Kadın mücadelelerinin muazzam dayanışmasıyla kazanılan her şey, Kürt kadınların illegal faaliyetleri şeklinde topluma sunulmaya çalışılıyor. İllegal kelimesi ile halkları bölmekten vazgeçmeyen iktidarlar, kadın dayanışmasını bölmek için de aynı kozu kullanıyor.
Ağzımı, burnumu dağıtsa bir erkek ya da hakaretleriyle haysiyetime yönelse “baba” evine gitmeyecek kadar aklım başımda olduğu için Rosa’ya yürürüm. Yalnız değilim, kocaman, örgütlü bir kalabalığın küçücük bir parçasıyım, üstelik ne yaşadığının gayet farkında olan bir kalabalığın. Gözaltına alınsam, hani mümkün değil de (!) tacize-tecavüze uğrasam yani işkence etseler yer-yurt belli, Rosa’ya yürürüm. Öldürülsem mesela, bir eylemde cop vasıtasıyla ya da erkek-namus cinayetinden müsebbip, Rosa var, bilirim hesabını sorar; bedenim yürüyemese de ruhum yine Rosa’ya yürür. Şiddet dediğimiz dövmekten, öldürmekten ibaret değil ki. Mecliste daha çok kadın olsun istesem, belediyeleri kadınlar yönetsin, kentler kadın aklıyla boyansın, sokaklar kadınların olsun yani kadınlar siyaset yapsın istesem, böyle diyen diğer kadınlarla hasretimi de mücadelemi de yine aynı yerde buluştururum. Yer-yurt dediğim başka neresi olabilir ki?
Duygusunu kaybettiğimiz hiçbir mücadele, hakikate yürütmez yürütmesine ama aklın kabul etmedikleri de derdimize dahildir. Bir süredir, Rosa Kadın Derneği’nin emekçilerini, fikirdaşlarını ve yoldaşlarını güneşle eş zamanlı operasyonlar eşliğinde tutukluyorlar. Mesajı aldık mı? Aldık elbette; yaşadığımız mekanlara istedikleri zaman ayakkabılarıyla girebileceklerini, o gün sildiğimiz yerleri, yeni ütülediğimiz havluları, çarşafları o kirli ayakkabılarıyla ziyan edebileceklerini, sokakta görünmesin diye sağımızı solumuzu çekiştirmemizi öğreten cinsiyetçiliklerine ve ahlakçılıklarına rağmen iç çamaşırlarımızı ortalıklara saçabileceklerini… En az üç çocuğu da önlerinde daha fazla hakarete uğrayalım diye istediklerini…
Elbette bunlardan ibaret değildi mesajları, bilerek yahut bilmeyerek siyasi partilerdeki kadın görünürlüğünün, kadın eksenli belediyeciliğin, tacize, tecavüze ve kadın cinayetlerine karşı sokaklarda yankılanan kadın seslerinin, bilime adlarını yazmaya gelen kadınların tahtlarını salladığını da hatırlattılar. Her gün onlarca kadın katledilirken, yaşamlarına, emeklerine yabancılaştırılmaya çalışılırken bu kadınlar birbirlerine derman olmakla, “Bu düzen böyle gitmez” eylemleri yapmakla meşguldü. Mücadele eden kadınların o kadar çok işi var ki kimi ne kadar rahatsız ettiklerini umursayacak zamanları kalmıyor, hatırlattılar demem de bundandı. İşte, 8 Mart, 25 Kasım, Mor Konvoy, kadın siyasetçilerin tanıtım toplantıları da tam olarak “o” işler oluyor.
Değil ki başkaldıranı, başını kaldıranı bile copla-tüfekle ya da gizli tanıkla hizaya sokmaya çalışan, “Biat etmeyen her kadın demir parmaklıklarla tanışacaktır, beğenmiyorsanız buyurun iltica yollarının ölümle, açlıkla dolu taşları-suları sizleri bekliyor,” tehditleriyle korku imparatorluğunda yaşamaya mecbur bırakan sistem/ler, herkesin malumu… İktidarlar bunları yaparken kadınlar durup seyretmiyor, elbette. Dünyanın herhangi bir yerindeki kadın direnişi başka bir yerindeki direnişin dayanışmasıyla varlığını sürdürebiliyor. Rosa da sadece Kürt kadınların değil bütün kadınların yeri yurdu olmaya çalışıyor çalışmasına ama kadınların yerine yurduna saldırıldığında omuz verilmez, dayanışma ağları örülmezse iktidarın çalacağı bir sonraki kapının herhangi birinin yurdu olabileceğini de deneyimlerimizden biliyoruz. Güzel olan bu dayanışmanın koşulsuz sunulması. Yani bağımsız bir dernek olarak Rosa, kendini Kürt Kadın Hareketinin de bileşeni olarak ifade etmişse, en çok da bu yüzden suç isnatları üzerine yağmışsa ve bizler bu saldırılar karşısında çeşitli gerekçelerle susuyorsak dayanışmanın kadın halinden ne anladığımızı sorgulamamız gerekiyor.
Kadın mücadele tarihinde yerini alan birçok hareket gibi Kürt kadın hareketinin de özgün ve özerk örgütlenerek yoluna devam ettiğini, şiddetin her biçimiyle mücadele ettiğini, şiddeti üreten ve koruyan mekanizmalara yani bir bütün olarak patriyarkaya karşı alternatifini de sunarak kadın dayanışmasından bir an olsun geri durmadığını görüyoruz. Tüm bunlarla birlikte Kürt ve kadın olmanın yarattığı kesişimleri ve bu çoklu kimliğe yönelen farklı şiddet biçimlerini de erkek egemen sistemin karakterine içkin ele alarak kendi özgünlüğünü oluşturduğuna tanıklık ediyoruz. Siyasi parti çalışmalarındaki kadınların, yakınları kaybettirilen kadınların, belediye yöneticisi kadınların, köylü-çiftçi kadınların, sanatçı kadınların, mimar kadınların, mühendis kadınların, işçi-emekçi kadınların mikro örgütleri-kurumları-kuruluşları, kesişimsellik kapsamında bir araya gelerek Kürt kadın hareketini oluşturuyor. Birinin derdi hepsinin derdi ve mücadele gerekçesi oluyor. Meclis üyesi, siyasi parti çalışanı ya da işçi kadınlar bu sebeple “Rosa Operasyonu” kapsamında tutuklanıyor. İktidarların emir-komuta zincirinden başka türlüsünü bilmeyen akılları, kadınların bütünlüklü direnişini de kendi gerilikleriyle bir talimat zinciri olarak yorumluyor, yerli ve milli duyguları kışkırtarak alkış bekliyor. Kim Rosa’dan kim değil tartışması, bu yüzden sığ geliyor, Kürt kadın hareketinin bileşenlerine ve dostlarına. Haliyle patriyarkaya karşı direnmek için bir gerekçemiz daha oluyor.
Yargılamaların soğuk atmosferi içinde sorulan 8 Mart’a neden katıldın, Mor Konvoy ile amaçladığınız neydi, neden aday tanıtım toplantısındaydın gibi son derece tehlikeli sorular gülümsetmiyor, rahatsız ediyor. 8 Martları, 25 Kasımları, direnerek kazandığımız tarihi buluşmalarımızı, “siyasette eşit temsiliyet olsun” iddialarımızı çalmaya çalışıyorlar, buna hukuku alet etmekten de geri durmuyorlar. Kadın mücadelelerinin muazzam dayanışmasıyla kazanılan her şey, Kürt kadınların illegal faaliyetleri şeklinde topluma sunulmaya çalışılıyor. İllegal kelimesi ile halkları bölmekten vazgeçmeyen iktidarlar, kadın dayanışmasını bölmek için de aynı kozu kullanıyor.
Buna rağmen kaba bir şekilde legaliteden bahsetmek, kadın mücadelesine haksızlık olacağından özgürlük eksenli bir arayışa yol almak, meşruluğu burada aramak ve savunmak Rosa Kadın Derneği’ne, kadınların mücadele tarihine olan sorumluluğumuzu yerine getirmenin kıymetli bir yolu olabilir. Elbette ifade özgürlüğü olsun, örgütlenme özgürlüğü olsun, kadına karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele olsun hepsi birbirinden müstesna meseleler… Lakin, tüm bunlar, bizzat kadınların, özgürlük fikrinin meşruiyetiyle çekip koparttıkları, özgürlükler garanti altında olsun diye aldıkları haklar-araçlar. Yine patriyarkanın her gün saldırdığı, kendine göre yorumladığı ve uygula(ma)dığı kazanımlar.
Özgürlükler ve haklar arasındaki araç-amaç ilişkisinin bulanıklaşması bazen kaygan bir zeminde yalpaladığımız hissini getirip zihnimizin orta yerine bırakabiliyor. Örgütlenme hakkım olduğu için mi direniyorum yoksa özgürlüğümü kazanmak/korumak için mi? Özgürlüğü ne kadar dile getirirsem ifade hakkımın sınırlarını aşmamış olurum? Bu kadınlar, kadın özgürlüğü diyerek sokağa çıkıyorlar ama gizli bir amaçları mı var? Kürt kadınların tutuklanmasına itiraz edersem başıma ne gelir? Zihinlerde ya da dillerde dolanan bu soruların da sebebinin patriyarka olduğunu elbette biliyoruz. Ama sistemin yasalarında örgütlenmek yok deyip kendini örgütlenmekten alıkoyan, yaşadığı şiddet karşısında yasal kalmayı marifet sanan bir örnek, sanırım, tarihte, hele de kadın tarihinde yoktur. Diğer yandan özgürlükleri savunduğunu iddia ederken istisnalara, kimilerinin daha az özgür olması gerektiğine göz kırpanların da bu tarihteki yeri pek tatlı olmayacaktır. Özgürlük için yol bir sürek binbirdir. Tam da bu sebeple yönümüzü yasaların dar yorumlarından ziyade özgürlük fikrinin derinliğine çevirdiğimizde ki kadın tarihinin taşları bu süreklerle döşelidir, uygulamaların gayri meşruluğu karşısında daha rahat nefes alabilme ve kadın dayanışmasını büyütme imkânımız olabilir. Sadece Rosa için değil kadınlara yer-yurt olmuş her yer için…