise eğitimini aynı kentin kız lisesinde tamamladı. O yıllarda bir kadının, Rus işgali altındaki Polonya’da üniversiteye gitmesi mümkün olmadığından eğitimini yurt dışında sürdürmesi gerekiyordu. Kendisinden iki yaş büyük ablası Bronia ile bir anlaşma yaptılar. Marie çalışıp Bronia’nın Paris’te tıp eğitimi almasına yardım edecek, Bronia da okulu bitirince Marie’ye destek olacaktı.
Mürebbiyelik yapan Marie, Sorbonne Üniversitesi’ne gitme koşullarını ancak liseyi bitirdikten yedi yıl sonra oluşturabildi ve jinekolog olarak çalışmaya başlayan Bronia’nın yanına, Paris’e gitti. Fizik bölümünü birincilikle bitirdikten sonra Pierre Curie ile tanıştı ve evlendi.
Marie doktora konusu olarak “Becquerel ışınımı”nı seçmişti. Toryum elementinin uranyum ile aynı ışınları saldığını saptadı ve bu ışınıma bir ad verdi: Radyoaktiflik. Maden filizlerini deneyden geçirerek benzer özelliklere sahip yeni bir radyoaktif madde daha keşfetti. Bu yeni elemente de ana vatanından esinlenerek “polonyum” adını verdi.
1897’de kızları Irene dünyaya geldi. Marie ve Pierre’in yaşama ve çalışma koşulları bu yıllarda hiç de parlak değildi. Araştırmalarını yürütmek için uygun bir laboratuvarları yoktu. Buluşlarını Pierre’in öğretim üyesi olduğu yüksek okulun bahçesindeki ısıtması ve havalandırması olmayan bir barakada gerçekleştirdiler. Polonyumdan farklı yeni bir radyoaktif element olan “radyum”u arayışını Marie Curie şöyle anlatıyor:
“İşe alıştıkça bir defasında yirmi kiloya kadar madde ile başa çıkabiliyordum. Bu da salaşın [barakanın] içine çökelek [tortu] ve sıvılarla dolu koca koca çamurlu birikintiler yapmak demekti. İçi işlenmiş maddeyle dolu kapları oradan oraya taşımak, sıvıları kaptan kaba boşaltmak derman bırakmayacak kadar ağır bir işti. Bazen bütün günü kendi boyuma yakın bir demir çubukla kaynar halde bir kütleyi karıştırmakla geçirirdim. Akşam yorgunluktan iler tutar yerim kalmazdı.” (Çizgilerle Bir Bilim Kadınının Hikâyesi: Marie Curie, Yordam Kitap, s.34)
Radyumun 1902’de keşfi Curie’lere büyük ün kazandırdı. Bunun nedeni, tıpta kanser tedavisi için kullanılabileceğinin anlaşılması ve elbette bunun ticari boyutuydu. Fakat onlar buluşlarının paraya tahvil edilmesiyle ilgilenmediler. 1903 Nobel Fizik ödülü Henri Becquerel, Pierre Curie ve Marie Curie arasında paylaştırıldı. Böylece Marie, Nobel’i kazanan ilk kadın oldu.
Pierre’in ölümünden sonra Sorbonne Üniversitesi’ndeki kürsüsü Marie Curie’ye teklif edildi. Fransa’da ilk kez bir kadına profesörlük unvanı veriliyordu. Kendini tümüyle ders vermeye ve çalışmaya adayan Marie, arı metal halinde radyumu elde etmeyi başardı. Bu başarısı ona 1911 Nobel Kimya ödülünü kazandırdı ve Nobel tarihinde iki kez ödüle değer bulunan ilk bilim insanı oldu. Ödülden kazandığı parayı röntgen cihazlarının yapımına harcadı ve bu tekniği, 1. Dünya Savaşı sırasında doktorlarla birlikte çalışarak geliştirdi. 4 Temmuz 1934 tarihinde, 66 yaşındayken kan kanserinden hayatını kaybetti. Hastalığına, çalışmaları sırasında maruz kaldığı radyasyonun yol açtığı düşünülüyor.