Türkiye’de yalnız yaşayan kişilerin sayısı hızla artıyor. 2006 yılında toplam hanehalkları içinde tek yaşayanların oranı %6.1 iken 2020 yılında bu oran %17.9’a ulaşmış durumda. Bu olağanüstü artış ister istemez kadınların toplumsal yaşamlarında bu değişimin ne anlama geldiğini de içerecek çeşitli soruları akla getiriyor.
Alternatif yaşam biçimlerinin toplumsal, iktisadi ve siyasi olarak teşvik edilmediği patriyarkal toplumlarda hanehalklarının çoğunluğu ailelerden oluşur. Geleneksel iktisat düşüncesinde hanehalkı kavramsallaştırması, asıl olarak, tüketim kararlarının birlikte verildiği bir toplumsal birime karşılık gelir. Ekonomi kavramının etimolojik köklerinin Yunanca hanehalkı anlamına gelen oikos ve idare anlamına gelen nomos kelimelerinin birleşmesinden oluşması bunun bir kanıtı gibidir. Elbette Antik Yunan’da hane yapılanmasının aynı zamanda bir mülkiyet yapılanması olduğu da unutulmamalı. Bu yapılanma kendi içinde iş bölümü, üretim ve tüketimi de barındırmakta ve yalnızca biyolojik ortaklıkları değil, köle gibi bağımlı bireyleri de içermekteydi. Toplumsal ilişkilerin dönüşümüyle zaman içinde üretim ile hane arasındaki ilişki de dönüştü. Hane bir toplumsal yeniden üretim birimi olma işlevini sürdürürken aynı zamanda giderek kapitalizmin tüketim alanı hâline geldi.
Bu yazıda, TÜİK verilerinden hareketle Türkiye’de hanehalkı yapısında son dönem ne gibi değişimler gözlendiği ve bu değişimlerin patriyarkal sistem açısından nasıl yorumlanabileceği üzerinde duracağım.
Türkiye’de 2020 yılı itibariyle toplam 24 milyon 604 bin hanehalkının yaklaşık %80’i ailelerden oluşmakta. Henüz daha 5 yıl öncesine kadar bu oran %83’tü. Bu veriye bakarak Türkiye’de ailenin kutsallığına yapılan vurgunun her alanda giderek arttığı bir dönemde, toplumun en kabul gören yaşam biriminde, aile yapılarında, bir çözülme yaşandığı öngörülebilir. Bu gözlemi güçlendiren bir başka olgu ise Türkiye’de yalnız yaşayan kişilerin sayısının hızla artıyor oluşu. Veriyi en geriye götürebildiğimiz 2006 yılında toplam hanehalkları içinde tek yaşayanların oranı %6.1 iken 2020 yılında bu oran %17.9’a ulaşmış durumda. Bu olağanüstü artış ister istemez çeşitli soruları akla getiriyor. Genç kuşak kadın ya da erkekler artık daha fazla mı yalnız yaşamayı tercih ediyor? Giderek daha fazla genç, ailelerinin yanından ayrılıp yalnız yaşamayı mı tercih ediyor? Ya da giderek daha fazla erkek ya da kadın boşandıktan sonra kendi hayatlarını mı kuruyor? Bu sorulara cevap verebilmek için tek yaşayanların cinsiyet ve yaş dağılımına bakmak gerekiyor. TÜİK’te bu veriler mevcut; fakat websitesinde doğrudan erişime açık değil. Bu verileri kullanan bir araştırmacının 2016 yılı mikro veri setine ait gözlemlerinden yardım alarak durumu ele aldığımızda yalnız yaşayanların %60’ının kadın %40’ının erkeklerden oluştuğunu görüyoruz. [1] Durun, hemen kadınların özgürlüklerini ele aldıklarını düşünüp heyecanlanmayın. Kişisel tercihiyle tek yaşayan/yaşayabilenler daha çok erkekler. Bunu bize yalnız yaşayan kadın ve erkeklerin yaş dağılımı söylüyor. Yalnız yaşayan erkekler daha çok 30 yaş civarında yoğunlaşırken kadınlar daha çok 70 civarında yalnız yaşamaktalar. Yalnız yaşayanların medeni durumuna baktığımıza ise tablo daha da netleşiyor. Yalnız yaşayan kadınların neredeyse %70’inin eşi vefat etmiş. Erkeklerde bu oran %23. Boşanıp da yalnız yaşayanların oranı erkeklerde %30, kadınlarda %13. Tek yaşayan erkeklerin %40’ı bekârken kadınlarda bu oran %15. Yani maalesef kadınlar tercihli olarak yalnız yaşamayı seçmemişler/seçememişler. Kadın istihdamının bu denli düşük olduğu, kadınların kayıt dışı ve güvencesiz işlerde çalıştığı bir ülkede aksini görmek şaşırtıcı olurdu zaten.
Bir başka ilgi çekici gözlem ise tek ebeveynli hanehaklarına ilişkin. Tek ebeveynli hanehalkı sayısında son yıllarda görece bir artış olmuş. Tek ebeveynli hanehalklarının toplam hanehalkları içindeki payı 2006 yılında %7.2 iken bu oran 2020 yılında %9.6’ya yükselmiş. Bu hanehalklarının ne kadarının anne ve çocuklar ne kadarının baba ve çocuklardan oluştuğu patriyarkal bir toplumda yaşadığımız en somut göstergelerinden. Anne ve çocuk/lar olarak yaşayan hanehalklarının oranı 2020’de %7.5 iken baba ve çocuk/lar olarak yaşayan hanehalklarının oranı yalnızca %2.1. Bu rakamlar boşanmada çocukların velayetinin ve aslında bakım yükümlülüğün kimin üzerinde kaldığını açıkça gösteriyor. Zaten TÜİK verilerinden hareketle boşanma davaları sonucunda çocukların velayetlerinin çoğunlukla anneye verildiğini biliyoruz. Örneğin 2020 yılında çocuklarının velayetinin %75.8’i anneye verilmiş. Boşanmada velayet erkekte kalsa bile muhtemelen boşanan erkekler çocuklarına (ve kendilerine) baktırmak için yeni bir “anne” bulup evleniyorlar. Kadınlar ise muhtemelen tekrar evlenmeyi tercih etmiyorlar ya da onlar tercih etseler bile tekrar evlenmeyi istemeleri durumunda erkek egemen toplumun bariyerleriyle karşılaşıyorlar. Aile dışı alternatif birlikte yaşam biçimleri ise ailenin kutsallığına yapılan atıflar bu kadar güçlüyken çok cılız kalıyor. Türkiye toplumunda aralarında aile bağı olmadığı hâlde bir arada yaşayanların toplam hanehalklarına oranı %2.8 ile sınırlı.
Sonuç olarak kadınların ürettiklerinin karşılığını alamadığı, istihdam piyasasındaki koşullarının her geçen gün kötüleştiği, çocuk ve yaşlı bakımının kadınlar üzerlerindeki yükünün arttığı ve muhafazakâr politikaların giderek yaygınlaştığı bir toplumda hanehalkı yapısındaki hızlı yapısal dönüşümlerin de kadınlar aleyhine ilerlemesi ve patriyarkal yapıyı daha da güçlendirmesi kaçınılmaz görünüyor.
[1] Çalışmanın tamamı için bkz. Başlevent, L. (2020) Türkiye’nin Değişen Hanehalkı Yapısı: Tek Kişilik Haneler Ne Durumda? Yıldız Social Science Review vol. 6 no. 1, ss. 17-31