‘Kamusal alanda biz de varız!’ cümlesini spor alanında da kurmak isteyen, Türkiye ve Avrupa’dan dokuz takımla 25-26-27 Ağustos tarihlerinde birincisi gerçekleşen Türkiye’nin ilk queer olimpiyatları Queer Olympix’in nasıl geçtiği ve ikincisinin planlarını Atletik Dildoa oyuncularından Dilan ve Melek ile konuştuk.
Öncelikle sizleri ve Atletik Dildoa takımını tanıyabilir miyiz?
Melek: Bir sivil toplum kuruluşunda çalışıyorum aynı zamanda öğrenciyim. Son birkaç senedir sporu hayatının bir kenarında tutmaya çalışan, bunun için koşturan çabalayan bir feministim.
Dilan: Atletik Dildoa sağ kanat oyuncusu. Öğrenci ve feministim.
Melek: Atletik Dildoa 2015 yılında, Trans Pride kapsamında yapılacak bir futbol karşılaşmasından sonra oluştu. Takımdan arkadaşımız Denzi, futbola olan ilgimi biliyordu, hazırlıksız bir biçimde futbol maçı izleyeceğimi düşünerek maçın gerçekleşeceği yere gittim. Benim gibi futbolla ilgili birkaç kişiye daha haber verilmiş. Güneşli bir gündü, futbol oynamak için pek uygun değildi ama bütün zorluklara rağmen Trans Onur Haftası kapsamında böyle bir etkinliğe hasbelkader yolu düşmüş insanlar olarak bir maç gerçekleştirdik. O maç çok eğlenceli çok güzel geçti. Tadı da damağımızda kalınca neden bir araya gelip oynamıyoruz dedik. Bu maça katılanlara ve futbola, spora ilgisi olduğunu bildiğimiz insanlara çağrılar yaptık derken Tatavla’da oynamaya başladık isimsiz olarak. Mahalle takımı gibiydik aslında…
Dilan: Mahallenin topları..
Melek: Aynen o şekilde ( gülüşmeler ). Ama dediğim gibi sadece Lgbti+’ların olduğunu söylemek doğru olmaz…
Daha sık maç yapmaya başladığımızda başka takımlarla iletişime geçmeye başladık ve ‘neden birlikte oynamayalım’ dedik. Hatta o sıralar kurulmakta olan bir lig vardı (Öteki Lig), başvurumuzu yaptık, önce hoş karşılandı ve bir isim talep edildi bizden. Sonrasında ismimiz rahatsız edici ve izah edilemez bulundu. Takımlar ağırlıklı sol örgütlenmelerden kişilerdi; faaliyet alanı çocuklardan oluşan bir vakfın takımı, ismimizden rahatsızlığını ilk olarak belirten ve direten takım oldu. İsmimizden ötürü bizi lige alamayacaklarını belirttiler. Ancak sonrasında lig kendi içinde bileşenleri ile mevzuyu tartışıp “neden bu isim bu kadar rahatsız edici, bu insanları neden istemiyoruz” soruları sorulmuş. Takımlar pedagoglarla da görüşünce çocuklar için durumun sıkıntı verici olmayacağı anlaşılmış. Aslında homofobik bir tavır var ve anlaşılıyor ki diğer takımları ikna etmek için vakfın takımı çocuklar üzerinden hareket etmiş.
Bir toplantı yaparak özellikle bu homofobik tavrın peşini bırakmayan takımlar, daha sonra bizden özür dileyerek tekrar lige davet ettiler. Biz buna emek harcamak isteyip istemediğimizi sorduk kendimize ve ligde bulunmak istemedik. Zaten lige girerek ismimizle homofobik bir tavır sergileyen bir takımın elenmesini, sonrasında aslında kendi homofobileri ile yüzleşmelerine ve bazı mevzuların onlar için tartışılabilir olmasına olanak sağladık gibi oldu.
O sıralarda yine de dayanışma maçlarına elimizden geldiğince katılım gösterip Atletik Dildoa olarak top koşturmaya devam ettik. Adı ve forması olan bir takım olduktan sonra ve giderek duyuldukça takıma olan ilgi arttı ve birileri gelmeye devam etti. Takım hep yeni birilerinin geldiği katıldığı, kişilerin hayat yoğunluğuna göre de maçlara katılım gösterdiği bir takıma dönüştü.
Dilan: Egemen spordaki futbol cinsiyetçilikle, homofobiyle, ırkçılıkla o kadar perçinlenmiş ki futbolcu olanımız, gidip oynamak isteyen bile gidip oralarda kendini var edemiyor. Belli altyapılarda oynayan arkadaşlarımız bizimle ise gelip düzenli olarak oynayabiliyor. Profesyonel bir ortamdan böyle altyapısız bir ortama, naprofesyonel bir ortama gelmesinin politik bir nedeni var. Tam da işte spordaki bu tahakküme, futbol endüstrisine karşı aslında paslaşan ve bu yüzden politik derdi olan bir takım Atletik Dildoa.
Hem zevk alarak, hem aktivistlik de yaparak politika üretiyoruz hepimiz orada. Saha dışında mesela soyunma odalarına girerken başka takımlar da geliyor, hepsi ‘erkek’. Sahaya girip çıkmaları arasındaki diyalogları yalnızca küfürler (biiiip- burada Dilan küfürleri örnekliyor, kahkahalar atıyoruz 🙂 )… Böyle diyaloglarda burada tecavüzcü küfürler ediyorsunuz diyerek durdurduğumuz zamanlar da oluyor. Yalnızca top oynayarak veya olimpiyat düzenlemekle değil sürekli bir eylem üreterek saha içerisinde ve dışarısında/ kenarında da bir eylemlilik var aslında. Tabii politika yapmak için çıkmıyoruz sadece sahaya, neşelenmek ‘fıtratımızda’ var. Zaman zaman gerginlikler olmuyor değil. Sert oynamak, pas vermemek gibi handikaplara girebiliyoruz. Uyarıyoruz birbirimizi ama hakem gibi değil de arkadaşça. Sonuçta fiziksel yüklenmeyi de gerektiren bir spor futbol, bu sertliği taktik olarak kullanmıyoruz diyelim.
Peki Olympix sürecine dair soracağım. Nasıl oluştu bu fikir?
Melek: Trans Onur Haftası etkinliği kapsamında oynarken bir takım olacağımızı düşünmemiştik. Bir takımımız oldu. Adım attıkça, orada keyif aldıkça, ‘neden daha fazlası olmasın?’ diye motivasyon kazandık. Her yaptığımız şey başka şeylerin de yapılabilir olduğunu gösterdi. Bu kadar keyif aldığımız bir şeyi başkalarıyla da ortak kılabilir miyiz, paylaşabilir miyiz diye düşünmeye başladık.
Biraz büyümek genişlemek başkalarını ortak kılmak ve spor aracılığıyla da bambaşka yerlerde var olabilmek çabasıydı aslında. Sadece hava karardıktan sonra ortaya çıkan insanlar değiliz. Günışığında da bu şehirde başka başka mekanlarda bir araya gelebilmeliyiz. Bizim sıkça zaman geçirdiğimiz mekanların, mahallelerin, semtlerin dışına çıkabilmek mümkün olmalı.
Aslında alternatif eylem biçimlerini düşünürken Atletik Dildoa ve diğer takımların ortaya çıkışı, Olympix’te yaşadıklarımız ve daha sonra duyduklarımız ‘sağlayabileceğimiz böyle bir alan var’ dedirtiyor. Peki, süreçte neler bekliyordunuz ve nelerle karşılaştınız?
Melek: Olympix bizi de biraz şaşırttı… Bu kadarını beklemiyorduk. Bir kere herkesin bu kadar keyif alacağını tahmin etmemiştik. Bir şey yaparsınız ve herkes mutlu olmayabilir. Şikayetler gelir yüzler asılır. Herkesin mutlu olması, olumsuzlukların olmaması, bu kadar herkesi memnun edebilmiş olmak, herkesin mutlu ayrılması ve ‘bir daha olacak mı’ soruları biz gönüllüleri çok sevindirdi.
Katılımcılarla konuştuğumuzda da vardı bu şaşkınlık. Küçük bir etkinlik gibi düşünülmüş hatta bu yüzden gelmeyenler olmuş, ancak gelmeyenler sonrasında pişman olmuş oldu. Spor bu haliyle şehrin farklı noktalarında kalabalıklaşmamıza, birlikte olmamıza ve kendimizi daha az yalnız hissetmemize vesile oldu.
Genel olarak katılım nasıldı, hangi takımlar vardı?
Melek: Başka şehirlerden ve yurt dışından katılımlar oldu. Takımlar Atletik Dildoa, Muamma, Sportif Lezbon, Karşı Lig, Lezyonerler, Onur Mafyası, ( o sen olsan bari – gülüşmeler ), yabancı karma takımımız vardı; Black Pipas; Hollanda, Sırbistan, İtalya, Almanya’dan gelenlerden oluşan. Bir de bizim çağrımızla İstanbul’da oluşun iki takım Queer Karma. Turnuvaya son anda katılan, sürpriz bir takımımız oldu; turnuvanın ilk günü frizbi atölyesini düzenleyen Swingers takımı sonrasında müsabakalara da katılım gösterdi.
Hangi müsabakalar vardı, atölye ve müsabakalara nasıl karar verdiniz?
Melek: İlk başta Atletik Dildoa bir futbol takımı olduğu için futbol olacağı kesindi. İsteklerimizin hayata geçirilebilir olması önemliydi. İmkanlarımızı, mekanların olanaklarını ve tabii ki bütçemizi gözeterek hareket ettik. Gönüllüler olarak hangi sorumlulukları yüklenebileceğimizi, neye ne kadar zaman ayırabileceğimizi detaylı bir şekilde konuştuk. Sakatlıklara yol açabilecek müsabakalara, ilk kez bu turnuvayı yaptığımız için biraz uzak durduk. İleride deneyim kazandıkça işin rengi biraz değişebilir.
Dilan: Lezzo yağlı güreşi kesin olacak! ( gülüşmeler )
Bu sene futbol, bisiklet, plaj voleybolu, slcline, frizbi atölyesi, yoga, bayrak yarışı, mini kale turnuvası, masa tenisi vardı.
Melek: Birçok etkinliğe herkes katılabildi, anonslarla herkes dahil oldu. İçlerinde en kalabalık ve şaşırtıcı olan frizbi atölyesiydi. Katılımcılar çok memnun oldu. Yoga atölyesi de kalabalık ve güzeldi. Forumlardan biri Kentte Kadın ve LGBTİ+ Olma Deneyimleri, panellerden biri de Olimpiyatlar ve Bedenler idi; öz savunma ve işaret diline ilişkin atölyeler oldu. Ayrıca “Üçüncü Bölgeden Hücum Varyasyonları” belgeselinin gösterimini de yönetmeni eşliğinde gerçekleştirdik.
Dilan: İlk başta insanlar hareketleri yaparken gülmeye başladı çünkü o an bedeninle karşılaşıyorsun. Eğilip bükülen/ bükülemeyen kıçın, memelerin futbol topuyla aynı anda zıp zıp ediyor, böyle aldırışsız ve keyifli anlarda güzeldi ( gülüyoruz ). Yoga ve pilates derslerine gitmişliğim var, oradaki dalga geçme haliyle buradaki arasında fark var. Dışarıdaki çok sistemsel tabii. Derslerde millet senin götüne gülüyor, ne biçim kadın nasıl yapıyor diye dalga geçiyor ve sen kısıtlıyorsun kendini orada ve hareketi yarım yamalak, ebelek gübelek yapıyorsun. Hadi onu da geçtim yaptığın egzersizden zevk alamıyorsun, egzersiz yaptığını hissedemiyorsun.
Bedeni rahatlatmak, vücudunun iplerini eline almak için gidiyorsun daha çok kasılarak gerilerek dönüyorsun. Maalesef çoğu şaka yoluyla akranlardan gelen ama masumca bir yere ulaşmayan hareketlerle dolu spor etkinlikleri ve sahaları. Formu bedene değil, bedeni forma uygulamaya çalışıyorlar. Güzellik endüstrisi fecaat kadınlar için. Olympix’de birbirimizin hareketlerine güldük yer yer ama bu çok yataydı, forma uymuyor diye değildi.
Herkesin rahatça katıldığı, beden olumlayarak, uzun sürmesine rağmen 20-30 kişinin devam edip 4-5 kişinin bıraktığı bir atölyeydi. Kaptırdı kendini herkes. Birbirini tanımadığı halde o güvenin olduğu, vücudumla, kalçamla, taytımla, kıllarımla dalga geçilmeyecek diye güvenip sütyensiz memeleriyle, eğilip bacaklarına rahatça streching yaptığı bir atölye gerçekleşti.
Bir de benim feedbackleri de merak ettiğim bir branş daha var; uzun atlama!
Melek: Eveeet en eğlencelilerden biriydi. Beklediğimizden daha çok ilgi gördü. Biz uzun atlamayı olimpiyat ciddiyetinde yapmadık, yapmaya da çok gerek yok ve ayrıca çok da güzel oldu. Seneye de böyle müsabakalar, engelli koşu tadında bir şeyler olabilir mi? Neden olmasın ki! Ne türden müsabakaları imkanlarımız doğrultusunda dahil edebiliriz diye düşünüyoruz.
Bunların dışındaki atölyeler?
Dilan: Muamma takımı oyuncularının düzenlediği Küfürsüz Tezahürat atölyesi çok güzeldi. O an sahada hep bu tezahüratları söyledik, en güzel atölyelerden biriydi. Çünkü futbolu, voleybolu belirleyen yani oyunu belirleyen, hakkında bilgi sahibi olmanı sağlayan (sosyolojik, felsefik, siyaseten) tribünler oluyor. Tribün, oynanan oyunun duygu hormonları gibi bir şey.
Mesela ‘olabilir kale, olabilir kale’ çok güzeldi, yani kaleci gol yiyor, “normalde” olan bir müsabakada kaleci gol yese cinsellik, cinsiyet, yönelim tehditkar biçimde slogan bulurdu.
Melek: Taraftarın kendi takımına şefkatli bir yaklaşımı var, halden anlayan, empati kuran…
Dilan: Oyuncusu ve oyununu dönüştüren, cezalandırmayan. Oyunda kalmasını sağlayan sloganlardı. Bir tane daha vardı: tam da beden formuyla dalga geçilen, mizojenik, transfobik tezahüratlara karşı “travesti eren”. Bu arkadaş futbol sahasında topukluyla oynuyor, tribünde ‘ibne forvet, ibne forvet’ yerine, neşeyle destekli bir slogan atılıyordu.
Melek: Travesti avukat eren (travesti avukaaat ereeeen). Bir de Olympix bitti ama bazı tezahüratlar ve şarkılar hala akılda…
Dilan: Sporun erkek egemen yapısını da eleştiren bir olimpiyat oldu. Sadece bir araya gelen lgbti+’lar, kadın veya heteroseksüeller değildi. Bunun ötesinde bir olimpiyat oldu. Kamuya da açıktı, herkes bizi izliyordu, gelen geçen.
Melek: Müziğe dansla eşlik ederek yanımızdan geçen anne ve çocukları gördük. Orada böylesi bir karşılaşmadan memnun olan, mutlu olanlar vardı.
Dilan: Özellikle oyun vardı. Oyun oyun içindi, kitleleri yöneten bir oyun yoktu. Kitleleri kendi içine bütün varyasyonlarıyla katan bir oyun vardı. Oyun afyon görevi görmüyordu, en azından milliyetçilik ve nefret ideolojisinin çemberine alma çabası olmayan bir afyon (gülüyor)…
Saha içinde ve dışında tribün ve oyuncu dayanışması görüyoruz. Oyuncular hırssız, seyirciler de onların zaten taraf olma, kazanmasını, birbirlerini ezmelerini değil tam tersine pozisyon/ oyunu görmek izlemek üzere orada. İzleyiciler de dürtükleyen uyuşturulan değil içinde olup yaşayan, edilgen değil dahil olduğu bir alan buldu.
Melek: Dilan da bahsetti tribün keyif alıyor. Ayrıca izleyicinin katılımı da var, oyuna müdahil olabilir. Rahatsızlık duyduğu bir konu için hakeme gidebilir. Keyif meselesinde de, sportif faaliyetler birer oyundur. Oyun oynamanın kendisi de esasında ciddi bir şeydir: belki de çocuklara özgü bir ciddiyetle hareket etmek gerekiyor, biraz daha çocuksu ama kurallara da uyarak.
Bizim kurallarımız ne?
Melek: Zarar vermemek, sert oynamamak, paslı oynamak.
Dilan: Aslında herkes emek vererek azimle oynuyor desek yerinde olur. Mesela Melek’e asist yaptım ama topun kaleye girmesi için Melek çok koşamadı veya rakibe taktik uygulayamayıp topu öldürdü. İşte burada birbirimize gülüşüp geçiyoruz. Kazanma isteğimiz oluyor elbette ama bu ‘bam bam bam’ değil. Ben genelde forvet oyuncusuyum ama yeri geliyor orta sahada veya kalede olabiliyorum. Diğer arkadaşlar için de öyle. Oyunu doğasına yaklaştırıyoruz aslında, bunun için ödül alabilir belki (gülüyor). Kısaca sahadan mutlu ayrılıyoruz, bir dahaki sefere yetecek kadar mutlu.
Melek: Skoru belirleyen de kaleye giden toplar değildi. Her gol, gol olmadı. Bir takımın bazı şeyleri gözeterek hareket etmesi, kendi içinde paslı oynaması gibi durumlar daha değerliydi.
Dilan: Lbt kadınlar damgasını vurdu. Yeniliyorsan takım olarak, grup kadınlı erkekli ise, erkekler yeniliyoruz diye kadınlarla paslaşmayı kesebiliyor. Topu öldürecek diye yani kaleye giden topa zeval getirmesin diye. Olympix’de öyle olmadı hiç. Bu başarıdır. İçselleştirdiğin her politik eylemi kusursuz yapmaya gayret ediyorsun demektir benim için. Aslında oyunlar baya ciddi de oynanmış oluyor, bu eşitlik ilkelerini ve birbirini gözetme durumunu topun yanına koymak ciddi bir iştir.
Herkes kendini içinde hissetti. Kendi oynadıkları oyunun, attıkları pasın, çektikleri şutun sahibi oldular, herkes kendini oyunun bir parçası hissetti. Kazanma baskısı, başka bir takıma karşı kazanma hırsı yoktu. Bir antrenör veya yöneticinin oyuncusunu anlamadan ilerlediği bir yapı yoktu orada. Endüstriyel değildi tabii, patriyarka ile derdi vardı oranın. Hiyerarşi yoktu, yatay düzlemde ilerleyen bir oyun vardı.
Spor akademilerinde hocaların anlattığı tahayyülüdür eğlenceyi oyuna yaklaştırmak ya da oyunun doğasında yırtıcı, sömürücü rekabetin olmadığını söylemek. Ama bir bakıyorsun bu fakülteden çıkan insanlar Terimleşiyor veyahut Emre Belözoğlu, Arda Turan gibi oynadığı oyundan daha çok saha içindeki uç şiddetleri ve davranışları konuşulan sporcular oluyor. Akademilerde anlatılan tahayyül tam bizim yaptığımız olympix tahayyülü, herkesin eşit olduğu, cinsiyetçiliğin olmadığı, daha eşit koşullarda kavgasız, başkasını yaralamayan bir müsabaka. İlerde antrenör olacaksanız böyle olun ve Fatih Terim olup Arda ve Emre gibi sporcular yetiştirmeyin deniliyor. Ama böyle bir camiaya baktığın zaman bu camianın burada (Olympix’de) olan bir etkinliği görme becerisi ne kadar var? Endüstriyel, homofobik, cinsiyetçi olmayan ve bunu bilerek ekarte eden bir olimpiyatın, oyun oynamanın altının çizildiği bir uzamı ne kadar görebilecek bu yapılar, tartışılır. Hem bu kadar eleştirip hem de bu tahayyüle ulaşılması için başka yerlerdeki alternatif çabaları göremeyen, kendi eleştirisi dışında bir şeyi duymayan spor camiasının işi zor.
Beden formuyla çok fazla da dalga geçen bir yer burası. Bir sporcunun olimpiyatlara katılabilmesi için inanılmaz fizyolojik parametrelere (kuvvet, hız, dayanıklılık vs.) sahip olması lazım. Buna bakmaksızın kısa, uzun, şişman, kaslı vs. demeden hepimiz oynadık.
Teknik süreç nasıldı?
Melek: Frida (Genç Feminist Fonu) fonundan faydalanıldı. Her şeyi kalem kalem hesapladık ve Frida’nın yarışmasına başvurduk, beklediğimizden biraz daha fazlası geldi. Bu sayede yurt dışından katılımcıların da sayısı artmış oldu. Özellikle Kadiköy Belediyesi bize çok destek oldu. Kalamış’daki alanlar iki gün boyunca bize ayrılmış durumdaydı. Belediyedeki ilgili birimden alandaki görevlilere kadar birçok kişi Queer Olympix sürecinde çok yardımcı oldu. Böylece teknik kısımda işler kolaylaştı. Tabii ki tahmin edeceğiniz gibi süreç çok daha erken, kasım ayında başlamıştı, sürekli toplantılar toplantılar toplantılar… Bu sene için de yine geçtiğimiz ay itibarıyla planlama sürecine başladık.
Peki, Queer Olympix’in ikincisinde neler göreceğiz?
Melek: Pole dance (direk dansı) 🙂 İnsanlar seneye bunlar da olsun diye dileklerini dile getirdiler ve getirmeye devam ediyorlar. İstek listesi giderek uzayacak gibi yağlı güreş, direk dansı, bilek güreşi… En çok bunlar geldi, kim ne istiyorsa imkanlarla yapmaya çalışacağız.
Dilan: Lezbiyen yağlı güreş 🙂 Seneye tenisi de koyarız, kesin oynarız onu da.
Olympix için herkesin, röportaj için sizlerin emeklerine sağlık. Son olarak eklemek istedikleriniz…
Dilan: Gönüllüler olarak hiçbirimiz düzenleyici sahipliğinde değildik, biz de oyuncusuyduk. Tökezlediğimizde de, yapa yapa öğrendik. Birbirimizi tolere eden, hatalar söylenirken art niyet aramadan yol alan, kolaylaşan bir süreç yaşadık. Malum sözdür: Futbol her zaman sadece futbol değildir. İktidarlar için futbol bir kitle yönetim aracı olarak kullanıldı tarih boyunca. Bizim için de homofobi, kadın düşmanlığı, cinsiyetçilik ile derdimizin ve mücadelemizin olduğunu gösterdiğimiz bir alan oldu.
Melek: Hepimizin orada olması çok güzeldi. Olympix, bana ve oradaki herkese sanki kendini biraz da olsa iyi hissettirdi. Queer Olympix, cesaretlendiren, başka mekanlarda başka varoluş biçimleri mümkündür diyen kapsamlı bir etkinlik oldu. Biliyoruz ve inanıyoruz ki her ne kadar yasaklarla uğraşmak durumunda kalsak da lgbti+ yasaklanamaz. Queer Olmpix’in ikincisi için de çabalayacağız. İkincisi ve tabii ki sonrası için 🙂