Diyorum ki Burası Radyo Şarampol tam da Açık Radyo’da okunacak bir kitap değil mi? Bunu düşünmeme neden olan romanı dinlemem belki de ama içinden geçen şarkılarla türlü çeşit radyo denemeleri ve teknik bilgileri ile Radyo Şarampol adeta sarılıyor Açık Radyo’ya.
Tevafuka, tesadüfe, açıklanamaz denk gelişlere, işaretlere inanarak yaşıyorum ben. Hep öyle oldu. O yüzden de Burası Radyo Şarampol’ün Filiz’inin ritüelleri bana hiç tuhaf gelmedi dinlerken. “Elbette” dedim “bir defa başlamışsan dokunmaya, bir evin, bir bahçenin duvarına her gün geçerken dokunman lazım.” Evet, adıyla müsemma bir biçimde Radyo Şarampol’ü, Şükran Yiğit’in İletişim Yayınları’ndan çıkmış 2021 Attilâ İlhan roman ödülünü almış kitabı Burası Radyo Şarampol’ü okumadım, dinledim. Daha da doğrusu hâlâ dinliyorum. Fakat dinlemeye başlamam Açık Radyo’nun karasal yayınının esasen tüm yayınının kesilmesinden bir süre sonra oldu. Bu bir tesadüf müydü yoksa farkında olmadan Açık Radyo yoksunluğunu dindireceğim bir yol mu bulmuştum yüzde yüz emin olmam imkansız ama az önce tuhaf bir biçimde buhar olan Instagram postumda dediğim gibi: Hiçbir şey olmadıysa da bir şey oldu mutlaka. O gönderinin kendi kendine silinmesi –kim bilebilir bilinçdışımın bu lapsusu bana bu yazıyı yazdırmak için yaptırmadığını– de aslında on air ışığını gözümün önüne getiren bir tür uçuculuk içeriyor. Kayıtlar, arşivler olsa da o anda dinlemenin büyüsü bir başkadır radyoyu. Dolayısı ile benim yazdığım o paragrafı en azından bir kişi okudu biliyorum çünkü “hikâyemde paylaşabilir miyim?” diye sordu bana ve “çok güzel yazdın” dedi. O beni, o an denk geldi ve dinledi. Tekrarı mümkün değil. Önemli de değil. Ama o uçuculuk aldı beni buraya Çatlak Zemin’e getirdi çünkü çatlaktan sızan ışık da eski radyoların lambalarına benzer. İçinizi ısıtır ve büyülüdür. Süsledim püsledim de esasen olan şey şu: bir süredir aklımda dolaşan birkaç düşünce vardı beni Açık Radyo frekansından Radyo Şarampol’e bağlayan. Buradan hareketle bir Instagram gönderisi hazırladım, yavaş yavaş açıklamasını yazmayı planladığım bazı fotoğraflar paylaştım ve bir şeyler yazdım. Etiketlemem gereken insanlar olduğunu düşündüm ve etiketlerken belki de işin büyüsü bozuldu ve yazdıklarım da yok oldu. Ben de gönderimin fon müziği olan –ve Şükran Yiğit’in Burası Radyo Şarampol romanını okumayanların nedenini anlamayacakları– “Arım Balım Peteğim”e Bulutsuzluk Özlemi’nden “Yazdığımı Yeniden Yazamam” sözlerini ekledim. Çünkü yeniden yazamazdım. Kimse ne yazdığını yeniden yazabilirdi ne yaşadığını yeniden yaşayabilirdi hatta ne de yaşadığını aynı şekilde yazabilirdi. Nelerden bahsettiğimi hatırlasam da o anlık bir kimya idi. Ama yapacak bir şey yoktu. Filiz ve Mine ablası, günlerce aylarca bir kişinin bile duyup duymadığını bilmeden yayın yapmamışlar mıydı? Beni de bir kişi okumuştu bu da yeterdi. Üstelik anlatacak bir hikâyem olmuştu. Anlatacaklarım katmanlanmış, ben bir tür Açık Radyo mektubu yazarken mektup kendisine çerçeve bir hikâye kotarmıştı. Tüm bunlar Açık Radyo ruhuna da, Burası Radyo Şarampol romanına da Radyo Şarampol’e de hatta radyo denen büyülü kutunun kendisine de uygundu. O zaman üç iki bir ve yayın…
Gönderiye geçen cumartesi gerçekleşmiş olan #açıkradyoaçıkkalmalı dayanışma eyleminden fotoğraflar ve oraya dair enstantaneler ile başlamış, kendi Açık Radyo an ve anılarımdan söz etmiştim. 1995’i 1996’yı o ilk zamanları çok net hatırlıyorum. O zamanlar kütüphanesinde çalıştığım Orient Institut Istanbul’a doğru giderken ve radyoyu dinlerken Harbiye’de radyonun önünden geçerken çocukken radyonun içini hayal ederken duyduğum şaşkınlığa benzer bir şey hissederdim. Hoşuma giderdi arabayla radyo binasının önünden geçerken radyoyu dinliyor olmak. Ama asıl bunu anlatmamıştım. Demiştim ki yine bir başka tesadüf sonucu arabamdaki teknik bir aksaklık nedeni ile kontağı her çevirişimde yine ve yeniden 95.0 açılıyor ve cızırtılı bir parazit keskin bir şekilde canımı acıtıyor bir süredir. Ve ben o boşluğu Storytel’den, Deniz Yüce Başarır’ın sesinden, Burası Radyo Şarampol’u dinleyerek dolduruyorum. Romanın beni davet ettiği dünya da –12 Eylül 1980’den başlıyor yazar anlatmaya– benden biraz daha büyük bir yaşta olan biteni deneyimleyen Filiz’in büyüme hikâyesi de hem tanıdık hem değil. Ben Antalya’nın fakir bir semti olan Şarampol’de değil de Ankara’da yaşıyorum 1980’de –o ortaokulda bense ilkokul– ama Filiz ve arkadaşı Rengin’in her tarafa attığı ve büyümesini beklediği muşmula çekirdeklerine benzer bir şekilde ben de tüm çocukluğum boyunca oraya buraya şeftali çekirdekleri ekiyorum abimle birlikte. En çok da babaannemin iklimi şeftali yetişmeye uygun olmayan köydeki evinin bahçesine. Her yaz ısrarla. Hem biliyoruz o şeftali çekirdeğinin ağaç olmayacağını hem de eğer olursa gelecek yaz geldiğimizde ne çok şaşırırız diye için için sevinmeden edemiyoruz. Adalet Ağaoğlu’nun Yazsonu romanında tekrar eden bir cümle vardır: “Bir kimse, neden oltasını, içinde tek balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır?” Bilmem neden ama bu olta kafamda hem neredeyse imkansız bir hedefe doğru kah Antalya’da kah Berlin Duvarı boyunca amatör vericileri ile yayın yapan Mine ile Filiz’in çabası ile hem de Filiz’in her daim elinde olta ile deniz kıyısına gidişi ile birleşiyor. Yani öyle Instagram’da söz ettiklerimden çok öteye gidiyor mevzu ama bir yandan da orada sözünü ettiğim Açık Radyo programlarını bu yazıya aktaramazsam diye endişe ediyorum. Burası Radyo Şarampol’de adı geçen Voice of Peace radyosu ve İsrailli Abie Nathan gibilere tam da bugünlerde ne çok ihtiyacımız var. Ve bunu Açık Radyo’ya gelmiş geçmiş ve gelecek tüm ekiplerine ama ille de Ömer Madra’ya bağlamamak mümkün mü? Zihnimde radyolar birbirine karışıyor. Bir pazar sabahı radyoyu açtığımda İştar’ın programını ancak yakalamışsam çok uyumuş olduğumu, Naim Dilmener’in programını kaçırırsam tekrarı olmayacağını, kimi zaman ama hadi artık susun da müzik arası verin diye sabırsızlandığım programları, Açık Radyo’dan ne çok şey öğrendiğimi, radyonun ne muhteşem bir şey olduğunu bir yandan kendi deneyimim ve yaşadıklarımla düşünürken bir yandan da Radyo Şarampol’ün ve Filiz ve çevresindekilerin bitmek bilmeyen radyo tutkusu ile temize çekiyorum. Ben bu romanı böyle bir zamanda dinliyorsam vardır bir hikmeti diyorum. El yükseltiyorum: gündüz yazdıklarım silinmişti kendi kendisine bir nedeni olmalı demiştim, onu da buluyorum yahut uyduruyorum ama ne fark eder bağlantılar, imkanlar, çapraz göndermeler bitmiyor. Diyorum ki Burası Radyo Şarampol tam da Açık Radyo’da okunacak bir kitap değil mi? Bunu düşünmeme neden olan romanı dinlemem belki de ama içinden geçen şarkılarla türlü çeşit radyo denemeleri ve teknik bilgileri ile Radyo Şarampol adeta sarılıyor Açık Radyo’ya. Üstelik roman bazı açılardan neredeyse gerçekçi bulmayacağımız bir iyimserlik ve dayanışma öyküsü. Oysa evet hayat öyle de olabilir. Sessizce direnen bir kadın tüm mahalleye inat devrimci sevgilisini bekler ve ardından Berlin’e gider. Aynı kadın romanın anlatıcısı Filiz ile bir ömür süren bir dostluk ve dayanışma ilişkisi kurar, kadınlar birbirlerinin hayatını yaşanır kılarlar. Dertlere boğulmuşken bir paket irmik açılır ve höşmerim yapılmaya mor bir kumaştan ferah bir yazlık pantolon dikilmeye başlanır. Ve neden olmasın Radyo Şarampol’un sesi Açık Radyo’ya ulaşır.
Not: Apaçık Radyo’nun internet üzerinden yayınını www.apacikradyo.com.tr adresinden dinleyebilirsiniz.