Bir tutam direnci, bir tutam bağımsızlığa katıp yanına bir tutam dayanışma, bir tutam da kabullenme ekliyoruz. Bolca hata yapma hakkında marine ettikten sonra, kendini dinleme ve sevmeye katıp, cüretten ve had bildirmeden uzak bir fırında bir güzel pişiriyoruz. Her sabah bir kaşık içiyoruz aç karnına. Dilersek her yeni sabaha, içine yeni malzemeler atabiliriz.

fb3
Uterus Birthday Card (Uterus Doğum Günü Kartı), Amanda Wright

Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşımın doğum gününü “nice feminist yıllara” diyerek kutlamıştım. “Nasıl olacak ki bu feminist yıllar” diye sormuştu bana. Ne kadar da haklı bir soruydu bu. Bir soru ancak bu kadar haklı olabilirdi. Olacağı vardı bu feminist yılların. Pek tabii alacağı da olmalıydı. Dilemesi bedava. Peki ya yaşaması?

Nasıl yaşanıyordu ki feminist yıllar? Nasıl baş ediliyordu her gün mücadele eden bir kadın olmakla? Nasıl duruyorduk öyle ya da böyle bir şekilde dimdik ayakta? Durabiliyor muyduk, yoksa bazı günler bir nebze sürünerek mi geçiyordu? Haydi ama bazı demeyelim, biz bizeyiz şurada, neredeyse çoğunda.

O çoğunluktaki günlerin ağırlığı omuzumda biriktikçe, içinden çıkmanın yollarını arar oldum. Kendi kendime ufak bir manifesto belirledim. “Hatırla” diyorum kendime her sabah gözlerimi açtığımda.

Yapmak istediklerini hatırla. Seni ayakta tutanları. Her sabah yatağından kalkmanı sağlayanları. Yoluna bunları hatırlayarak devam etmek zorundasın. Yeryüzündeki iyiliğe inanıyorsun; ama yeryüzünün kötü olduğunu biliyorsun. Umutsuz hissedebilirsin. Yaşanacak sadece bir hayat var ve tek arzun bu hayatı daha yaşanabilir kılmak. Bunun için bir şeyleri değiştirmek istiyorsun ama mücadele verilmesi gereken çok şey var, biliyorsun. Yorgunsun. Yorgun olmaya hakkın var. Her gün ayrı bir katliam, ayrı bir travma. Birini atlatamadan diğeri başlıyor. Her zaman güçlü olmak zorunda değilsin. Güçsüz olabilirsin. Duygularını hatırla. Onlarla barış. Kahkahalarla gülebilmek için hıçkıra hıçkıra ağlamak gerekir bazen. Bunda hiçbir sorun yok. Hislerini kucakla. Mükemmel değilsin, kimse değil. Hata yapma hakkın var. Hatalarını kabul et. Kendini sev ve kendine çok iyi bak. Zihnine ve bedenine.

Kadınları hatırla. Aynı yolda beraber yürüdüğün, dayanıştığın kadınları. Kirpiği yere düşmeyecek kadınları. Kadınlara inanıyorsun; ama kadınların her zaman bir arada duramadığını biliyorsun. Çünkü birleştirici olan her şey, aynı zaman herkesi birbiriyle aynı yerde tutan bir pranga ve sen bu prangayı çok iyi tanıyorsun. Örgütlü mücadelenin yanında getirdiği mesuliyetleri her zaman taşıyamıyorsun. Mücadele vermenin ağırlığı dursun bir kenarda, o mücadeleyi nasıl vermen gerektiğini, sana sürekli doğru olanın ne olduğunu öğretenler olacak. Onların cüretleri arasında kaybolma. Doğruyu ve yanlışı kendin öğreneceksin. Yalnızlığa ve kabul görmemeye alışmak zorundasın. Hiçbir zaman herhangi birinin onayıyla var olmadın, var olmayacaksın da. Bağımsız ve üretken bir kadınsan, yalnız kalmaya katlanacaksın. İnandıkların uğruna verdiğin mücadelede yalnız yürüyebilmeyi göze alacaksın. Hatırla. Yapmak istediklerini hatırla. Seni ayakta tutanları.

Ya, işte böyle. Her sabah kendime, kendimi hatırlatıyorum. Buna da ihtiyaç duyuluyormuş demek zamanla. Çünkü hakikatten yana olduğunda, etrafın birden üzerine etiket yapıştırmak için hâli hazırda bekleyenlerle doluyor. Ve sen kendini bu etiketlerden ibaret sanabiliyorsun bazen. O etiketlerin altında ezilebiliyorsun. Kendini unutabiliyorsun. “Ben sadece bundan ibaret değilim” diye haykırmak istiyorsun. Ki bu etiketleri sadece karşısında durduğun zihin de yapıştırmıyor. Bazen beraber, aynı yola baş koydukların da yapabiliyorlar.

Bir de karşısında durduğumuz patriyarka öyle köklü, öyle karanlık bir norm ki! Hayatın her alanına yayılmış bir öğreti. Sokakta attığın adımdan tut, iş hayatına, arkadaşlık, aile ve romantik ilişkilerine kadar her yerde, pek dallı budaklı! Pratiğe dökenlerden de faşisti ayrı, ırkçısı ayrı, militaristi ayrı, dincisi ayrı, kapitalisti ayrı bir dert. Her biri ayrı bir mücadele. Tabiri caizse patriyarkadan uzakta soluklanacak, rahatlayıp nefes alacak yer yok. E, hâli ahvalimiz böyle olunca, nasıl bitkin olmayalım? Nasıl bir yandan mücadele verirken bir yandan da kendimizi korumanın yollarını aramayalım?

O mücadele senin, bu mücadele benim derken geldim 31. yaşıma. Şu takvim atıyor her geçen gün bir sonrakine. Neye göre belirlendiği pek mânâsız artık. Atıyor işte. Bir gün şu yaştasın, bir sonrakinde diğer yaşta. Bir gün dimdik ayaktasın, bir gün yerin bin kat dibinde. Bana yaş değiştirmek hep zor gelmiştir. Malum, miladi takvime göre de bir yılın daha değiştiği döneme denk geliyor. Bir terk ediş, geride bırakma hâli gibi, hem bir yaşı hem de bir yılı. Yine de bir yerden kurtarmam lâzımdı, ben de bu seneki yaşıma yeni manifestomla gireyim dedim. Tüm feministlere tavsiyemdir. Bir başucu manifestosu. Bir tutam direnci, bir tutam bağımsızlığa katıp yanına bir tutam dayanışma, bir tutam da kabullenme ekliyoruz. Bolca hata yapma hakkında marine ettikten sonra, kendini dinleme ve sevmeye katıp, cüretten ve had bildirmeden uzak bir fırında bir güzel pişiriyoruz. Her sabah bir kaşık içiyoruz aç karnına. Dilersek her yeni sabaha, içine yeni malzemeler atabiliriz. Bir sonraki kavanoz için bazı malzemeleri çıkarabiliriz. Olsun, katı kaidelerle hazırlanmış tarifleri sevmeyiz zaten değil mi? Biraz esnek olsun; ama yeter ki bizim olsun ve bizi korusun! Nice feminist yıllara!

@DilaraGurcu

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.