Yaşamı Örgütleyen Deneyimler kitabı, bir yandan dayanışma ekonomilerine dair kuramsal tartışmalarla ufkumuzu açarken diğer yandan Türkiye’de kooperatifleşme deneyimlerini mercek altına alarak bize bu alana da yakından bakma imkânı sunuyor.

Patriyarkal kapitalizmin kadınların hayatlarını her geçen gün daha da zorlaştırdığı günümüz koşullarında karşıt mücadele alanları olarak dayanışma örgütlenmelerini tartışmak her geçen gün daha da önemli hale gelmekte. Kooperatifler kadınlara bir yandan üretime katılımlarını görünür kılmak ve emeklerinin karşılığını alabilmek için imkan sunarken öte yandan patriyarkal kapitalist sistemin yeniden üretimine de katkı sağlayabiliyor. Bu bağlamda Yaşamı Örgütleyen Deneyimler kitabı bizi hem kooperatifleri yarattıkları olanaklar ve sınırlılıklar bağlamında tartışmaya hem de dünyada ve Türkiye’de kooperatifleşme deneyimlerine daha yakından bakmaya davet ediyor. Aralık 2020’de Notabene yayınlarından çıkan, Özlem S. Işıl ve Selma Değirmenci’nin derlediği kitapta on bir kadın araştırmacı farklı yönleriyle kooperatifleşmeyi ele alıyor.

Kitapta kuramsal açıdan kadın kooperatiflerini tartışılırken bu deneyimleri kadınların toplumsal yeniden üretim rolleri içerisinde değerlendirmek gerektiğinin altı çiziliyor. Bu çerçevede, kitap Melda Yaman’ın kadın kooperatiflerini kadınların biyolojik yeniden üretimleri, bakım emekleri ve emek gücünün yeniden üretiminde üstlendikleri roller bağlamında tartıştığı yazısı ile açılıyor. Kitabın ana argümanlarından biri olan dayanışma ekonomilerinin hem yarattıkları olanaklar hem de kapitalizmi ehlileştirme potansiyelleri üzerinden değerlendirilmesi gerektiği Selma Değirmenci’nin “alternatif ekonomiler”i kavramsal düzeyde ele aldığı yazısında ayrıntılı bir şekilde tartışmaya açılıyor. Bengi Akbulut ise Yunanistan, Arjantin, İspanya gibi pek çok ülkedeki deneyimlerden hareketle, üretim ve mübadele alanındaki dayanışma ekonomisi örneklerini ekonomik ilişki ve kararların demokratikleşmesi açısından sundukları imkanlar üzerinden inceliyor. Kooperatiflerin alternatif bir dayanışma ekonomisi için işlevsel olabilmeleri kuşkusuz bu alanda devletin nasıl bir rol üstlendiğini de tartışmayı gerektiriyor. Derlemedeki çalışmasında Bengü Kurtege Sefer, kooperatiflerin kuruluş ve işleyişlerine dair yasal çerçeveyi, Türkiye’de tarım alanında faaliyet gösteren kadın kooperatifleri bağlamında değerlendirerek cinsiyet ve sınıf perspektifinden hareketle bu alandaki sorunları ve çözüm olanaklarını irdeliyor.

Kitapta bir yandan kooperatiflere dair kavramsal bir tartışma yürütülürken diğer yandan da dayanışma örgütlenmeleri ile ilişkili konularda da son derece ilgi çekici tartışmalara yer veriliyor. Bu tartışmalardan birini Bürge Abiral, “tohumları koruyan kadınlar” söyleminin düşündürdükleri üzerinden yapıyor. Yazar tohumu nitelerken, atalık yerine yadigâr veya evladiyelik kelimesini kullanmayı tercih etmesinde olduğu gibi, çalışmasında, Türkiye’de tohum politikalarını ve tohum aktivizmini, ataerkil kalıpları yıkacak ve kadınların süreçteki rollerini vurgulayacak bir yerden değerlendiriyor. Bir diğer ilgi çekici çalışma, gıdanın bir müşterek olarak nasıl tanımlanabileceğine odaklanan Özlem Saadet Işıl’a ait. Yazar çalışmasında müşterekleri savunmak, geri almak ve yeniden üretmede gıda inisiyatiflerinin artan önemine değiniyor. Aynı konu çerçevesinde Nevra Aslantürk ise İstanbul’da faaliyet gösteren gıda müştereklerini yaptığı görüşmeler üzerinden mercek altına alıyor. Kitaptaki bir ilginç çalışma son zamanlarda şehirde yaşayan insanların bir kaçış alanı olarak sıkça benimsedikleri bostanlara dair. Ayça Yüksel, hayatta kalmanın neredeyse bir direniş haline dönüştüğünü söylediği İstanbul’da, 1950’lere kadar zaten gündelik yaşamla iç içe yer almış olan bostanlara geri dönüşün “Nasıl bir kent?” ve “Nasıl bir yaşam?” sorularını tekrar sormamız için bir alan açtığını söylüyor.

Yukarıda değindiğim gibi kitap bir yandan dayanışma ekonomilerine dair kuramsal tartışmalarla ufkumuzu açarken diğer yandan Türkiye’de kooperatifleşme deneyimlerini mercek altına alarak bize bu alana da yakından bakma imkânı sunuyor. Saha çalışması üzerinden yapılan çalışmalar hem Türkiye’de kooperatifleşme alanında gelinen nokta hem de bu alanın Türkiye’de araştırmacılar tarafından ne denli önemsendiği göstermesi açısından heyecan verici. Kitapta Türkiye’deki somut örnekler üzerinden dayanışma ekonomilerini tartışan ilk yazı Hatice Kurşuncu ve Suna Yılmaz’a ait. Yazarlar Bursa, Bilecik ve Balıkesir’de birçok kadınla ve ilgili kurumla görüşme yaparak yürüttükleri çalışma üzerinden, gıda üretiminde kadın emeğini bu örgütlenmelerin kadınların toplumsal baskıya karşı baş etme stratejilerinin yarattığı güçlenme mekanizmaları bağlamında tartışıyorlar. İrem Soysal Al ise beş ayrı şehirdeki (Çanakkale, Kars, Manisa, Zonguldak, Artvin) dernek, kooperatif ve kolektiflerde gerçekleştirdiği görüşmelerden hareketle kadınların ekolojik üretim etrafındaki örgütlenme deneyimlerinin yine kadınları güçlendiren yönünü değerlendiriyor. Kitabın bir sonraki uğrağı Bitlis’in Tatvan ilçesindeki Kavar Havzası. Rojin Elif Tokur, 2008 yılında Kavar Havzası Kırsal Kalkınma Projesi sonrasında kurulan Kavar Kooperatifi’nde faaliyet gösteren kadınlarla yaptığı görüşmelere dayanarak proje yürütücüleri, köylü kadın üreticiler ve piyasa aktörleri arasındaki ilişkileri yarattıkları tahakküm ve hiyerarşi açısından irdeliyor.

Tartıştığı meselenin çok anlamlı bir örneği olarak kadınlar tarafından kolektif emekle hazırlanan bu kitap, kadınların emeklerini görünür kılmak açısından son derece önemli bir işlev üstleniyor. Kadınların toplumsal yeniden üretim bağlamında aile kurumuna hapsoldukları ve üretimden koparıldıkları patriyarkal kapitalist sistem içerisinde, kadın kurtuluş mücadelesinin olanakları üzerine kafa yoran herkes bu kitabı okumalı.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.