İfşa feminist bir yöntemse, bazen çatlaklardan sızabiliyor, bazen de bentleri yıkabiliyor. İfşaların, her zaman gözlemcilerin beklediği sükuneti taşımıyor olmasını ise içinde bulunduğumuz cezasızlık koşullarını hesaba katmadan değerlendirmeyi bir parça haksız buluyorum.

“Truth Coming Out Her Well” J.L. Gerome (1896)

Son aylarda ardı ardına gündeme gelen ifşalarla ilgili çok fazla söz söylendi, değerlendirme yapıldı. İfşaların yapıldığı dönem ve iklim, kadınların hayatlarını savunmak, basitçe ölmemek için öldürmek zorunda kaldıkları bir dönem. Bu nedenle ifşaları da birer çığlık olarak değerlendiriyorum. Kadınlar aynı zamanda patriyarkal topluma sesleniyorlar. Patriyarka, içinde yaşadığımız toplumun kurucu dinamiklerinden. Kapitalizm, ırkçılık, milliyetçilik ve heteroseksizm gibi… Patriyarkanın kurucu ideolojisinin ise cinsiyetçilik olduğunu söylemek mümkün. Patriyarkal toplumlarda toplumsal cinsiyet hiyerarşisi nedeniyle kadınlar hem aile hem iş yaşamında, işgücü piyasasında eziliyor, sömürülüyor. Politika, hukuk, yargı, kültür ise cinsiyetçi, ayırımcı hiyerarşik tanımlamalara, ön kabullere göre düzenlenmiş. Yasalar ve mahkemeler patriyarkal işleyişin kurumları. Kadınlar, hukukun yanlılığını hayatta kalma arzusuna tercih etmek zorunda kalıyor; maruz kaldıkları sömürü, ezilme ve dışlanma biçimleri karşısında hukuki mekanizmaları işletmekte zorlanıyorlar. Aynı dışlayıcı, ayırımcı kültür ve adalet mekanizması erkekler lehine işliyor. Öyle ki ağır şiddet gören, öldürülme riski içinde yaşayan kadınlar bile seslerini duyurmak ve hak aramak konusunda çaresiz kalıyor. Her gün işkenceye dönen hayatlarını korumak ve hayatta kalabilmek için özsavunma uygulayan kadınların haberlerini duyuyoruz. Hal böyleyken, ölmemek için öldürmek zorunda kaldıkları için bile suçlu oluyorlar. Yargı, tüm hayatı cehenneme dönmüş bile olsa kadınlara adil davranmıyor. Çünkü tüm toplumun ve tabii ki yargının ideolojisine ve kültürel kodlarına erkek üstünlüğü, hakimiyeti; kadının ise boyun eğen olmak zorunda olduğu işlenmiş.

İfşaların genel olarak talebi; bunu başka yollarla yapmaları engellenmiş olan kadınların seslerini duyurma çabaları, sıkışmışlık durumlarından çıkabilmek, dayanışma arzuları, kamuoyu baskısı yaratmak, diğer kadınları uyarmak, kendi başlarına gelenin başkalarının da başına geldiğini görüp yalnız ve yanlış olmadıklarını söylemek ve adalet talebi olarak genellenebilir. Geçmiş tecrübeler ceza ve adalet arasında her zaman doğrudan ve tatmin edici bir ilişki olmadığını gösterirken, taciz mağdurunun güçlenmeyi ve içsel adalet beklentisini hukuki mekanizmalar yoluyla karşılayamadığını, hatta güçlenme ile hukuk alanındaki adalet arasında açık bir paralellik kurmamak gerektiğini de deneyimliyoruz. Yasal çerçeveyi hukukun sınırlarında bırakıp, ağır şiddet ve cinsel saldırı suçlarında hukuku işletmek de elbette önemli. Önümüzdeki dönemde ifşanın her zaman güçlendirici olmayabileceğini göz önünde tutarak, olayın ilgili ve bilgili bir kamuoyunda ve güçlendirici adalet mekanizmalarıyla tartışılması, yargısal konularda onarıcı adalet mekanizmalarını talep ederek işlemelerini sağlamak önem taşıyor. Şüphesiz ifşa ve adalet arasındaki ilişki, birçok veçhesi ile değerlendirilmesi gereken bir mesele ve başlı başına bir yazının konusu. Adalet taleplerini karşılayacak cinsiyetçi hukuk dışında bir mekanizma olmaması da sosyal medya ifşaları için bir tür çıkış olarak görülüyor.

Sosyal medya bir süredir iletişim dışında örgütlenme, protesto ve ses duyurma ödevlerini de üstlenmiş durumda. Denetimsiz ve sınırsız bir değerlendirmeye açık oluşu beyan sahibi kadınların didiklenmesi ve kötü sözlere maruz kalmasına neden olabildiği için başlı başına bir sorun alanı olabildiğini de hatırda tutmakta yarar var. İfşanın sosyal medya yoluyla patriyarkal bir topluma seslenmiş olması, sosyal medyanın denetlenemeyen, istismara açık yapısı kadınların her zaman bekledikleri adaleti ve güçlenmeyi de sağlamayabiliyor. Sosyal medya tıpkı yargılayıcı erkek adaletin yaptığı gibi kadınların beyanlarının doğruluğunu sorguluyor, konunun dışında birçok insanın erişimine açık olduğu için de kadınlar destek göremeyebiliyor, hatta tekrar zedelenebiliyorlar.

İfşanın kadınları güçsüzleştirdiği yönündeki kimi imaların, feminizmin kadınların üstlenmek istemedikleri patriyarkal sömürü ve ezilme mekanizmalarının oluşturduğu bir tür negatif ortaklık oluşu ile de bağı var. Kadınlar arası dayanışma, farklı kadınlık biçimleri arasında bağlar kurmak ve güçlenmek bu negatif ortaklığı önce kabul etmekle ve bu ortaklığın içinden bu kabule geçebilmekle mümkün. Güçlü hissetmenin “erk” ile özdeşleşmekten geçen kolaycılığına kapılmak, kadınların beyanlarını esas almak yerine doğruluğunu sorgulamaya varabiliyor.

Olguları donuk bir kesit alarak değerlendirmemek, tarihsel sürekliliği içinde görmek ve tarihi bugünden başlatmamak için feminist tarihe bakmak önemli. Böylece tekil olguların sonuçlarını da genellememiş oluyoruz. Böyle baktığımızda ifşa sadece bugünün konusu değil. 6 Kasım 1987’de feministler Dayağa Karşı Kampanyayı örgütlediklerinde sloganları “Bağır Herkes Duysun, Erkek Şiddeti Son Bulsun” idi. Bunu söylerken kadınları uğradıkları şiddeti ifşa etmeye çağırıyorlardı. Bu konuda basılan kitapta şöyle deniyordu: Dayak erkeğin hakkı değil suçudur. Haklı dayak yoktur. Öyleyse dayak yiyorsak utanmamalıyız, suçluluk duymamalıyız. Kendimize güvenmeliyiz, kararlı olmalıyız, başka kadınlarla konuşmalı, bu şiddeti özel hayatımızın dışına çıkarmalıyız. Bunlar kurtulmanın ilk adımlarıdır. “Dövülen kadın gelinlikle girilen evden kefenle çıkmanın kaderi olduğunu reddedip, tek başına ayakta durmak istediğinde, çevresinde onunla dayanışacak kadınlar olmalıdır. Kadınlar evin dışına çıkınca sokakta kalmamalıdır. Bunu sağlayabilmek için örgütlenmeliyiz.” Burada kadınlar ifşaya çağrılırken aynı zamanda bir örgütlenme önerildiğini, temel hedefin ise bu durumun aslında tekil olarak başlarına gelen bir durum olmayıp birçok kadın için geçerli olduğunu fark etmelerini, bunun kendi hataları ya da kusurları olduğu düşüncesini terk etmelerini sağlamak olduğunu görüyoruz. Bunu yaparken dayağın ve ifşanın pasif tanıkları olmaktan çok, şiddete uğramış kadınlarla dayanışan bir role geçmeyi seçmişler, böylece kadınların güçlenmesini de hedeflemişlerdi. Bu süreçle, 1990’da Mor Çatı’nın kuruluşunu sağlayacak adımlar da atılmış oluyordu.

Tarihsel olarak ifşalarda diğer önemli bir dönüm noktası KESK’te gerçekleşti. Buradaki ifşa olgusal olarak yıpratıcı bir süreçti. Maruz kalan kadını güçlendirici olmaması, KESK içinde kadınları gözeten adil biçimde işleyen bir mekanizma olmaması, ayrıca ifşalarda ve hukuksal mekanizmaların işleyişlerinde çoğunlukla şahit olduğumuz gibi öncelikli olarak kadının beyanının sorgulanması sonuç açısından önemli rol oynadı. Ancak bu sarsıcı olay, gelişen süreçte birçok sivil toplum kuruluşu, birçok kurum ve parti açısından öğretici ve ders niteliğinde oldu. Sonrasında buralardaki kadınların hem farkındalıkları arttı hem güçlendiler. Birçok sivil toplum kuruluşu işleyiş yönergelerine taciz ve tecavüze karşı yönetmelikler, kurallar ekledi.

Cinsel taciz, bedensel temas olmadan gerçekleşen, rızaya dayalı olmayan cinsel içerikli söz, tavır ve davranışlardır. Özellikle hiyerarşik ve otoriter kültürlerde kavramın çeşitli biçimlerde genişlediğini görmekteyiz.

MacKinnon, heteroseksüel cinselliğin kadın bedeni üzerinde hakimiyet kurma ve kadınların eşitsiz konumlarının erotikleştirilmesine dayandığını, bu nedenle kadınlara yönelik cinsel şiddeti de meşrulaştırdığını söyler. Cinsel tacizin cinsellik olarak algılanması, yargıları ahlakın ve ayıbın alanına çekme riski taşıyor. Muhafazakar ahlaki yargılar ve içselleştirilmiş patriyarkal normlar, kadınların damgalanmaya ve utandırılmaya maruz kalmasına, faillerin ise savunmacı pozisyonlarını güçlendirmelerine neden oluyor. Bu aynı zamanda kadınların ebedi bir mağduriyet pozisyonuna sabitlenmelerine, bir mağduriyet cetveline tabii tutulmalarına, sadece yeterince mağdur olduklarında konuşabilmelerine imkan veriyor. Cinsel tacize maruz kalmış olmak kadınların ses çıkartabilmelerine daha fazla olanak sağlarken, çoğu kez arka planda gerçekleşen özgüven zedeleyici, onur kırıcı, ayırımcı, cinsiyetçi birçok mekanizmayı ve maruziyetleri örtme riski de taşıyor. Cinsel tacizin hedefi kadınlar ve LGBTİ+ bireylerdir. Kadınların özellikle iş yaşamında hedef alındıkları cinsel tacizlerin amacı kadınları kamusal alandan, iş yerlerinden uzaklaştırma ve özgüvenlerini kırmaya yönelik ayırımcı ve cinsiyetçi davranışlardır. Özellikle akademideki ve edebiyat dünyasındaki kimi cinsel taciz ifşalarına baktığımızda, erkeklere göre ve erkek hegemonyasına göre düzenlenmiş bir iş yaşamının zeminini görüyoruz. Kadınlara evde şiddet, sokakta tecavüz korkusu ile sınır çizen ataerkil sistem ve failleri, işyerlerinde de türlü taciz biçimleriyle kadınların üretimlerinin kamusal alana çıkışını sınırlamaya çalışıyor. Kitabını yayınlatmak için hegemonik bir erkek figürden olur almak gerekliliği, kadınların bu kişinin kimi gereksiz hatta cinsellik içeren tacizlerine maruz kalmasına, normalde kolayca “cinsel içerikli fotoğrafını da al git” diyebilecekken benzeri aşağılayıcı tutumlara ne cevap vereceklerini bilememesine neden oluyor. Seslerini ise ancak cinsel tacize varan eylemlerden sonra ve ifşaya mecbur kalarak çıkartabiliyorlar.

Bu konuda dikkat çekici diğer bir örnek, yıllarca birçok aşağılayıcı, tektipleştirici, tahakküm kurucu, cinsiyetçi ifade ve görünümleriyle kamuoyunun gözleri önünde olan Adnan Hoca müritleri “kedicikler”in kamuoyunda “kendi iradeleriyle” orada olmayı seçmiş kadınlar olarak kabul edilmesi. Kamuoyu insan onuruna tümüyle aykırı bu görüntüleri, “adeta aile yaşamına karışmama” düsturuyla izledi. Ancak cinsel taciz, istismar ve hatta tecavüze maruz kaldıkları açıkça kanıtlanınca alaycılığın, dedikodunun kapsamından çıkıp yargının ve suçun özneleri olabildiler.

İfşa ile ilgili konunun ele alınmasının güç ögeler içerdiğinin farkındayım ve elbette kadınların patriyarkal toplumda yaşadıkları mağduriyetler arasında bağ kurmanın ve aslında önem sırasına dizmemenin önemine inanıyorum. Elbette cinsel taciz, istismar, cinsel saldırı ve erkek şiddeti kavramlarının yerli yerinde kullanılmalarının gereğine de… Öte yandan kadınların cinsel suçlar olmaksızın da, hayatlarını zorlaştıran, ikincilleştiren ayırımcı, cinsiyetçi konumlanışlar, iş dünyasının örgütlenişi, toplumsal cinsiyet eşitliği konularında daha çok konuşmaya ve seslerini yükseltmeye ve her alanda ayırımcılıkları ifşa etmeye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine yönelik baskılar otoriter rejimlerin de katkısıyla giderek tüm dünyada güçleniyor. Kadınlar ve LGBTİ+ bireyler kadın düşmanlığına, homofobiye, artan baskı ve şiddete karşı hak aramanın önündeki bariyerlere rağmen her zamankinden daha güçlü bir mücadele ile direniyor.

Kadınların yıllardır türlü biçimlerde yazarak dile getirdiği erkeklik biçimlerinin hepsi aynı potada bulunmasa da, kimi zaman bir suçun karşılığı olmasalar da cinsiyetçiliğin, eşitsizliğin, hiyerarşik tahakkümün türlü biçimlerini gizleyebildiklerini gözlemliyoruz. Tüm bu ezilme biçimlerinin ifşasının kadın cinayetlerinin ağır gölgesinde değerlendirildiği söylenebiliyor. Ancak bunu ileri sürebilmek için daha fazla analize ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu hipoteze, kimi zaman ortaya çıkan yoğun öfkenin neden olduğunu düşündüğümde ise buna ezilenlerin tekinsiz öfkesi demeyi tercih ediyorum. İfşa feminist bir yöntemse, bazen çatlaklardan sızabiliyor, bazen de bentleri yıkabiliyor. İfşaların, her zaman gözlemcilerin beklediği sükuneti taşımıyor olmasını ise içinde bulunduğumuz cezasızlık koşullarını hesaba katmadan değerlendirmeyi bir parça haksız buluyorum. Bu cezasızlık ve adaletsizlik ortamı verili, somut bir gerçek. Tıpkı bu gerçeğin çoğu zaman kadınları ifşaya zorunlu kılması gibi. Uygun bulsak da bulmasak da verili gerçeklerin tek başlarına kadınları güçlendirici ya da zayıflatıcı özellikte olduklarını da düşünmüyorum.

Kendinden menkul bir “aşığın” ısrarlı takip ve tacizleri sonucunda dört-beş yıl içinde birden fazla ev, iş yeri hatta şehir değiştirmiş, hukuksal mekanizmalara başvurmuş, sonuç alamadığı için sosyal medyaya başvurmak zorunda kalmış bir kadının ancak oradan sonuç alabiliyor olması güçsüz olduğunun değil olsa olsa çatlaklardan sızmak zorunda kalmış oluşunun resmidir.

Bütün dünyada yükselmiş olan neoliberal rekabetçi sistemde kadınlar ve erkekler arasındaki ruhsallık ifadelerinin ve ilişki kurma biçimlerinin değişip dönüştüğünü de görüyoruz. Artan rekabetle, bireycilik, bencillik, duygusal küntlük ve erkeklik içinde payı giderek artan narsisistik eğilimler daha kısa vadeli, derinlikli olmayan, sorumluluk duyulmayan ilişki paternleri ile sonuçlanıyor. Flört şiddeti ve tahakkümcü tavırlar gözleniyor. Kadınların beyanları ve feminist mücadele sonucu erkeklik biçimlerinin farklı ifadelerini tanıyoruz; gaslighting (psikolojik baskı kurma amacıyla bir kişiye değersizlik algısının dikte edilmesi), mansplaining (erkeklerin, kendi uzmanlık alanları olsun olmasın, her konu hakkında karşılarındaki kadına açıklama yapması; hatta söz konusu kadın konu üzerine senelerini harcayıp dirsek çürütmüşse dahi aldırmadan o müthiş, o her şeyi aydınlatan bakış açısıyla ona doğru yolu göstermesi), stealting (partnerin bilgisi veya rızası olmadan cinsel ilişki sırasında erkeğin prezervatifini çıkarması veya yırtması) gibi.

Bir kısmı suç kapsamına girmeyen bütün bu kadınlık maruziyetleri kadınların yıllar boyu dayanışarak, mücadele gözlemlerini söze dökmeleri ile kavramsallaştı. Bir suçun konusu olmasa da birçoğu kadınlar üzerinde tahakküm kurmaya yönelik, değersizleştirici, cinsiyetçi ifade biçimleri, başka şiddet biçimleri ya da taciz kadar zarar verici olabiliyor. Kadınlar için, farklı kadınlık halleri ve farklı erkeklik maruziyetleri arasında bağ kurmak ve güçlenmek ancak güçlü bir kadın mücadelesi ve örgütlenmesiyle mümkün. Şüphesiz bütün ifşaları da aynı sepete koymak ve homojenleştirmek doğru değil. Birçoğu kadınların hayatlarıyla, varoluşlarıyla, yaşam alanlarını genişletmek, eşitsizlikleri aşmak, başka benzer eşitsizliklerin farkına varmakla ilgili olsa da kimi ifşaların ahlaki normları yeniden üretmesi de mümkün.

Bir ifşanın temsiline baktığımızda neleri dışarıda bıraktığını sorabiliriz. İfşanın bir ucunda kadınlara dair adil olanın temsili diğer ucunda ise fail erkeğe dair abartılı bir suçlama görüyor olabiliriz. Adaletin ve hukukun dışında, kadınlara dair adil olana dikkatimizi verdiğimizde, fail erkeğe dair, varsa abartılı bir suçlamanın üzüntüsüne katlanmak zorunda kalınabilir. Zira kadına dair adil olanın temsilini gözden kaçırmak, zaten ataerkil toplumun kadınlara biçtiği rolleri yeniden üretmeye devam etmek olacaktır.

Kadınların güçlenmesini sağlayacak olan, ifşanın hangi zorunluluk sonucu gerçekleştiğinden çok, kadınların ifşanın pasif izleyicileri değil, adil tanıkları olarak nasıl örgütlenme biçimleri oluşturdukları ve kendilerini ifşaya zorlayan koşullarla iş yerlerindeki, evdeki, sokaktaki mücadele biçimleri belirleyecek kuşkusuz…

 

Kaynaklar

Alev Özkazanç, Bir Musibet: Yeni Türkiye’de Erillik, Şiddet ve Feminist Siyaset, Dipnot Yay. 1. Baskı, 2020.

Alev Özkazanç, Cinsellik Şiddet ve Hukuk, Feminist Yazılar, Dipnot Yay, 2013.

https://catlakzemin.com/ifsanin-adaleti-kadinlarin-adaleti-tartismasina-giris/

https://catlakzemin.com/feminist-ozne-mumkun-mu/

https://feministbellek.org/kadinin-beyani-esastir/

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.