Kuşku, kaygı ve korku son derece cinsiyetli duygular. Teknolojik bilgisizlik ya da yetememe utancı da öyle. Dolayısıyla kadınları, kuirleri halihazırda kaygıyla, korkuyla mücadele etmeye çalışan farklı kırılganlıkları olan insanları bu tip saldırılar kat be kat vuruyor.

Julia Geiser

Dolandırıcılığın duygulanımsal boyutları üzerine bir süredir veri biriktiriyor ve bu konuyu inceliyordum. Hayat koşulları çok zorlaşınca, araştırmayı keyfi olarak sürdüremez oldum, doktoraya başladım. Öncelikle bu konuya merakımın arkasındaki silsileyi paylaşmak isterim. Sonra da bir süredir maruz kaldığım dijital ve fiziki ortam zorbalığını ve bunun gender ile ilişkilerini vesaire birebir kendi kırılgan pozisyonlarım üzerinden açık açık tartışmak istiyorum…

Yakından takip edenler, haftalık haber taramasıyla patriyarkal şiddet haberlerini Çatlak Zemin ekibi olarak derlediğimiz köşemiz Patriyarkada Bu Hafta’yı bilir. Sporda bir sakatlık yaşamış, bu köşenin haber taramalarını uzun süre ben sürdürmüştüm. İster istemez Türkiye’de olup biten çoğu şeyi takip ediyordum ve dolandırıcılık haberleri beni güldürüyordu. Eğlencesine onları da kenara koyup eşe dosta bahsediyordum, aa şuna bak bak bunun da dolandırıcısı çıkmış falan. Zamanla bu konudaki yoğunlaşma beni dehşete düşürdü ve yavaş yavaş haberleri daha ciddi bir şekilde derlemeye başladım. Bu arada sakatlık tecrübesi de başka bir kaygı gündemiyle alakalı, 5 şiddetinde ufak bir deprem olmuştu. İstanbul depremi, daha doğrusu deprem sonrası hayatı bir daha deneyimleme kaygısı yaşıyordum. O beş civarında olan sarsıntıda bile iletişim altyapıları çöktü, hiçbir hazırlık olmadığı gibi deprem alanlarının AVM ile doldurulduğu falan ortaya çıktı ve kaygım el yükseltti. Kendimi, acilen İstanbul’dan taşınma fikrine alışmaya zorladım; Ankara, İzmir neresi olur, nasıl olur derken bu dolu kafayla, basit bir anda, üstelik iyi de ısınmışken kendimi sakatladım. Velhasıl bütün her şey, korkunç güvencesizlik, güvensizlik koşullarıyla sarmalanmış bir vaziyette birbirine bağlı. Buna bitmeyen patlamalar, barışçıl protestolara yönelik fütursuz polis şiddeti vesaire dolu korku, kaygı bagajlarını eklemiyorum bile. Bütün bu olanlar, tek adam rejimi kuran o tek adamdan ölesiye nefret etmeme de sebep oldu zaman zaman. Kamusal alanda çok daha azı için senelerce hapsedilmiş insanlar var, tabii ki bu nefretimi sadece “özel alanımda” arkadaşlarıma kusuyorum. Neyse.

Doktoraya başladım. Bu sırada hayat pahalılığı işlerimi ve geçim kaynaklarımı dev bir hızla eziyordu (herkesinkini ezdiği gibi). 2016 sonrası nasıl geçtiğini anlayamadığım hızda, korkunçlukta saçma olaylarla dolu. Bu sırada kültür alanında proje bazlı ve telifli işler yapıyordum. Bu benim için görece iyi bir modeldi çünkü kendime ve yapmak istediğim başka şeylere vaktim kalıyordu. Fakat üst üste gelen pandemi, dolar krizi, aşırı enflasyon her şeyi darma duman etti ve kanaatkar bir modeli bile karşılayamama korkuları bastı. Özellikle arka arkaya gelen korkunç zamlar ve dolar kriziyle… Bu nedenle farklı bir alanda ve daha kurumsal bir iş aramaya başladım. Dolayısıyla yeni bir iş alanına girmek, yeni bir iş kültürü öğrenmek mecburiyetindeydim. Özetle krizler beni yeteneklerime, isteğime göre değil makul çalışma koşulları, görece iyi maaşa göre bambaşka çalışma alanlarında arayışa itiyordu. Bu sırada ilk panik atağımı bir iş için girdiğim bir sınav sırasında geçirdim ve o zaman tam anlayamamıştım bile bunun ne olduğunu. Geçen yaz konuşmacı olarak davet edildiğim bir uluslararası buluşmada, kalabalık bir salon önünde konuşurken ikinci panik atağımı geçirince acilen terapiye başladım. Sanırım hayatımda kendime yaptığım en iyi şey bu oldu. Bir iki ay sonra da şu anda çalıştığım iş oldu ve çok tatlı bir ofiste, tatlı insanlarla çalışma şansına nail oldum. Bu işe başladığım sırada 11 ili yıkan deprem olmasaydı belki sakin güzel günlerim de başlardı. Maalesef bir süredir böyle tam toplarken hop bir patlama, bir deprem, tak bir dev belirsizlik darbesiyle bam güm yuvarlanarak geçiyor aylar. 11 il yıkıldığında, en sert haliyle panik ataklar, korkular, kaygılar üstüme çullandı. Yeni işte de kaygı atakları geçire geçire güç bela işe alıştım. Bir yandan doktora dersleri bir yandan haftanın beş günü mesai, bir şekilde yetmeye çalıştım.

Şubat ayında deprem dayanışma gruplarında iki üç işin ucundan tutmak, biraz katkı sunmak dehşet duygumu bastırdı. Afet için Feministler Grubu sayesinde tekrar zor da olsa nefes aldım diyebilirim. Fakat tam da bu andan sonra olanlar oldu ve dijital ve ortam zorbalığına uğramaya başladım. Seçim döneminden beridir de giderek şiddetlenip çeşitlendi. Sanırım girdiğim kalabalık gruplar ya da başka bir şey tetikledi bu zinciri… Bilmiyorum… Son birkaç ay içinde hesabımı dikizleyen, blokladığım saçma sapan hesapların bazılarının görüntüsü (belki aralarında beni merak eden gerçek kişilerin fake hesabı da vardır ama çoğu kötü niyetli gibi geliyor bana):

Tabii ki bu da sinir bozucu bir deneyimdi ama esas dehşet daha sonra fiziki ortamlarda başladı. Örneğin instagram’dan flörtöz paslaştığım -en yakın arkadaşlarım da dahil kimseyle paylaşmadığım bir hikaye; mahremiyet!- iletişimi. Sanki Kadıköy mekanlarında, tekinsiz tipler bu konuda laf çevirip bana olta atılıyor hissi veren, bir şekilde kimsenin bilemeyeceği kişisel şeylerimi dillerine dolaması gibi… (Oltacının olayı bir yem koyması, kalanını balık kendisi hallediyor, çırpındıkça iyice derine batırıyor malum). Son derece ürkütücü olmasına rağmen bu o kadar ürkütmedi çünkü herkes yaşayabilir böyle şeyler. İllaki benim hikayem olmak durumunda değil. Yetişkin insanların arasında kendi rızalı iletişimi, flörtöz paslaşması da dahil her türlü karşılaşması kendileri dışında kimi ne ilgilendirir? Hepsini geçtim İstanbul’dayız ve hayat kocaman falan ama esas dehşet veren bir şey oldu bir gün. Aşı vurulduğum günün ertesi falan, toplu taşımada, eve dönerken (tam da dolandırıcı tipliler deyip içimden kendi kendime güldüğüm sırada) iki herifin, aşı maşı, Te İ Pe, TİP’e oy falan gibi şeyler söyleyip aralarında dalga geçerek muhabbet etmesi oldu. Bu tesadüfler biriktikçe dijital ortamdaki şifrelerimi değiştirip özel şeylerimi düzenledim. Fakat İkea alışverişi için gelen basit bir kargo mesajı bile gıcık etmeye başladı. Sanki ne olacaksa zengin miyim de servetimi çalsın, seks videomu mu patlatacaklar, seks videom çıksa kendim yollarım eşe dosta, kendi adıma korktuğum hiçbir şey yok. Seksten, aşktan, kuir varlığımdan utanmıyorum da işte… Ya benim üzerimden başkasına zarar verirlerse…

Duygular felsefesinden de iyi biliyoruz ki kaygı zaten bir atmosfer, korku duygusundaki gibi gerçek, somut bir tehdidin o anda senin ya da sevdiklerinin varlığına saldırması, hayatına kast etmesi gerekmiyor. Kaygı tetikleyicisi ne somut olmak zorunda ne de somut dahi olsa kaygı sırasında o anda bizatihi orada bulunmak durumunda, tamamen ilişkisel, toplumsal, hayatın, bilincin tüm zamanlarına yayılı. Neyse. Bir zaman sonra da çok alakasız barlarda, restoranlarda tekinsiz tipler etrafta oldu ama odaklanmamayı seçtim hatta kimi zaman dalgamı geçtim “ajanım”, “Rus ajanıyım” çünkü falan diye. Ne şantaj edildim ne doğrudan bir şeyimin çalındığına internette vesaire tanık oldum ne de manipülatif, algı hileleri dışında net bir kontak kuruldu benimle. Hep dolaylı yollardan. İştahlandıkları bir hedefle aralarına girmiş olma ihtimalimi de düşündüm ki bu bile pek akla yatkın değil. Benim hedefte olmamsa daha da saçma geliyor. Ünlü değilim ve olmaya çalışmıyorum, politika zeminlerini bırakalı seneler oluyor, hiçbir mantıklı gerekçe bulmak mümkün değil… Fakat sezgilerim çok kuvvetlidir, kendime saplanmayı sevmem ama onlara kulak vermeyi hep önemsedim. Ayrıca mutsuzluğum hemen beden dilime, suratıma, ses tonuma yansır, öyle yalan dolan işler için biçilmemiş kumaşım. Yani benden olsa olsa yalan detektörü olur 😀 Sezgilerime güveniyorum ama aklıma yatmıyor bu manyakça şeyler. Bir türlü anlam veremiyorum, ne oluyor, neden şu anda, neden?

Hızlanayım. Herkes gibi yıllardır kurduğum ilişkilerim var, bazıları ünlendi, zenginleşti, vekil mekil olan da oldu, siyasi politik odakta bulunan kendi dünyalarında meşhurlaşmış insanlar… Aile evi hükümet tarafından beş yıl ev dinlemesine maruz bırakılmış doktoradan yakın muhabbette olduğum müslüman bir arkadaşım da var. Evi terörle mücadele diye diye habire basılan solcu komşum da var şu anda apartmanda. Ayrıca ben öyle görmesem, algılamasam da yazar, çizer, yönetmen, ressam, oyuncu, şucu bucu “ünlü” kategorisine girebilen çevrem de çok. Acaba onlar mı hedefte? Bilmiyorum yine çok saçma. Bir türlü açıklayamıyorum bu zorbalık serisini. Amaç ne? Belki çalıştığım akademik konu mu? Bu da hiç akla yatkın değil, kimin nerden haberi olabilir ki daha bu konu hakkında hiçbir şey yayınlamadım, sadece okuldan bir hocama akıl danışmak için Üsküdar Çiçekçi’de bir kafede buluştum, buradan bir ilgi doğabilmesi için dolandırıcıların kol geziyor olması, herkesin sürekli bir yerlerde birilerini dinliyor olması gerekir. Yine hiç sağduyuya yatkın değil. Artık o kadar yoruldum ki bu durumdan, geçen gün herhangi birine yapılan dolandırıcılık oltalaması senaryosu telefonuma geldiğinde, bildiğin sinir harbi, öfke patlaması atağı geçirdim. Zor attım eve kendimi. Alakasız çevrelerden iki arkadaşımın bu oltaya gelerek bana link attığı dolandırıcılık senaryosu şöyle:

Beş soru yanıtlayıp farklı adreslere link atma işini yap. Yeterince farklı sayıda insana (oltalama linkini) gönderirsen evine Guinness bira setini dolapla göndeririz. Bana link atan arkadaşlarımdan birini aradım. Yurt dışında promosyon işlerinde çalışan bir arkadaşına danıştığını, onun da markaların böyle yapabildiğini, alkol reklamı yasak diye bu şekilde whatsapp’ta kampanya yaptıklarını söylediğini iletti, benim kuşkulanmamı ise saçmalıyormuşum, gereksiz yere kıllanan sorular soruyormuşum gibi de karşıladı. İnsanın kendi aklından şüphe ettirilmesi çok fena bir şey. Utanç ve kuşku duygusu ve aklı sabote etmesi de zaten tüm dolandırıcıların rıza inşa etme taktiklerini kurdukları temel ayaklar… Linki yeterince kişiye bulaştıranlara açılan penceresindeyse 50 lira “depozito” ödenmesi gerektiği notuyla bilgiler isteniyormuş; kredi kartı bilgileri, isim soyisim ve adres… Sonundaki kart kısmı gelince onlar da uyanmışlar ve hak vermeseler de baştaki sinir harbimi en azından bir nebze daha anladılar. Bu sırada bunu da tesadüf olarak almaya çalışsam da (başka aklı selim dostlar sağ olsun), linkin iki bambaşka çevrelere ait alakasız arkadaşım tarafından bana iletilmesi ve içerik olarak son zamanlarda yeni sardığım bira markası üzerine kurgulanması ne yalan söyleyeyim gene de tadımı kaçırdı biraz.

Dolandırıcılık linki: https://[email protected]/EpbtvNop/?ucretsiz-guinness-bira.html

Yorumlar:

Tüm bunlardan nereye geliyorum: Kuşku, kaygı ve korku son derece cinsiyetli duygular. Teknolojik bilgisizlik ya da yetememe utancı da öyle. Dolayısıyla kadınları, kuirleri halihazırda kaygıyla, korkuyla mücadele etmeye çalışan farklı kırılganlıkları olan insanları bu tip saldırılar kat be kat vuruyor. Bu işlerden anlayan bir arkadaşım sayesinde ücretsiz indirdiğim VPN’den fotoğraflarıma (eğer buna ulaştılarsa başka kişileri kötü niyetliler yıpratabilir) ve internet trafiğime (bundan bi’ cacık çıkmaz) erişilebileceği bilgisi geldi. Biraz rahatladım. Kimsenin bilemeyeceği bir şeyin ya da sınırlı sayıda çok çok yakınım olan kişilerin bilebileceği bazı bilgilerimin nasıl alakasız kişilere ulaşabileceğini iyi açıklıyor… Yine de bir yanım hâlâ dalga geçip gülmek, benim havadan nem kapmamdır demek istese de maalesef çok can sıkıcı olay zincirleri bunlar. Bu da bir diğer dolandırıcı taktiği, sanal bir “gerçekmiş hissi veren” ortam, kurgu yarat, kimse ne kötülük ettiğini bilemesin, bulamasın. Hem var hem yok ol. Etraftaki her şeyi özellikle bilgi ve duyguları kendi çıkarına yarayacak şekilde manipüle et. Kişiyi bizzat kendi aklından, çevresinden, ilişkilerinden yabancılaştır. Dolandırılıp da utancından ailesindeki en yakınındaki kişilerle bile konuşmayan, bir kere bile şikayet etmeyen kaç kişi olduğunu bilseniz hayret duygunuza güncelleme iner öyle söyleyeyim özetle…

Peki bana gelince bu aydınlanma ve şifreleri güncellemek kaygımı dindirdi mi? Hayır. Çünkü eyvah işe de bu bilgisayarı götürmüş, bağlanmıştım ya oradaki ağa zarar verdiyse, bunu nasıl anlatabilirim ki şimdi daha kendim anlamıyorum, nasıl ifade edebilirim? Ofisteki teknik işlerle ilgilenen arkadaşa güç bela kendimi ite ite sorduğumda; son derece rahat, bir şey olmaz rahat ol, dediğinde yaşadığım hafiflemeyi tarif etmem mümkün değil… Sanki kendi uğradığım zorbalıktan kurtuldum. Halbuki kurtulmuş falan gibi değilim çünkü sürekli kapımızda gözü olan otçu yan komşu ve tekinsiz arkadaşı geçen gün dışarıdan söylediğim yemeği alırken kuryeyle konuşuyor gibi yapıp haftada üç gün dışarıdan yemek söyleniyor falan dediğinde de canım sıkılıyor. Ne erkek ne devlet şiddeti öyle kesilecek falan boyutta değil artık maalesef ama yine de yaşasın ofis güvenli, buraya benim yüzümden bir şey bulaşmamış bile müthiş bir rahatlama. Bu da tabii ki teknoloji okur-yazarlığına erişme güçlüğü gibi şeylerin yanında toplumsal kadınlık konumu ve her gün en yüksek siyasi ağızlardan kuir varlığımıza hakaret edilmesini geçtim tehditler savrulduğu bir ülkedeki anksiyetik halle de doğrudan ilgili… Kendini ne kadar sevsen de saysan da aklına ilk gelen kendin olamıyor bir türlü. Benim olamadı. Ofis demişken, o da ayrı bir dert. Hayatının büyük kısmında; yatay ilişkilerin olduğu kimsenin abi, abla demediği feministlerle, ayrı ayrı odalarda falan çalışmış biri olarak onlarca kişiyle açık ofiste bulunmaya, etrafın kameralarla çevrili olmasına hâlâ alışamadım. Su alırken gözüm hep tepedeki big brother’a kayıyor (bu yazıyı yazdıktan sonraki günlerde bu bile biraz rahatladı çok ilginç), bahçede güneşlenirken bile öyle, sırtımı dönmeyi akıl ettim onu deniyorum bir süredir. Görece daha ok oldu diyebilirim. Şimdi bu tek başına kamerayla ya da onlarca insanın açıkta bulunmasıyla mı ilgili? Tabii ki hayır. Herkesi dikizleyen polisiye çılgınlık haberleri, FETÖvari kuytukulakçılık, tapecilik, Çamlıca Camii’nin dev MOBESE’lerine olan dehşetim kadar sakatlığım süresince sokakta, hastanede, mekanlarda uğradığım sözle, gözle taciz edilen bedenimle de ilgili… Ah yazıık pek de genç deyip acınası gözlerle bakandan tut cık cık edene, aha sakata bak bara gelmiş diye elle işaret edip arkadaşlarına dönüp kahkaha atana, inmeme yardım etme ayağına beni kucaklayan taksiciye… Tabii ki bakılmak, dikizlenmek, gözlerin didiklemesini üstümden atmak en az sakatlık süreci kadar yıkıcı oldu. Konu depremden iş kaygısına, dijital zorbalıktan sakatlığın psikolojik yıkıntısına dolana dolana uzadı farkındayım. Fakat bütün bunların hepsi toplumsal, hukuksal güvence yoksunluğuna, vatandaş olamamaya, hükümetin kullandığı doğrudan ve dolaylı zorba güç uygulamalarına direkt bağlı.

Eğer zorbalık devam ederse ne yalan söyleyeyim ömrüm boyunca hiçbir zorlukta hele de kendim için kapısını çalmadığım Karadenizli AKP’li eli kolu uzun amcalarımı aramak bile geçiyor aklımdan. Neden? Çünkü adliyeye de gitsem doğrudan bir saldırı olmadığı için “faili meçhul”e düşebilir bu tip bir başvuru. Ayrıca kişilerin profilini oluşturmak, onları haberleri olmadan izlemek, dinlemek, dosyalar oluşturmak suç değil Türkiye’de yasal olarak zaten fişleyen fişleyene, kamudakiler “koruyucu” görevde olanlar en başta. En fenası da AKP’li eli kolu uzunlar sayesinde çok etkili bir şekilde çözülebilir bunun ne olduğu ve neden olduğu sırrı, çünkü o cenahta insanların kamusal güvenliğe erişimi, hakları, pek çok konuda güvenceleri başka şekilde işliyor. Maalesef… Ben emekle kurduğum ilişkilerim, eşim dostumla dayanışarak, yazarak, okuyarak ve sevdiklerime tutunarak direnmeye çalışıyorum işte bu sözde “tesadüf” koşullarına.

Sanki birkaç zamandır “yok yahu” diye diye deneyimlediğim şeyler derlendi, toplandı bir metrekare mesafede ofiste dönüyormuş gibi oldu, bunlara da örnekler verebilirim ama yazıyı kapatmak istiyorum. Aylardır tüm bu olanlar tesadüf müydü? Olabilir de olmayabilir de. Ben tesadüf gibi hissediyor muyum? Eh biraz ama çoğunlukla hayır, kanıtım var mı? Yok. Sezgilerime güvenim ve kendi adıma korkacak hiçbir şeyim olmaması dışında elimde hiçbir somut şey yok. Bu durumda yapabileceğim hiçbir şey de yok. Bu her neyse, kaynağı düşünceyle ortaya çıkarılabilir bir şey değil. Yine de tekrar ediyorum bütün olasılıklar hâlâ bana çok saçma, uçuk, garip de geliyor. Sadece bu kadar birdenbire belli bir dönemde, sıra sıra, ben önlemler aldıkça farklı mecralarda ortaya çıkan, bu garip deneyimlere “tesadüf” demekte zorlanıyorum. Aklına son derece güvendiğim, doktora başvurum sırasında proposal’ıma destek de atmış, Amerika’da olan bir arkadaşım beni aradı, “endişe ettim senin için sanki bir şey var gibi duruyor, bir ağın farklı yerlerine yanlışlıkla tesadüf etmiş olabilir misin, ama yazıyı isminle yayınlama, kişisel kısımları azaltmak iyi olabilir” dedi, makul buldum söylediklerini. Bu şekilde düzenledim de. Son terapiden sonra önlemler alarak, eşime dostuma danışarak ulaştığım rahatlık hissi ferahlamaya dönüştü ve kendime güvenim, sezgim yeterli olmaya başladı çünkü kurtuldum başkasına zarar verme ihtimalinin dehşetinden. Terapistim adım adım diyelim ki en kötü senaryo oldu, ne olacak dedi. Sahiden ne olacak? Benim verilerimin çalınması, özel, kişisel bilgilerimin kötü niyetliler tarafından istismar edilmesi çok yıpratıcı, birilerine zararı da dokunabilir ama ben ne yapabilirim ki bu konuda? Yapabileceğim bir şey olsa yapar mıydım, yüzde yüz evet. O halde en kötü senaryonun gerçekleşmesi ihtimalinde, olacakları kontrol edemeyeceğim gibi etki de edemeyeceğimi kabul etmek dışında şu anda yapabileceğim bir şey yok. Zaten bedeller ödendi. Önlemler alındı. Gerisi…

Sonuç olarak dostlar, yoldaşlar, kalbi yaşam değerleri, eşit dağıtılan refah ve güvence, vatandaşlık ve kişilik hakları, özgürlük için atanlar, işte bu bedenimdeki yeni Türkiye. Anksiyeteyi, yaşama, çalışma, barınma gibi en temel, en insani ihtiyaçlara dair korkuyu yüzde elliye acı acı dağıtan, dolandırıcılığın meslek olduğu ve dolandırıcıların bizzat kendisinin “benim mesleğim bu, ben geçimimi dolandırıcılıkla sağlıyorum” diyebilmesine cesaret veren ve özel-kişisel diye bir sınırın, kişilik haklarının darma duman edildiği bir ülke…

Hiç öyle olduğuna ikna olamasam da umarım bu “dijital” ve “ortam” zorbalığı sadece benim kuruntumdur. Umarım dalgacılığımdan ya da tesadüfendir. Umarım biter bu saçmalıklar. Umarım kamusal iyilik de yaşam fırsatı bulur ve ülke de biraz insanca davranır kuirlere, kadınlara, AKP’li olmayanlara. Panik anında kendime hatırlatarak dinginleşmeye çalıştığım “güven”deyim tekrarı olmadan emeğimle, haklarımla, onurumla yaşamak istiyorum, pek çok insan gibi. İç huzuru ve güvendeyim hissi hepimizi bulur umarım bu Haziran, kutlu Onur Ayında…

Meraklısına bazı kaynaklar: Binlerce kişinin kredi kartı bilgilerinin merkezi bir yerden çalınması ile ilgili Füsun Sarp Nebil yazıları: Örneğin T24, Füsun Sarp Nebil, “463 bin Türk kullanıcının kredi ve ödeme kartı bilgisi çalındı”, 2019. Son erişim: 15.08.2022. https://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/463-bin-turk-kullanicinin-kredi-ve-odeme-karti-bilgisi-calindi,24801

Dolandırıcılık öyle bir seviyede ki Türkiye’de şu anda, her türlü “resmi kurum”da “çalışan”larla işbirliği yapabiliyorlar, sigortalı çalışan alıp call center, oto galeri filan kurabiliyorlar: Örneğin Milliyet, “Dolandırıcılar 15 günlüğüne oto galeri bile kuruyor”, Başkomiser Kıvanç Taşçı, 2016. Son erişim: 15.08.2022. https://www.milliyet.com.tr/gundem/dolandiricilar-15-gunlugune-oto-galeri-bile-kuruyor-2190724

Hürriyet, “Kendisini ‘vali’ olarak tanıtan dolandırıcı: Ben geçimimi dolandırıcılıkla sağlıyorum”, 2020, Son erişim: 15.08.2022. https://www.hurriyet.com.tr/video/kendisini-vali-olarak-tanitan-dolandirici-ben-gecimimi-dolandiricilikla-sagliyorum-41647922

Eski İstanbul Emniyet Müdürü Çalışkan’ın, İstanbul’da Emniyet suç verilerine dayanarak incelediği, FETÖ’yle bağlantı korkusu salınarak binlerce kişinin dolandırılması konusundaki araştırma makalesi:

Çalışkan, Mustafa. 2019. “Suç Korkusu Kullanılarak, Telefon Aracılığıyla Gerçekleştirilen Dolandırıcılık Vakaları (2017 – 2018) İstanbul Örneği”. Medeniyet Araştırmaları Dergisi, Cilt: 4 Sayı: 1.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.