Gelenekselleşen Çatlak Zemin kitap listesi için ekip olarak ve çevremizden dostlarımızla birlikte yıl boyunca okuduklarımızdan oluşan derlemeyi bu yıl da hazırladık. Yoğunlaşan ekonomik kriz ve kadınlar olarak hayatımızın her alanını kuşatan zorlu koşullar, varlığımıza ve haklarımıza yönelik devam eden türlü saldırılar, bazılarımızın verimli bir okuma yılı geçirmesine engel oldu. Fakat yine sıklıkla kendimizi kitaplara sığınırken bulduk. Sadece 2024 yılında basılan kitapları değil, bazıları birkaç yıl önce basılan ve yeni okuyup paylaşmak istediğimiz kitapları da ekledik. Bu kez listemizde bir de bir kız çocuğunun öyküsünü ele alan bir çocuk kitabı var. Ayrıca listemize, yakın zamanda çevrilmesine belki vesile olur diyerek bu yıl Nobel edebiyat ödülünü almış olan Han Kang’ın İngilizce bir kitabını da ekledik. Kuşkusuz derlemenin pek çok eksiği var, katkılarınızla bu eksikleri tamamlamak için sizi yorumlara davet ediyoruz.

Cassandra Düğünde – Dorothy Baker
Dorothy Baker’ın 1962 yılında yazdığı bu kitap, Cassandra isimli karakterin, daima öbür yarısı olarak gördüğü ikiz kardeşi Judith’in düğününe katılmak üzere aile çiftliğine doğru yola çıkması ile başlıyor. Artık Judith’in kendisini tamamlamadığı bir dünyada Cassandra yas ve öfke arasında gidip gelirken bu düğünü sabote etmeye karar verse de aile ilişkileri olayları beklenmedik yerlere getirir. İki genç kadının aile ve dışarıdaki hayat ile yüzleşme, kendilerini keşfetme ve büyümeyi kabul etme hikâyelerini Dorothy Baker hüzünlü bir neşe ile anlatıyor.

Greek Lessons – Han Kang
Güney Koreli yazar Han Kang 2016 yılında Vejetaryen (The Vegetarian) adlı romanıyla Uluslararası Booker Ödülü’nü kazanarak ve 2024 yılında Nobel alarak uluslararası alanda büyük bir ün kazandı. Han Kang’ın Greek Lessons (Yunanca Dersler) adlı romanı ilk olarak 10 Kasım 2011’de Güney Kore’de yayımlandı. 2023 yılında Hogarth Press tarafından İngilizcede yayımlanan kitap henüz Türkçeye çevrilmemiştir. Greek Lessons, dilin, sessizliğin ve kaybın etkileyici bir şekilde işlendiği, insanın kendini ifade etme arzusuna dair evrensel bir hikâye sunan bir roman olarak öne çıkıyor. Sessizliğe bürünen bir kadının dilini yeniden keşfetme çabası ve görme yetisini kaybeden bir adamın kesişen hikâyelerini anlatıyor. Han Kang’ın etkileyici ve incelikli üslubu, okuru karakterlerin duygu dünyasının derinliklerine sürüklüyor. Kitap, dilin sınırları, sessizliğin gücü ve insanın kendini ifade etme arzusuna dair ustalıkla işlenmiş bir eser olarak okuyucular üzerinde kalıcı bir etki bırakıyor.

Veda Etmiyorum – Han Kang

Bu yıl Akademi, Han Kang’ın Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığını duyururken “tarihi travmaları ele alan ve insan yaşamının kırılganlığını ortaya koyan yoğun şiirsel yazını” nedeniyle ödüle layık görüldüğünü paylaştı. Tıpkı Çocuk Geliyor kitabında olduğu gibi, Veda Etmiyorum’da da Güney Kore tarihindeki işkence ve katliamları incelikli ve şiirsel bir dil ile ele alıyor. Üç kadının bakış açısından anlattığı Jeju Adası katliamında, geçmişin travmalarının bugünü nasıl şekillendirdiğini kişisel hikâyeler üzerinden anlatırken yüzleşilmemiş bir geçmişe veda etmeyi reddeden kadınların mücadelesini etkileyici bir biçimde ele alıyor.

Sevgili Michele – Natalia Ginzburg
Son yıllarda peş peşe çevrilen ve okuyucuda üst üste okudukça tamamlanma hissi uyandıran Natalia Ginzburg romanlarının belki en temel özelliği sade cümlelerinin aralarına sakladığı siyasi bağlamın, savaş sonrası İtalyası’nın ve hep dönüp dolaşıp kurcaladığı aile yapısının hikâyeleri. Sevgili Michele, 1970’lerde Roma’dan kaçan bir genç erkeğe bir yalnız anne ve bir kız arkadaş tarafından yazılan mektuplardan yola çıkıyor.

Talebe – Tara Westover

Domingo yayınları tarafından 2019’da çevrilen anı ve otobiyografi türündeki bu kitabın konusu, yazarı Tara Westover’ın kendi sıradışı eğitim hikâyesi. ABD’nin Idaho bölgesinde, Mormon topluluğuna mensup bir ailede dünyaya gelen Tara’nın bir doğum belgesi yoktur. Okul kaydı, aşı belgesi ya da sağlık sisteminde herhangi bir doktor muayene kaydı da yoktur. Arkadaşlarıyla bir kafede oturup kahve içme deneyimi bile yoktur. Yine de dünyanın en saygın üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalışmayı başarır. Kitabı bitirdiğinizde “acaba bu bir Amerikan rüyası anlatısı mıydı?” diye şüpheye düşebilirsiniz. Fakat dışa kapalı bağnaz bir topluluğun içinde, şiddet dolu bir ailede büyüyen bir kadının sağ kalma ve kendisi olarak var olma mücadelesini etkileyici bulmamanız yine de zor. Erken başlayan ve çok uzun süren şiddetin sonucunda kadının vardığı yer çoğu zaman güllük gülistanlık olmuyor. Sahte umutlar, tutundum derken dibe kaymalarla dolu bu rüyanın çok daha gerçekçi olduğunu düşünebilirsiniz.

İşaret – Frida Isberg

İşaret, 1992 doğumlu genç bir kadın yazarın etkileyici romanı. Bir tarihte İzlanda’da geçen bir etik dilemmayı konu ediniyor. Tecavüzlerin, hırsızlık, gasp ve adaletsizliklerin hüküm sürdüğü bir ülkede, tüm ülkeye empati testi uygulansa ve geçenler “işaretlenmiş” olsa ve böylece işaretlenmiş insanlar, evler ve mahalleler oluşturulsa ne olurdu? Toplumun bir yarısı “güvende” hissederdi belki… ya kalanlar, testi geçemediği için “toplumsal olarak ölü” kabul edilenler için? Toplumun diğer kayıp yarısını işsizlik, evsizlik, intihar ve göç bekliyorken toplumsal huzur mümkün olacak mı? Toplumlar için “ortak iyi” nasıl mümkün olabilir? Bu testin güvenilirliği yanında, ahlaki boyutu toplumsal bir yarılmaya yol açar. Söz konusu etik dilemma distopya olarak yazılmış ise de biz yaşadığımız dünyada bu noktaya yavaş yavaş gelindiğini görmüyor, hissetmiyor muyuz?

Benim Adım Maryam – Maryam Madjdi

Benim Adım Maryam, Fransız-İranlı yazar Maryam Madjdi’nin kendi yaşamından izler taşıyan, etkileyici bir çocuk hikâyesi. Kitap, Maryam’ın ailesiyle birlikte doğup büyüdüğü ülkeyi bir daha dönmemek üzere terk ederek başka bir ülkeye göç etmesini ve bu süreçte yaşadığı uyum mücadelesini akıcı bir şekilde anlatıyor. İki dilli bir hayata adapte olmanın zorluklarına odaklanan hikâye, okuru bir çocuğun gücünü keşfetme yolculuğuna davet ediyor. Maryam’ın memleketine, büyük ailesine, oyuncaklarına ve tanıdık yemeklere duyduğu özleme tanıklık ederken, aynı zamanda bu zorlukların üstesinden nasıl geldiğini izliyoruz. Claude K. Dubois’nin sıcak çizimleriyle hayat bulan eser hem çocuklar hem de yetişkinler için etkileyici bir okuma deneyimi sunuyor.

Yaz Köpekleri – Andrea Abreu Lopez

Andrea Abreu, Yaz Köpekleri’nde Kanarya Adaları’nda yoksul bir semtte iki kız arkadaşın büyüme hikâyesine odaklanıyor. 90’larda geçen roman, yoksunluğun içinde, aileden, çevreden destek görmeden, hiçbir şeyin olmadığı ama pisliğin, şiddetin, bunaltıcı havanın, tutkunun, kanırtmanın ortasında on yaşlarındaki bu iki kızın bağlanma, sarsılma, macera romanı. Tekinsiz bir koşturma tonuna sahip ama aynı zamanda keskin, hayalperest ve eğlenceli.

Ayrılmaz İkili – Simone De Beauvoir

Simone De Beauvoir’ın kısa bir süre önce ortaya çıkarılan romanı Ayrılmaz İkili, Andree ve Sylvie isimli iki kız arkadaşın çocukluktan itibaren gelişen arkadaşlıklarının, hayatlarının dönüşümünün, politik gelişim ve değişimlerinin, evde, ailede, okulda ve hayatın diğer alanlarında ama en çok da kendileriyle verdikleri mücadelenin öyküsü. Kitap De Beauvoir’ın yakın arkadaşı Zaza ile olan arkadaşlığını ve bu arkadaşlığın De Beauvoir’ın hayatı üzerindeki etkisini yansıtıyor. Sylvie tanıştıkları andan itibaren Andree’den büyüleniyor ve büyük bir aşkla ve hayranlıkla onun etkisi altına giriyor. Kız arkadaşlar hiç durmadan dinlenmeden ve daha önemlisi birçok farklı konudan, eşitlikten, özgürlükten, adaletten, aşktan, felsefeden, dinden, her şeyden konuşuyorlar, hayatın her alanını sorguluyorlar; bazen kalıpların dışına çıkıyor bazen de (hepimiz gibi) çıkamıyorlar. Tam da bu yüzden kitap feminist direnme biçimlerinin farklı yüzlerini, bazen öğretmenlerin ve ebeveynlerin fikirlerine hiç saygı duymayan iki kadının sohbetinin nasıl bir devrim olduğunu çok etkileyici bir şekilde ortaya koyuyor.

Intermezzo – Sally Rooney

Sally Rooney son kitabi Intermezzo’da yas sürecindeki iki erkek kardeşin babalarının ölümünden sonraki yaşamlarına, yıkımlarına ve yeniden var olma çabalarına ortak oluyoruz. Sally Rooney bize ailenin ne olduğunu ve olamadığını, toplumsal ön/yargılar karşısındaki tutumlarımızı, sahici ilişkiler kurmanın ikircikliliğini ve insanın kendiyle yüzleşme anlarındaki kırılganlığını iki erkek karakterin zihinlerinden süzerek anlatıyor. Eylül ayında raflardaki yerini aldığından beri büyük bir coşku ile karşılanan Intermezzo’da Sally Rooney, aşina olduğumuz anlatım biçimiyle bizi karakterlerin gündelik yaşantılarına dahil ederken kırılganlıklarına, çelişkilerine ve dönüşümlerine de ortak ediyor.

Büyük Defter – Agota Kristof

Agota Kristof, 1986 yılında yayınladığı bu kitabında, bilinmeyen bir coğrafyada, savaş zamanında kendi başlarına büyümek zorunda kalan ikiz kardeşlerin hikâyesini anlatıyor. Savaş ve yoksulluk içinde geçen bu yıllarda anneleri tarafından köydeki anneannelerinin evine bırakılan iki oğlan çocuğu, burada hayatta kalmanın yollarını öğrenmeye çabalarken sınırın tam karşısındaki bu ev, savaşın ve işgalin, sınırın ve kaçışın yakın tanığı haline geliyor. Kendisi de ülkesinden kaçarak başka dilde bir yaşam kurmak zorunda kalan Agota Kristof, adı belirsiz bu ülkede geçen anlatıda, savaş ve yıkımın yarattığı sert gerçekliğin yanı sıra yas duygusunu güçlü biçimde ele alıyor.

Sosyalist Feminizm: Yeni Bir Yaklaşım – Frieda Afary

Frieda Afary bu kitabında sosyalist feminizme bugünün ihtiyaçları üzerinden bakıyor. Sosyalist feminist perspektifi otoriter kapitalizme karşı mücadelede bütünlüklü bir siyaset yapabilecek ideoloji olarak sunuyor. Kapitalizm, ırkçılık ve patriyarkanın iç içe geçerek toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirdiğini, sağ popülizmin beyaz olmayanlar, kadınlar, LGBTİ+lar üzerinde tahakküm kurma siyasetini detaylıca ele alıyor. Özellikle #MeToo, #BlackLivesMatter hareketleri (burada ayrıca siyah feminizme de ayrı bir bölüm ayırıyor), küresel bir mücadeleler ihtimali açısından Arap Baharı’nda feminist talepler, kadınların buralardaki mücadelelerine de değiniyor. Günümüzde ücretli ücretsiz emek sömürüsünün aldığı biçimlere bakmak için de COVİD dönemini ayrıca ele alıyor. Kitap hem sosyalist feminizmin bugüne kadar teorik birikimini sunuyor hem de bugünün ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir perspektif sunuyor. Toplumsal yeniden üretim, queer teoriye de kendi bakış açısından değerlendirmelerle bölümler de var. Sosyalist feminizmi bugünden düşünmek ve güncel kapitalist patriyarkaya, mücadelelere bakışın bir özeti olması açısından hızla okunan bir kitap olmakla beraber, daha detaylı bir incelemede başta seks işçiliğine bakış, evlilik, ücretli emek analizlerine Batı’dan bir bakışla yaptığı bazı tespitler olmak üzere katılmadığımız, katıldığımız yerler üzerine yazılmayı hak ediyor.

Gönüllü Çocuksuzluk: Aileyi Baştan Tanımlayan ve Yeni Bir Bağımsızlık Çağı Yaratan Hareket Amy Blackstone

“Eeee, çocuk ne zaman?”, “Ben çocuk istemiyorum”… Sessizlik… Çünkü herkesin hayatımızla ilgili birtakım fikirleri, patriyarkal beklentileri var. Heteropatriyarkal kapitalizmin en temel hücrelerinden birisi “aile”, bunun için de heteroseksüel ilişkilere, kadınların görünmeyen emeğine, kadın bedeninin tahakküm altında tutulmasına ihtiyacı var. Amy Blackstone istemesine rağmen çocuksuz olanlarla farkı belirtmek için “gönüllü çocuksuzluk” ifadesini kullanarak kendi tercihi ile çocuksuz olan kadınları ve çiftleri anlatıyor. Otoriter hükümetlerin LGBTİ+ karşıtı, kürtaj karşıtı, doğurganlık yanlısı, aileci politikaları varken bu politik kararın karşılaştığı toplumsal baskı ve dışlanmayı da inceliyor. Bu “sürekli doğurun, daha çok doğurun” diyenler ırka ve sınıfa dayalı bir ayrımcılıkla bazı kadınların da doğurmaması gerektiğini düşünüp bu yönde söylemler ve siyaset üretiyorlar. “Pişmanlık tehdidi, doğum yanlılığının teşvik edilmesinin bir yoludur” derken de kadınları doğuma “ikna”, “zorlama” için üretilen söylemlere ve baskılara değiniyor. Bu çocuk baskısının çocuklu kadınlar için ayrıca bir baskı aracı olduğundan da bahsediyor. Türkiye’de de devletiyle, toplumuyla doğum yüceltilirken, gönüllü çocuksuzluğun politik bir tercih olduğu ve bizdeki yansımasını daha fazla konuşabilmek için bu kitap güzel bir tartışma başlangıcı olabilir.

Kadın! Yaşam! Özgürlük! – Chowra Makaremi

Jina Devrimini Türkiye’deki feministler olarak yakından takip etmiştik. Makaremi’nin 2022 yılındaki Jina İsyanı sırasında tuttuğu günlüklerden oluşan bu kitap, İran’ın siyasal tarihi ve toplumsal yapısından hareketle Jina İsyanı’nı ele alıyor. Fransa’da yaşayan, İranlı feminist Makaremi, “umudun politik bir pratik” olduğu fikrinden hareketle, Jina İsyanı’nın İran’da yarattığı duygulanımsal dönüşümü gözler önüne seriyor. Kitabın isyan günlerinde yazılan günlüklerden oluşması, hem yazarın hem de toplumun duygularını içermesi, son olarak da queer bir perspektife dayanmasından dolayı yöntem olarak da feminizmi izlediğini söylemeliyiz. Direnişin arka planında 1979 devriminin ardından yaşananları da aktararak derinleştirdiği analizinde yazarın emin olduğu bir şey var. İran’da rejimin baskı ve şiddetine rağmen “kırmızı çizgi” geçildi. 1979 Devriminin pratiği ve hafızası Jina İsyanı ile güçlenerek tekrar yürürlüğe girdi. Neşe ve umut toplumsal alanda dolanmaya devam ederken bu yeni momentin baş aktörü ise feminist düşünce. Kadınların ve LGBTİ+ların bedenleri üzerindeki denetimi reddederek sürdürdükleri özgürlük mücadeleleri, İran’da halklar arasında dayanışma kuran rejim karşıtı bir isyana dönüşüyor. Pourmokhtari’den ödünç aldığı kavramla, mevcudiyet direnişe çevriliyor. Kitabı okuyunca sadece Jina hareketi hakkında değil, İran’ın toplumsal ve siyasal yapısı hakkında da pek çok bilgiye sahip oluyoruz. Feminist bir devrimi bu bütünlük içerisinden ele alırken akıcı ve içten bir dil kullanıyor. Türkiye’deki feminist hareket üzerine düşünecek şeyler de bulacağımız bu kitap, Jina İsyanı’nın gücünü ve cesaretini taşıyor. İsyanın daha önce hiçbir şeye benzemeyen eşsizliğini, sanırım Makaremi’nin günlükleri için de söyleyebiliriz: daha önce okuduğumuz hiçbir şeye benzemiyor! Cesaret ve neşe okuyucuya da sirayet ediyor: feminist direniş pek tabii mümkün!

Davacıyım – Gültan Kışanak

Gültan Kışanak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde eşbaşkanken 25 Ekim 2016’da gözaltına alındı ve sonrasında tutuklandı. Daha önce 80lerde Diyarbakır Cezaevi’nde de iki sene tutuklu kalan, işkence gören Kışanak bu tutukluluğunda da 7,5 sene içeride kaldı. 16 Mayıs 2024’te serbest bırakılan sevgili Gültan’ın yargılandığı davalarda 8 Mart mitingleri, 25 Kasım yürüyüşleri de suç olarak gösteriliyordu. Feministler, kadın hareketi, LGBTİ+ örgütleri tutuklandığı günden itibaren bu tutuklamanın mücadele eden tüm kadınlara bir gözdağı olduğunu söyledi ve davalarını takip etti. İşte o davalarda Gültan sanık değil, bu hukuksuzluğu yaratanlardan davacı olduğunu ifade ederek savunmalarını bu kitapta paylaşıyor. Bütünlüklü bir politik analiz sunan savunma metinlerinde ortak mücadelemizden, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinden, hukukun nasıl iktidar tarafından kullanıldığından ve daha birçok başlıktan bahsediyor. Kitabın önsözünü de Orta Doğu’daki kadınların hapishane deneyimlerini derleyen www.womenpoliticalprisoners.com web sayfasının kurucusu ve Marksizm ve Feminizm kitabının yazarı Shahrzad Mojab yazmış.

Trans Çalışmaları: 1) Cinsiyet ve Bilim, 2) Feminist Kuşatmalar – Susan Stryker ve Stephen Whittle

Susan Stryker ve Stephen Whittle tarafından derlenen Trans Çalışmaları başlıklı başyapıt İlkay Özküralpli tarafından Türkçeye çevrildi ve Dipnot Yayınları tarafından yayımlandı. 2023 yılında eserin birinci cildi Cinsiyet ve Bilim, ikinci cildi ise Feminist Kuşatmalar başlıklarıyla okurlarla buluştu, başucu kitabı olarak 2024 okumalarına eklenmiş oldu. Kitabın ilk cildinin yayımlandığı 2006 yılından bu yana neredeyse 20 yıl geçti. Kitap, trans çalışmaları alanındaki neredeyse ilk sayılabilecek metinleri içeriyor. Kitaptaki metinler, trans çalışmaları alanının başlangıç noktalarını ve gelişimini anlamak için önemli bir kaynak sunuyor. Çünkü o günden bugüne trans çalışmaları alanında kavramlar gelişti, değişip dönüştü. İlk metinler olması nedeniyle sex ve gender kavramlarının bugünkü anlamlarıyla henüz buluşmadığı, gender kelimesinin cinsiyet çalışmaları bağlamıyla henüz kullanılmaya başlanmadığı zamanlara dayanan metinler yer alıyor kitapta. Çalışmalardaki tarihsel güzergahı gözeten bir çeviri ihtiyacı, ayrı bir ihtimam gerektirdiği anlaşılıyor. Kitapta, trans çalışmaları alanını kavramsal ve teorik tartışmaların yanı sıra, hukuk, psikoloji, tıp ve insan hakları gibi alanlarda transların mücadele pratiklerini ele alan metinler yer alıyor.

İlkay Özküralpli kitabın çevrilmesindeki temel saiki şu sözlerle anlatıyor: “… bu çeviri her şeyden önce, na-trans heteronormatif cinsiyet çalışmalarının içerisinde ‘boyun eğdirilmeye çalışılan,’ cinsel yönelim ve queer literatür içerisinde ise görece sessiz kalmış bir bilgi alanının varlığını hatırla(t)maya yönelik bir katkı sunmak için yapıldı.”

Bir Özgürleşme Kılavuzu – Katrin Rönicke

Kendinize ne zaman “feminist” demeye başladınız? Teorik okumalarla mı, yakınınızda birileri feminizmi anlatırken mi, yaşadıklarınızla mı? “Özel olan politiktir” diyen feminizm hayatınıza tam ortasından nasıl girdi? Yaşadığınız hangi olayla patriyarka canınıza tak etti? Feminist yayınevi Güldünya Yayınları’ndan çıkan Bir Özgürleşme Kılavuzu, Rönicke’nin kişisel öyküsünü anlatırken aslında hem içinde bulunduğu toplumu hem de bir kadının çocukluktan yetişkinliğe doğru yaşamında karşı karşıya kaldığı patriyarkal yüzleşmeleri anlatıyor. Her kadının farklı bir feminist yolculuğu olduğunu da anlatarak toplumda, ücretli çalıştığımız işyerlerinde, siyasette karşı karşıya kaldığımız yapısal eşitsizliğin biricik olmadığını aslında tüm kadınların maruz kaldığı bir ayrımcılık olduğunu gösteriyor. Feminist olduktan sonra da kadınların karşı karşıya kaldığı yüzleşmelere, tartışmalara dair çeşitli yorumlar ve hayatından paylaştığı örnekler var. Bunlarda hemfikir olamayıp eleştirel yaklaştığımız yerler olsa da okurken kendi öykülerimiz üzerine düşünmeye de itiyor.

Özgür: Her Şey Parçalanırken Büyümek – Lea Ypi

Lea Ypi, özgürlük kavramını iki siyasal rejime tanık olduğu özyaşam öyküsünden yola çıkarak ele alıyor. Komünist Arnavutluk’taki çocukluğuna dair anıları ile başlayan kitap, ilk gençlik döneminde gerçekleşen rejim değişikliğinin bildiği dünyayı nasıl parçaladığına dair tanıklığına dönüyor. Komünizmin baskıcı ortamında “özgür” olamayanların, liberalizmin vaatlerine karşı besledikleri umutları bu ikiliğe düşmeden ele alıyor. Marksist bir akademisyen olan Ypi, yalnızca çocukluk ve ilk gençlik bakışıyla yaşananları aktarmakla yetinmeyerek post-komünist bir ülkenin geçiş döneminin siyasi analizini de yapıyor.

Sayfa Sınırları İçinde – Elena Ferrante

Ferrante’nin bu deneme kitabı, Bologna Üniversitesi Umberto Eco Konferansları kapsamındaki üç ders için yazdığı metinlerden ve İtalyanistler Kongresi’nin kapanışında okunmak üzere yazdığı Dante hakkındaki bir yazıdan oluşuyor. Ferrante, özellikle ilk üç makalede kadınların gerçekliklerine yabancı bir dilin karşısında yeni bir yaratmanın imkanlarını sorguluyor. Bu denemeler, Ferrante okuyucuları için yazarın karakterlerinin yaratım sürecine birlikte bakma imkanı da yaratıyor. Sayfa sınırları içerisinde kadınların seslerini, gerçekliklerini konuşturma imkanı bulmuş bir yazar olarak bu süreci ele alması bizlere zengin bir düşünsel malzeme bırakıyor.

Burada Olmak Muhteşem: Paula M. Becker’in Hayatı – Marie Darrieussecq

Paula M. Becker 1900’lerin başında erken yaşta hayatını kaybetmiş bir feminist sanatçı. Alman dışavurumcu ressam Paula Becker’in kıymeti elbette dönemdaşı erkek sanatçılar kadar bilinmemiş, hikâyesi uzun yıllar anlatılmamıştı. Marie Darrieussecq o dönem kendini çıplak ve hamile olarak resmeden ve erkek sanat ve beden algısını sarsan bu ilk kadın sanatçının kendi ayakları üzerinde durma mücadelesinin izini sürüyor.

HınçAhınç – Figen Şakacı

Kısa ve çarpıcı romanında Figen Şakacı, son dönem Türkiyesi’nin hınçla dolu ruh haline kurgusal bir mahalle ortamından bakıyor. HınçAhınç ilk bakışta geleceksiz ve yoksul üç gencin dostluğuna odaklanmış olsa da toplumsal arkaplanı ve ilginç yan karakterleri ona farklı katmanlar kazandırmış. Bunlardan biri olan Ananın A’sı, pişirip doyuran, yıkayıp paklayan, “kulübeleri saraya çeviren”, ailenin temel direği sayılan kadınların artık bu yükü taşımaya mecalinin kalmadığını simgeliyor adeta… Velhasıl bir şeylerin dağılıp gitmekte olduğu, yerine yeni ve “sağlıklı” olanın tesis edilemediği duygusuyla ayrılıyoruz romandan. Buna hazır olmasak da yüzleşmek zorunda kaldığımız gerçekle ve hedefini arayan öfkemizle baş başayız.

Babam, Ev ve Yumurta Kabukları – Fatma Nur Kaptanoğlu

“Sanırım benim en büyük hatam, ailemin karşısına geçip konuşmak yerine her şeyi anlattığım bir video çekmekti. Hem yüzleşmeyi hem özgür olmayı isteyip bunlardan en az hasarla nasıl kurtulabileceğimin hesabını yapmaktı.” Babam, Ev ve Yumurta Kabukları Fatma Nur Kaptanoğlu’nun ilk romanı. Bir direksiyon başında başlayıp yine bir direksiyon başında sonlanan hikayenin ana karakteri Bilge yıllar önce ayrıldığı, çocukluğunu geçirdiği eve döner. Yıllardır pek de değişmemiş, belki biraz daha bakımsızlaşmış, köhneleşmiş evin bir odasında, yaşamı makine seslerine bağlı ölmesi an meselesi olan bir babanın gölgesi altında Bilge lezbiyen bir kadın olarak verdiği özgürleşme mücadelesi ve tanınma talebinin hikayesine yeniden döner, hesapları gözden geçirir, yaptığı ve yapmadığı seçimlerle yüzleşir.

Gülten – Asuman Susam

Tür olarak biyografi kitapları en az yazılanlardan en merakla beklenenlerden. Hele de bir kadın şair bir başka kadın şairin arşivinde de epey zaman geçirdikten sonra o şairi –Gülten Akın’ı– anlatmaya ama ona dışarıdan bakarak değil onunla diyalog kurarak, söyleşerek, fısıldaşarak yazmaya çalışmışsa. Kitap yalnızca Gülten’i anlatması ile de kıymetli iken bu diyalog sayesinde metin birkaç katmanlı bir hal alıyor ve feminist edebiyat, feminist biyografi üzerine düşünmeye de vesile oluyor.

Günlükler 1948-1989 – Selçuk Baran

Yazar Selçuk Baran’ın 15 yaşından itibaren tuttuğu 12 defterden oluşan bu kitap okura okudukları kadar okumadıklarını, kayıp defterleri de düşündürten bir kitap. Çünkü sık sık aslında bu kitapta yer almayan ya da yazarın yaktığı ya da yırttığı sayfaların da izine rastlıyoruz okurken. Ankara’daki lise yıllarını, aşka dair düşüncelerini, yazma isteğini okuyarak başlıyoruz. Ardından Hukuk fakültesi yılları hocaları, arkadaşları 1950lerin Ankara’sı. Ve yavaş yavaş büyüyen, umutsuzlukları artan ancak hep düşünen ve yazan bir kadının ömründen sayfalar. Selçuk Baran gibi çok iyi bir yazar olmasına rağmen hep kendisini yetersiz hissetmiş ya da hissettirilmiş bir yazarın günlüklerinin yayınlanması da hem okur için hem de feminist edebiyat eleştirisi için önemli bir kazanım.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.