Bu araştırmaya kadınların boşanma deneyimlerini ve bu deneyimleri yorumlama biçimlerini paylaşabilecekleri bir alan yaratma girişimi olarak başladım. 2014-2015 yılları arasında Karadeniz, Ege, Marmara ve İç Anadolu olmak üzere Türkiye’nin dört ayrı bölgesinde altı farklı ilde yirmi yedi katılımcıyla yaptığım görüşmeler, üzerine düşünülecek yedi ortak tema ortaya çıkardı. Ancak bu yazıda evliliğin gerçekleşmesinde rol oynayan içsel sebepler ile katılımcıların boşanma kararını nasıl aldıkları, kararlarının nasıl karşılandığı ve boşanma deneyimini nasıl yorumladıkları üzerinde duracağım.
Yuvaya giriş
Fox (1975), aşk evliliklerinin toplumun modern, anlaşmalı evliliklerinse geleneksel kesimleri arasında gerçekleştiğini iddia eder. Nitekim kadınlardan evliliğe kadar bekaretlerini korumalarını bekleyen bir toplumda aşk evliliği evlilik öncesi bir ilişkiye işaret ettiğinden aileler bu durumu ailenin namusunu zedeleyici bulabilir. Ancak Hart (2007), aşkı modernizmle, şehirlileşmeyle ya da batılılaşmayla ve bireysellikle eşleştiren araştırmacıların, aşkın ne modern ne batılı, sadece insani bir özellik olduğu gerçeğini kaçırdıklarını söyler. Hart, Türkiye’de yapmış olduğu antropolojik araştırmayla aileler, evlilik öncesinde veya sonrasında çiftlere romantik bir ilişki yaratma imkanı tanıdığı sürece anlaşmalı evliliklerde de aşkın var olabileceğini gösterir. Aynı şekilde Özyeğin de (2009) evlilik öncesi cinsel deneyimi olan modern ve eğitimli bir kadının bekaretini yitirmiş olmanın yarattığı huzursuzluğun üstesinden gelmek için herhangi bir adayla evlenerek kendini erken bir evliliğin içinde bulabileceğini ortaya koyar. Geleneksel anlaşmalı evliliklerin bir aşkla sonuçlanma ve modern bir aşk birlikteliğinin genç bir kadını erken bir evliliğin içine sürükleme ihtimalini göz önünde bulundurunca, evlilikleri modern ve geleneksel karşıtlığına denk gelecek biçimde ikiye ayırmak yeterince aydınlatıcı olmayabilir.
Sirman (2004) namus suçlarını kadınların çalışma, gezme ve kendi bedenleri üzerindeki haklarının ihlali olarak tanımlar. Yaşama hakkının ihlali ise en sonuncusudur. Bu tanımın ışığında evlilik kurumunu, namus kavramının yeniden üretilmesine meşru yollarla hizmet eden bir alan olarak kabul edebiliriz. Koğacıoğlu (2004) modern kurumların, gelenekleri göze çarpmayacak biçimde yeniden ürettiğini ve namus kavramının modernlik öncesine ait bir gelenekle özdeşleştirilmemesi gerektiğini ileri sürer.
Gelenekler ve modern kurumlarla iş birliği içerisinde işleyen hiyerarşik mekanizma, evlenme kararının alındığı baba evinde başlar. Evlilik, aileler gerçekleştiğini görsün diye yaşanan bir zorunluluk olduğu sürece (Delaney 2001) bu mekanizma karar alma sürecinin önemine işaret eder. Az sonra aşağıda göreceğiniz örneklerde olduğu gibi anlatıların birçoğunda evlilik kararı evlenen kadından çok ailesine ait görünüyor. Anlatılardaki evlilik karar süreçlerine odaklanmak, katılımcıların hayatlarındaki farklı güç mekanizmalarının açığa çıkmasını sağlıyor. Her katılımcının tek bir kişiliği temsil etmesiyle beraber, tüm katılımcıların toplumsal cinsiyet ve sınıfsal açıdan benzer toplumsal gerçekliklerle yaşaması evlilik süreçlerinde bazı ortak paydaların belirmesine yol açmış diyebiliriz.
“Sevdim o adamı. Ee sonra, sonra da zaten daha sevmekten başka bir çaren kalmıyor.” Beni evlilik karar alma süreçlerinde kadınların eyleyicilikleri üzerine düşünmeye teşvik eden bu cümle Aydan’dan geliyor. Kadınların eyleyiciliklerine, evlenmek için öne sürdükleri içsel sebeplere odaklanan bu bakış açısından evliliğe giden dört rota belirleyebildim. İlki erken yaşta zorla evlendirilen kız çocuklarının da dahil olduğu, kadınların aileleri tarafından evlenmeye zorlandıkları koşulları kasteden zoraki evlilik; bir kaçış planı olarak evlilik, kadınların içinde yaşamaktan memnun olmadıkları ailevi koşullardan kurtulmak amacıyla yaptıkları evlilik; ihtiyaçtan evlilik, kadınların zorlayıcı yaşam koşulları içerisinde pratik bir çözüm yolu olarak başvurdukları evlilik; son olarak kadınların evlenme nedenlerini aşka atfettikleri aşk evliliği. Bu dört rotayı örnekleyen anlatılarla devam edeceğim.
Zoraki evlilik
Zorla evlendirilen kadınların evlilik kararları aileleri, özellikle de babaları tarafından alınmıştı ve katılımcılar, Aydan’ın aktardığı gibi bu karara karşı çıkamamıştı: “Eğer babam beni vermişse benim hiçbir şey daha demeye hakkım yok, bu iş bitmiştir dedim.” Zorla evlendirilen çoğu görüşmeci evlendiğinde birer kız çocuğuymuş. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun 2011 yılına ait raporuna göre on sekiz yaşın altında bir kız çocuğuyla yapılan her evlilik zorla evlendirilen kız çocuklarını kapsamaktadır. Fakat Türkiye’de bu konuya yaklaşım kanun tipine göre değişiklik göstermektedir. Medeni kanuna göre on yedi yaş altındaki kız çocukları, çocuk koruma kanununa göre on sekiz yaşın altındaki kız çocukları, ceza kanununa göre on beş yaşın altındaki kız çocukları zorla evlendirilmiş kız çocuklarıdır (Çakmak 2009). Dahası, ceza kanununa göre on beş yaşındaki bir kız çocuğuyla cinsel ilişki yaşamak yalnızca şikayet olduğu takdirde altı ay ile iki yıl arasında cezalandırılır (Erdoğan 2014). Ancak bu sorun, zorla evlendirilen kız çocuklarının durumunu normalleştiren kültürel ve toplumsal değerler var olduğu sürece kanunlarla çözülemez. Aynı şekilde Erdoğan’ın da belirttiği gibi bu soruna psikolojik bir perspektiften yaklaşmak da konunun sosyolojik, kültürel ve dini altyapısını anlamak için yeterli değil. Kız çocuklarının aileleri tarafından sürüklendiği hiçbir evliliğin pedofili içermediğini iddia etmek imkansız olmakla beraber bu evlilikler psikolojik bir sorunun ötesinde yaklaşımı gerektiriyor. Yukarıda değinilen rapora göre ekonomik sıkıntı yaşayan aileler için çözüm yolları kız çocuklarını hedef alıyor. Bu durumdaki bazı aileler, evliliğin, kız çocukları için tek kurtuluş yolu olduğunu düşünüyor. Buna ek olarak, geleneksel toplumlarda erkeğin belli bir eğitim seviyesine eriştikten ve askerliğini yaptıktan sonra evlenmesi uygun görüldüğünden erkek ve kadın arasındaki yaş farkı olumlu karşılanıyor. Geleneksel aileler bir kadına en çok yakışan şeyin her anlamda eşiyle birlikte hareket etmek olduğunu ve erken yaşta evlenen kız çocuğunun hayatının geri kalanında atacağı her adımda eşiyle daha uyum içerisinde olacağını varsayıyor. Her şeyin ötesinde, geleneksel toplumlar için kadının her yaşta bir evi idare edebileceği düşünülüyor.
Leyla, katılımcılar arasında en genç yaşta evlenen kişiydi ve evliliği, babasının olmayışı sebebiyle namusunu korumak amaçlı gerçekleştirilmişti:
Ben Malatya’da yaşıyordum on iki yaşında annem beni eşime nişanladı benden izinsiz … ben hiç istemedim evlenmeme altı ay kala ben onu sevdim ama tabii ben çocuğum beni sinemalara götürüyor annem de geliyor ben gitmiyorum ya annem de benimle geliyor… evlendik, tayinimiz çıktı biz Yozgat’a gittik öğretmendi kendisi … Annem beni küçük yaştan verdi buna hani baba yok Malatyalıyız biz Doğu’da ne olur ne olmaz diye. (Leyla)
Ben on altı yaşındaydım evlendiğimde, on yedi yaşında anne oldum. İkinci çocuğumu da on sekiz yaşında doğurdum. Eşim benden altı yaş büyüktü. Hani ben on altıyım o yirmi ikiydi. Halamın oğluydu. Aileler istedi. Ben, babam sordu bana, bende zaten bir ürkeklik vardı babama karşı, daha hâlâ bu yaşta olmama rağmen vardır, bir şey soracağı zaman böyle ben ya… karşısında yaprak gibi titrerim. O zaman da böyle bir korkuyla, ben böyle bir şey düşünüyorum dedi, uygun görüyorum dedi, ben bilmiyorum dedim o hafta nişanım takıldı işte. Altı ay sonra düğünüm oldu. (Nükhet)
Öz babasının kendisini büyüten kişi olmadığını 17 yaşında öz amcasının kendisini oğluna istemesiyle tesadüfen öğrenen Meltem, bir sene içerisinde üvey babası tarafından kendisini Mahinur adıyla tanıyan akrabalarına ziyarete götürülür ve orada istemediği halde nişanı kıyılır:
Nişanlım olan kişiyi işte aldım karşıma dedim ki biz seninle yapamayacağız yani ben bunu daha baştan da söylemiştim. Al yüzüğünü kardeşim ayrılalım biz. Ben orda nişanlımdan ayrıldım o akşam geldiğim günün akşamı. Ertesi gün beni gezdiriyor şimdi babam çok genç yaşta öldüğü için babamdan dolayı bir şeyim var benim hani orda ismim var … beni gelip görüyorlar falan, dediler ki seni köyde gezdirelim, köye gideceğiz indik beni gezdiriyorlar bir yere uğradık il özel idarenin bir bürosu gibi, orda yine bir akrabamla tanıştırdılar beni ee babamlar falan topraklarım olduğunu söylemişlerdi zaten bir önceki gelişlerinde hani o yüzden seni aradık bulduk demişlerdi, dediler ki sen madem nişanı attın, ben oğlumuzla yapmak istemiyorsun birlikte olmak istemiyorsun biz seni zorlamayacağız ama senin babadan kalan toprakların var bunları yarın gelip de hani ya satarsan ya edersen ben size hibe ederim demiştim. Benim toprakta gözüm yok, tamam o zaman buyur bir imza at dediler bir defter verdiler önüme ben oraya hibe ettiğime dair güya imza attığımı zannediyorum benim nikahım öyle kıyılmış. (Meltem Mahinur)
Zoraki evliliklerin arasında daha farklı yollarla gerçekleşmiş olanlar da vardı:
On yedi buçuk yaşında evlendim. Kaçarak evlendim. O da anne, kaçarak evlendin diyince herkes seviyorsun da vermediler de kaçtılar gibi, yok öyle bir şey. İşte annenin cahilliği, aile korkusu. Bizim karşı komşumuzun oğlu vardı kitap okuyorum işte, ev bahçeli bir evde evin bahçenin yarısı balkondu orda kitap okuyorum, o da benden büyüktü kitap veriyor bana ben ona kitap veriyorum annem kıyameti kopardı anneme göre ee burayı istediğin gibi düzelt ee kitap okuyorsan okula gidiyorsan bir numaralı orospusundur. Yani yok başka şansın. Elin adamından kitap alıyorum bir gün böyle kıyamet kopardı abimler İzmit’deydi o zaman İzmit’te dükkan açmışlardı, abinleri çağıracağım falan ben, babam daha aydındı ee babama söyledim işte baba böyle biri var ama sevgilim filan değil, tanışmak ister misin, tamam dedi. Nerde Gençlik Parkı’nda, iyi, Gençlik Parkı’nda ama Gençlik Parkı’nın seksen tane kapısı işte yani çocuksun babam gelmedi ben de aha beni aramaya gitmişlerdir dedim yani eve dönemem sonra çocukların babası gitti baktı dedi ki ya bahçe kapısında kilit var aha dedim beni aramaya çıktılar ve ben o korkuyla kaçtım. Yani böyle saçma sapan bir şekilde. (Şeyma)
Şeyma’nın evliliği evlilik kurumu ve namus arasındaki gizli anlaşmayı oldukça iyi bir şekilde örnekliyor. Ailesinin gözünde namusunu koruyabilmek için evlenmek dışında başka bir yol bulamaması elbette ki bir tesadüf değil. Duben (1985) evliliği gelinin kocanın hanesine dahil oluşu şeklinde tanımlasa da anlatılar, kadınların kocalarının evlerine babalarının evlerinden gönderildikleri için girdiklerini gösteriyor. Diğer bir ifadeyle, kadınlar bir eve girmekten ziyade bir evden gönderiliyorlar.
Bir kaçış planı olarak evlilik ve ihtiyaçtan evlilik
Zoraki evliliklerden farklı olarak çiftler arasındaki ortak paylaşım, bir kaçış planı olarak evlilik ve ihtiyaçtan evlilik yaşayan katılımcılarda daha fazlaydı. İhtiyaçtan evlilik yaşayan kadınlar evlilik öncesinde en çok ortak paylaşıma sahip olanlardı. Ancak eyleyiciliğin, ailevi koşullardan kaçmak için veya en pratik çözüm olduğu için evlenen kadınların anlatılarında daha görünür olduğu iddia edilebilir. Nitekim kadınlar, kendi ihtiyaçlarına en uygun düşen adayların arayışına girmiş ve hayatlarını onlarla birleştirmişler. Giddens (1992) kadınların kendilerini keşfetmelerinin aile evini terk etmeleriyle ilintili olduğunu ve çoğu kadın için bunun evlenmek olduğunu ileri sürer. Bu nedenle birçok kadın dış dünyaya adım atmayı yeni ilişkiler kurmakla eş tutuyor. Bu görüşü destekleyecek biçimde birçok katılımcı, yalnızca daha özgür bir hayat veya ebeveyn kontrolünden uzaklaşmak istemiş ancak toplum düzenine meydan okuyacak cesareti kendinde bulamamış. Candan, düğününü çalışarak kendisinin yaptığını ve evini kendi başına döşediğini özellikle vurgulayan bir kadın olarak bu durumu şöyle ifade etmişti:
[Şöyle düşündüm] hiçbir şey olmadım, sıradan bir yerde çalışıyorum filan, iyi bir ev kadını, iyi bir eş, iyi bir anne olmalıyım yani artık çünkü hiçbir şey yok elimde yani ne okulu bitirdim ne bir şey var … Ben ilk evlendiğim gün o imzayı atarken ben bu evlilik bitecek bitecek anlamında o imzayı attım. Zaten ben o evden kaçmak amaçlıydı benim evliliğim, hiçbir zaman ne taptım ne sevdim ne uğruna ölecek biri değildi … Candan sakın evlenme dediler, Candan sakın hayır ilk başta arkadaşlarım bana dükkanda evlenip boşanan arkadaşlarım vardı, Candan sakın evlenme sen evlenecek kadın değilsin, sen evliliği yürütebilecek bir insan değilsin bak kaçış için yapıyorsun onun yerine kendin ayrı eve çık [dediler], mesela ayrı çıkma cesaretini gösteremedim bak. (Candan)
Candan gibi Menekşe de kendisini huzursuz eden aile koşullarından kaçmak için evlenmişti:
Ee biz şimdi Gürcüyüz ee Gürcülerde şöyle bir ee kural demeyeyim de nasıl, ne derler şimdi tam tabirini bulamıyorum ee çok ee eski zamanlarda savaş zamanında buraya geldiği için atalarımız burada ee birbirlerine daha çok kenetlenmişler daha bağlanmışlar Gürcülerde daha tutuculuk bağcılık bağlılık vardır mesela bu da ev hayatında şeyi de etkiliyor yani mesela bizim gelenimiz gidenimiz çok … Bütün akrabalarımız burada değildi çok azınlıktaydı işi olan hastaneye gelen bize gelir kalırdı. Sürekli kalabalık içinde bir ailede büyüdüm. Çocukluk zamanında bu çok zevkli geliyordu tabii ama büyüyünce biraz genç kız olduğun zaman kız çocuğu olduğun için de temizlik yapman bekleniyor misafir ağırlaman bekleniyor … Ben misafir düşmanı değilim kesinlikle ama inanılmaz, hatta ben arkadaşıma anlattığım zaman sizin ev hâlâ mı öyle der mesela. Olabilir, dışarıdan fenalık gelir yani içinde yaşamadığı halde. Ben belki bundan olayı bura içinde ya da görücü usulü kısmetlere sıcak bakmadım çünkü hep şöyle düşündüm yani ben bura içinden evlenirsem benim aile, evim de anne, annemin evi gibi olur diye düşündüm. Ee hep bana da gelirler ben rahat olamam yani böyle çok huzurlu olamam diye düşünüyordum … O ev ortamından da kurtulmak için tam belki seçemedim yanlış bir evlilik yaptım. (Menekşe)
Candan ve Menekşe gibi diğer beş kadın da aile koşullarından kaçmak için evlendiklerini ve o anki ihtiyaçlarına cevap verebilecek en uygun adayları arayıp bulduklarını dile getirdiler. Kimisi ailesinin karşı çıkmasına rağmen almıştı evlilik kararlarını.
Boşanma deneyimlerinin aktarıldığı bölümden sonra en azından bazı kadınlar için evliliğin daha bağımsız bir hayat için bir araç veya bir geçiş dönemi olduğu daha da belirginleşecektir. Ancak özellikle ihtiyaçtan evlilik yaşayan kadınlar bağımsız bir kadın olma ve bu bağımsızlığın zorlukları arasında gidip gelmişti. Nitekim, flört edebilen kadınların diğer tüm geleneksel sınırlamalardan özgür kılınması gibi bir durum söz konusu değil.
Örneğin Rüya, 12 Eylül döneminde siyasi olarak aktif genç bir kadın olması nedeniyle ülkeyi birkaç yıllığına terk eder. Bu süreçte altı yıllık bir ilişki yaşar ancak Türkiye’ye dönme kararı aldığında ayrılır ve bir sendikada çalışmaya başlar. Bu arada cezaevinden altı ay önce çıkmış olan eski eşiyle tanışır ve evlenmeye karar verir:
Ee ben yani evlenmemin en büyük nedeni etrafımda o kadar yani ne diyeyim sarkmak kelimesi de yani tacize çok çok tacize uğruyor, Türkiye’de ee tek başına yaşayan tek başına çalışan ki sen de belki bilirsin bunları. Özellikle sendika gibi bir ortamda, inanılmaz yani sendika patronları diyorum ben ona işçi sınıfı falan değiller, yani artık paralı profesyonel sendika yöneticileri. Çok çektim. Yani yalnız olmaktan çok çektim hakikaten ve yani açık söyleyeyim etrafımda şöyle mert sözüne güvenebileceğim, şey ee bana güven verebilecek ee şey düzene uyum sağlayan bir açısı olmayan falan erkek yok gibi bir şeydi ya da benim bulunduğum ortamda öyleydi. Dolayısıyla Cem’le tanıştıktan çok kısa bir süre sonra böyle bir güven geldi bana bir de çocuğum olsun istiyordum artık 28 yaşına gelmiştim çocukları çok seviyordum. (Rüya)
İhtiyaç nedeniyle evlendiğini söyleyen kadınların sayısı üçtü ve üçü de evlendikleri sırada çalışan, yalnız yaşamaya çalışan eğitimli kadınlardı.
Aşk evliliği
Zoraki evliliklerde olduğu kadar bastırılmamış olsalar da evliliklerinin sebebinin aşk olduğunu söyleyen kadınların da bastırıldığı söylenebilir. Aşkın deneyimlenişini aktaran hikayelerdeki erkekler, tıpkı Firestone’un (1970) iddia ettiği gibi kadınları üstesinden gelinecek aşk nesneleri olarak algılıyorlardı. Fromm (1956) ilgi, sorumluluk, saygı ve bilginin aşkın bileşenleri olduğunu söyler. Ona göre ilgi, sevdiğimizin yaşamı ve gelişimi için aktif bir alakadır. Sorumluluk, sevilen kişinin açığa vurulan ya da vurulmayan tüm ihtiyaçlarına karşılık verebilme yetisidir. Ancak Fromm saygı olmadığı takdirde sorumluluğun zorbalığa dönüşebileceği konusunda uyarıda bulunur. Ona göre saygı, kişiyi olduğu gibi tanıyabilmektir. Kişi, sevdiği kişinin kendi arzularına yarayacak şekilde değil, onun bildiği, tanıdığı ve istediği şekilde var olmasını istemeli. Bu bağlamda kadınların aşk deneyimleri saygının yoksunluğunun yarattığı koşullarda gerçekleşirken onları savunmasız bırakan eşitsiz güç dengelerine işaret eder.
Evlilik nedenlerini aşka atfeden tüm kadınlar tıpkı Hale’nin aktardığı gibi eski eşleri tarafından beğenilmiş ve tercih edilmişti. Hale’nin anlatısı aşkın, eşitsiz güç dengeleri içinde nasıl deneyimlendiği hakkında aydınlatıcı olacaktır. Hale’nin eski eşi onu caddede yürürken görür ve beğenir. Sonrasında bir tanıdık aracılığıyla görüşme organize eder:
Böyle oturdu karşıma eşim şey dedi ben sizinle evlenmek istiyorum dedi ilk dediği bu oldu daha o gece. O bana ilk görüşte aşık olmuş zaten yani çok fazla şey. Ben yirmi bir yaşındayım hayatımda hiç flört etmemişim, hiçbir erkeklen bir arkadaşlığım olmamış çok ciddiyim … Şimdi eşim çok yakışıklı bir adamdı hani böyle boylu boslu çok hoş çok hızlı yaşamış … Öyle kadınlarla gezmiş dolaşmış beni görünce tamam evleneceğim kişiyi buldum demiş. E ben de tabii etkilendim beni o kadar beğenmesinden ama hiç flört etmedik yani hiç şey yapmadan çünkü hemen gelip istedi. (Hale)
Evlenilecek bir kız olmanın verdiği gururu anlatıda görmek mümkün. Evlenme nedenlerinin aşk olduğunu söyleyen diğer yedi katılımcı Hale gibi hiçbir ortak paylaşıma yer vermeden evlendiklerini belirttiler. Anlatılarındaki ortak payda ise eski eşleri tarafından beğenilmiş ve tercih edilmiş olmalarıydı. Dahası, eski eşleri öptükleri ilk kişi, ilk sevgilileri ya da en ısrarcı aday olduğu için evlendiklerini dile getirenler de vardı. Bu, kadınların aşkı bir tür tahakküm içerisinde yaşadığını ve kendi kriterlerini belirleyebilen bir özneden ziyade ikna edilmesi gereken aşk nesneleri olarak davranıldıklarını gösteriyor.