Belki siz de dikkat etmişsinizdir; son zamanlarda, özellikle sosyal medyadaki feministler arasında çok popüler bir deyim var: Mansplaining[i]. Peki ne demek mansplaining? Hemen cümle içinde kullanalım: Babam mansplaining yaptı/yapar. Benim için mansplaining’i hiçbir cümle bu kadar iyi anlatamaz.

Simon Glücklich, Paar imGespräch/Sohbet

Yine de bir tanım yapmak şart görünüyor. Kabaca söyleyecek olursak mansplaining, ingilizce “explain” (açıklamak) kelimesinin “man” (adam, erkek) ile birleştirilmiş hali. Erkeklerin, kendi uzmanlık alanları olsun olmasın, her konu hakkında karşılarındaki kadına açıklama yapması; hatta söz konusu kadın konu üzerine senelerini harcayıp dirsek çürütmüşse dahi aldırmadan o müthiş, o her şeyi aydınlatan bakış açısıyla ona doğru yolu göstermeleri anlamına geliyor. Türkçe’ye “açüklama” ya da “sikzah etme” şeklinde adaptasyonları mevcutsa da kimi feministler bu uyarlamaları doğrudan erkek cinsel organını içerdikleri için transfobik bulmuşlar. Konu üzerine twitter’da denk geldiğim bir tartışmada alternatif olarak “erkekleme” önerildi ki bence en güzel çeviri buydu; özellikle “Bugün erkeklendim” şeklinde kullanıldığında duruma cuk oturuyor diye düşünüyorum.

Gelelim babama. Evet, hemen hepimizin babası “erkekleme” konusunda deneyim sahibidir diyebiliriz; ama benim babam bir başka. Kendisi ekonomiden dış politikaya, sanattan yemek yapımına, modadan feminizme kadar herrr ama herrrr konuda “uzman” bir kişilik. Nasıl olabildiğini bilmiyorum, ama bir şekilde yorum yapmadığı, “doğrusunu” anlatarak bizi (ev halkını) aydınlatmadığı en ufak bir konu yok gibi. Örneğin senelerdir mutfağa yalnızca “Ne yapıyorsunuz, nasıl yapıyorsunuz?” diye sormak için uğramasına ve eline bir tahta kaşık bile almamasına rağmen bütün yemeklerin püf noktalarını bilir, anneme “Ama işte bilmiyorsun, o öyle pişirilmez, önce suda bekleteceksin, sonra iyice kızacak tava…” vs. şeklinde uzuuun uzun açüklamalarda bulunur ve en nihayetinde piştiğinde herkesin parmaklarını yiyerek beğendiği yemekte illa ki bir kusur bulur: Ya az pişmiştir ya kıvamı tutmamıştır ya her şeyi iyidir de “bi’ salaklık var”dır. Yok, yemek çok övgü almış, artık kusur olarak o “salaklık” bile sayılamayacak gibiyse, “Eee, malzemeler kaliteli. Gidip en kalitelisinden alıyorum” ya da “Eee tarifi kim verdi”, diyerek yine kendine bir pay çıkartır.

Babamın bu halleri artık evde kanıksanmış, abiler tarafından taklidi yapılan, annemin bile tiye aldığı, hatta kısmen sevimli bile bulunan çocuksuluklar olarak görülse de özellikle “ciddi” konularda bu erkekleme’ler pek katlanılabilir olmuyor.

Sıradan bir günde, saç kesimimin neden yüzüme gitmediğine ve aslında saçlarımı nasıl kestirmem gerektiğine ya da beslenme şeklimin aslında ne kadar zararlı ve yanlış olduğuna dair söylevleri dinlemeye alışkınım. Öyle ki muhafazakâr bir aile olmasaydık ve regl ayıp bir konu kabul edilmeseydi eminim hangi pedi tercih etmem gerektiğini, neden her seferinde karnımın ağrıdığını ya da dönemsel sivilcelerimin nasıl geçeceğini de yine aynı cömertlikle anlatırdı, sağ olsun. Ama bu yazıda, beni en hassas noktamdan vuran, hani dirseğinizi bir yere vurduğunuzda oluşan o elektrik çarpması hissini uyandıran bir “erkekleme” örneğinden bahsedeceğim.

2015 yazında babamla, sonu terapide biten (ki bundan sonraki yazılarımda bol bol terapi maceralarımı okuyabilirsiniz) büyük bir kırılma yaşadık. Daha önce dediğim gibi babam muhafazakâr bir adam ve ben bu yaşıma kadar siyasal konularda onunla bire bir diyaloga girmemeye özen gösterdim (e kendi konforum için tabii). Ama durum öyle bir hal aldı ki yüzleşme kaçınılmaz oldu. İşte size, “erkeklenme” konusunda iki abi ve bir koç burcu, muhafazakâr baba sayesinde neredeyse doğuştan deneyimli bir kadının nasıl çıldırtılabileceğini gösteren o ibretlik diyalog:

Babam: Ee, ne yani, sen Gezi’nin bir darbe girişimi olduğuna inanmıyor musun?

Ben: Hayır inanmıyorum, bence orada insanlar demokratik tepkilerini dile getirdiler ama karşılığında polisin orantısız şiddetine maruz kaldılar.

Babam: E ama kızım nasıl hâlâ böyle düşünebiliyorsun, BEN SANA GEZİ’NİN NE OLDUĞUNU ANLATMADIM MI? (Kendi açüklamasının tek ve geçerli yorum olduğundan ve benim bunu sorgusuz sualsiz kabul ettiğimden, etmem gerektiğinden öyle emin ki!)

Ben: Ama ben senin açıklamanı kabul ettiğimi söylemedim ki?

Babam: Eee ne yani, şimdi senin siyasi görüşün ne, komünist mi oldun?

Ben: Siyasi görüşümü çok merak ediyorsan ben feministim.

Burada bir ara vermek istiyorum. Babam bu cevabı kesinlikle beklemiyordu. Bir anda bütün o ciddiyeti, endişeli hali, “Kızımın beynini yıkadılar, kızım PKK’lı oldu, yardım edin a dostlar” diye bağıran vücut dili değişti, adeta “Ay amaaaan ben de bir şey sandım, seni gidi deli kız” dercesine bir rahatlık çöktü adamın üstüne. Aklıma hemen cânım Hülya Hocamın “Devlet feminizmi siyasetten saymadığı için yıllardır üniversitede çok rahat siyaset yapıyorum.” lafı geldi. Neyse diyaloga dönelim:

Babam: (Gözlerini devirip yüzündeki bütün kasları iyice gevşeterek) Yaa işte bilmiyorsun ki, feminizm bir siyasi görüş değil ki bir kere.

Ben: Yoo, bal gibi de siyasi görüş.

Babam: Ee, neyi savunuyor o zaman?

Ben: (Üzerine onlarca şey okuduğunuz, yıllarca düşündüğünüz, hayat felsefenizi oluşturan, bütün mücadelenizin temelinde yatan bir düşünceyi birkaç cümleyle hem de babanıza anlatmak nasıl zor bir işmiş yahu diye düşünerek) Temelde yüzyıllardır erkekler tarafından sömürülen kadınların erkeklerle eşit şartlarda yaşayabilmelerini savunan görüş feminizm.

Babam: (Yine aynı gevşeklikle) Yaa kızım feminizm bu değil ki, bilmiyorsun işte.

Ben: (Artık cümlelerimin politik doğruluğuna da inceliğine de dikkat edemeyecek denli öfkeli bir halde) Asıl sen bilmiyorsun baba! Ne biliyorsun feminizmle ilgili? Bu yaşına kadar kaç kere kadın-erkek üzerine düşündün? Kaç kitap okudun? Ben senelerdir bu konu üzerine okuyorum, yazıyorum, tezim bile bununla alakalı, bana her konuda ahkâm kesmene alışkınım ama burada dur! O kadar uzun boylu değil, bu BENİM MESELEM!

Tabii bu diyalog babamın erkeklemeden vazgeçmesini sağlamadı, ama en azından feminizm konusunda bana atıp tutmasına izin vermeyeceğimi gördü. Sanırım her gün twitter’daki erkeklerin bize “gerçek feminizm”i öğretmesinden ya da mesela seçme ve seçilme hakkını nasıl bizim almadığımızı, onların bize verdiğini anlatmasından fazlasıyla aşina olduğumuz bu mansplaning kavramıyla daha çok uğraşacağız.

Evet erkekler, peki peki anladık, siz her şeyi en iyi bilirsiniz, sizin alınız al inandık. Ama bizim de morumuz mor, o yüzden öyle durmadan bize akıl verip de bizim dengemizi bozmayınız!

[i] http://www.5harfliler.com/yoksa-size-hala-acuklamadilar-mi/

5 YORUMLAR

  1. ya bu konuda bende çok düşündüm ve vardığım sonuç hep şu oldu: “uzun yıllar boyunca kadınlar erkekleri hep birer sığınak, koruyucu, kollayıcı olarak gördüler. Günümüzde bu kavramlara bir basamak daha eklendi; erkekler yürüyen banknot gibi görülüyorlar.”
    Evet, bu açıklama üzerine şunu rahatlıkla söyleyebilirim; bugünkü durumun sorumlusu yine kadınlardır. Zira, geçmişten günümüze kadar, çeşitli sebeplerle erkekler hep bir radde yukarıya çıkarılmıştır. Süre gelen sebepler, erkek egosunun hegomanyasını büyütmüştür. Öyle bir hale dönüşmüştür ki bu, erkek kendini bile o hegomanyanın altında bulmuştur.
    Eğitimli ve kendi ayaklarının üzerinde durmasını bilen bir kadının yetiştirdiği erkek evlat ile her bakımdan bağımlı yetiştirilmiş, yaşamaya mahkum edilmiş bir kadının yetiştirdiği erkek evlat mı?
    Zurnanın malum deliğine gelindiğinde olay şu şekilde patlak verecektir: Bir taraf bizi siz böyle yaptınız, diğer taraf bizi siz böyle yaptınız! Yani yumurta tavuk paradoksunun eğrilmesinin tam ortasında bulduk kendimizi.
    Adına ne derseniz deyim, erkeklenme, erbilmişlik ya da diğer tanımlar. Biz toplumda “babamız sağolsun!” “Devlet baba!” mantalitesiyle büyüdüğümüz müddetçe, feminel hareket kendi varlığını kabul ettiremez. Kaldı ki meme kanseri farkındalığı paylaşımlarında dahi “meme” sözcüğünün “cinsel organ” olarak algılanarak yazılamayışı, körelmiş zihniyetin parmaklıkları ardına gizlenmiş, din afyonunun halüsinojik etkisiyle bertaraf edilmiş zihniyetler kişilikler, feminizmin varlığını nasıl kabul ettirebilirler?

    • Başınıza pamuk ipliği düşse kadından bilmek yerine, kendinizi yürüyen banknot olarak görmemeyi deneyiniz. Sorunu yumurta tavuk paradoksu ile açüklamaktan vazgeçiniz. “Feminel hareket” var olmasa da feminist hareketin olduğunu kabul ediniz. Bir an için mutlu olunuz. (siz banknot değilsiniz)

    • Meselede sorumlu aramak yerine öteden beri gelen toplumsal bu soruna, iki cins arasindaki çekişmeye ilişkin doğru teşhisi koymaya çalışmak gerekir. Psikanalizde kullanılan metotlarla çalışılmalı ve ciddi, hızlı değişimler beklememek gerekir. Bir insanın gelişimi bile ne kadar zaman alırken milyonluk bir ölçekte gelişim çok daha zaman gerektirecektir.

  2. Dr Lerner in Öfke Dansı kitabını okumanızı (aslında özellikle bütün kadınların, ve bütün insanların okumasını) tavsiye ederim, iletişim konusunda kadınların çektiği acılara faydalı bir yordam.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.