Eğer birileri sahip olduğu ayrıcalıkları korumayı bırakırsa hatta bu yaşadığımız kötülük çağında ‘benim payım ne’ diye sorup, üstüne bu ayrıcalıklardan hicap duyup da ‘öteki’ hayatlara sözcülük edip, düşünceleri empatiyi aşıp eyleme dönüşürse orada büyük bir sorun vardır iktidar gözünden bakınca
“Ayaklar altında çiğnenmiş, askıya alınmış, delik deşik edilmiş yaşama hakkına sahip çıkmak zorundayız. Zulmü, şiddetin nefretin iktidarını önlemek, celladın dilinin hepimize sirayet etmesinden korunmak için… Ötekini tanımadan kendini tanımanın, kendini üstlenmenin mümkün olmadığını görmeli, insanın kendinden bir parçayı da öldürmeden, başkasını öldüremeyeceğini kabul etmeliyiz. Belki de insanca olan her şeyin son sığınağı gene de insanlık kavramı.”
Aslı Erdoğan ile çok geç tanıştım. Bundan iki yıl önce kendi ağzından hayatını anlattığı bir belgesel izlemiştim. Robert kolejinde okuduğunu, ardından Cern’deki çalışmalarını, burada karşılaştığı cinsiyetçi tutumlardan rahatsızlığını ve bir anda fiziği bırakıp yazar olmaya karar vermesini anlatıyordu, devlet kanalının yıllar önce çektiği bu belgeselde. Eee diyor insan, son derece akıllı, yetenekli bir kadın hikâyesi bu. Ama Aslı Erdoğan’ı anlamak için çok eksik kalıyormuş.
Tutuklanmasının ardından merakım arttı. ‘Aslı Erdoğan tutuklandı, Batı bize gülecek’ ana fikirli yazılar okudum. Düşünce özgürlüğü, gazetecilikle ilgili şeylerden bahsedildi, siyasi iktidar eleştirisi yapıldı. Fakat benim için asıl ilginç olan nokta Özgür Gündem’de yazdığını (ki bu benim cahilliğim) öğrenmek oldu; ve hakkında anlatılanların çoğu bu noktayı es geçiyordu. Romanlarını okumaya başladım. Bazen yeni bir yazarla tanışmak kolay olmuyor ya, benim için de öyleydi. Romanları güzel ve akıcıydı, yaratıcıydı, fakat Aslı Erdoğan ile asıl tanışmamı sağlayan şey, yazdığı gazete yazıları ve Bir Delinin Güncesi isimli kitabı oldu. Birkaç öykü ve köşe yazılarından oluşan bu kitabı okuyup bitirdiğimde, neden Aslı Erdoğan’ın tutuklandığını daha iyi anladım.
Çünkü tedavüldeki kötülüğe göre Aslı Erdoğan çok tehlikeli biridir. O başarılarını, yazarlığını toplumsal yaşamdan hiç bir zaman soyutlamamış, aksine yeteneğini duyurulamayan sesleri duyurmaya adamış onurlu bir kadındır. “Elinin hamuruyla…” diyen had bildiricilerin çağında, aydınlandıklarıyla köşesine çekilmemiştir. Evet, daha iyi anlıyorum, onun kapatılmasını. Gören gözlere sahip bir hikâye anlatıcısı, ama asıl mesele hikâyesini anlatmayı seçtiklerinde. Onun yazdıklarında kadın cinayetleri var, ölüm oruçları, işkenceler var, yıllardır süren savaşta çektiği acılarla Kürtler var, cumartesi anneleri var, Metin Göktepe var, İstanbul’da öldürülen siyahlar var. Üstelik daha da fazlası var…
Belki de onu asıl tehlikeli yapan şey kendi ait olduğu yere rağmen anlattığı öyküler ve yazdığı gazetedir. Örgütlü kötülük, çemberin dışına attığı, işkence ettiği, öldürdüğü insanlarla süründürerek de olsa yaşattıkları birbirini tanımasın ister. Çünkü çemberin içi için seçtiklerine birtakım ayrıcalıklar tanırken; sahip olunan ayrıcalıklarla mutlu olmamızı, hatta bu ayrıcalıkları tehlikeye atmamak için etliye sütlüye pek karışmamamızı ister. Toplumda kendi bulunduğumuz sosyal ve ekonomik koşullara sahip olmayan herkes için iyi şeyler düşleyebiliriz. Ama bunun için bir şeyler yapmak tehlikeli bir iştir. Çünkü nihayetinde deneyimlerimizi farklılaştıran temel nokta, sahip olduğumuz ayrıcalıklar üzerinden gelişir. Eğer birileri sahip olduğu ayrıcalıkları korumayı bırakırsa hatta bu yaşadığımız kötülük çağında ‘benim payım ne’ diye sorup, üstüne bu ayrıcalıklardan hicap duyup da ‘öteki’ hayatlara sözcülük edip, düşünceleri empatiyi aşıp eyleme dönüşürse orada büyük bir sorun vardır iktidar gözünden bakınca. Çünkü çemberin dışına attıklarının, her türlü muhalif kimlikler üstünden geliştirdiği eleştirilere alışkındır iktidarlar. Fakat bu alışıldık tutum; Kürt olmayan, batılı anlamda eğitim almış, yine kültürel anlamda belli bir kültürel sermayeye sahip bir kadının Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarı olmasıyla yerle bir olur. Bu durum, sadece alışılan muhalif imgesini yerle bir etmez, bizim açımızdan da başka türlü dayanışma ihtimalleri için bir umut taşır. Buradan sahici bir dayanışma ihtimali doğacaktır. İktidarı kızdıran bu dayanışma ihtimali, bizim açımızdan panzehirdir. İşte bu yüzden; “Ne yapmalı, neden elimizden bir şey gelmiyor, ne zaman bitecek bu kâbus” diye düşünüp durduğumuz bu zamanlarda, bu sorulara verilecek en güzel cevaptır Aslı Erdoğan. ‘Başka türlü bir hayat’ın mümkün olabileceğini gösterir bize.
Aslı Erdoğan, bizim ‘batıya yönelik aydınlık yüzümüz’ olmaktan çok daha fazlasıdır, yazmış, yaşamış ve bizi de bu ruha davet eden umudun ta kendisidir. Son olarak onun sözleriyle: “Her onurlu davranışın sert tepki göreceği, bir şeylere alet edileceği, boşa gideceği kuşkusuna kapılmadan, katıksız bir dayanışma ve direniş ruhuyla…”